Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Uçak krizini yönetmeye geçerli not
26.06.2012
2612

 Türkiye’nin gündemi o kadar hızlı değişiyor ki güncel gelişmeleri işlemeye özen gösteren bizleri konu seçiminde sürekli zorluyor. PKK’nın terör sorununun çözümünü hiç olmadık şekilde zora sokan son saldırısını konu aldığım bir önceki yazımdan sonra bugün Paraguay’da Devlet Başkanı Fernando Lugo’ya karşı girişilen “sivil darbeyi” işlemeyi tasarlamıştım. Zira diğer Latin Amerika ülkeleri gibi başkanlık sistemiyle yönetilen bu ülkede Kongre (Meclis ve Senato) alelacele yaptırdığı bir soruşturma sonunda topraksız köylülerin toprak işgallerine manen destek olduğu gibi tuhaf bir gerekçeyle önceki gün eski rahip solcu Başkan Lugo’yu görevden almıştı. Bu, 2008’de iktidara gelen Başkan’ın toprak reformu programını sürekli olarak engelleyen sağ ağırlıklı yasamanın son darbesiydi. Sen misin Nazi dostu eski diktatör Afredo Stroessner’in 1989’a kadar iktidarda olduğu 35 yıllık başkanlık döneminde birilerine peşkeş çektiği toprakları paylaştırmaya kalkan? Sistemin güçlü kıldığı düşünülen Başkan’ın Kongre tarafından görevden alınması uç bir örnek ama yeni anayasa kapsamında gözönüne alınmasında yarar var. O bakımdan gündem elverdiğinde konuya dönmeyi öngörüyorum.

***

Cuma günü patlak veren ve bugüne kadar siyasi gündemin ilk sırasında kalan Suriye ile uçak krizine gelince, hükümetin sorunu olabildiğince ciddi, ağır başlı ve ölçülü bir yaklaşımla ele aldığı gözlemleniyor. Şam’ın 12 millik karasuları üzerindeki hava sahasını ihlal ettiğini açıkladığı keşif uçağını önce uyarmadan, daha sonra kendi uçaklarıyla hava sahasını terke veya inişe zorlamadan doğrudan düşürmesi “düşmanca” ya da en iyi olasılıkla “orantısız bir tepki” olarak nitelenebilir. USAK’tan İbrahim Kaya’nın cumartesi günkü yazısında altını çizdiği gibi, Columbia Üniversitesi Hava Hukuku uzmanlarından Profesör Olivier J. Lissitzyn, 1953 yılında American Journal of International Law’da yayımladığı makalesiyle devletlerin hava sahalarındaki egemenlik hakkını kullanmalarına önemli bir yorum getirmişti. Uluslararası alanda bir bakıma teamüle dönüşen bu yoruma göre, devletler “hava sahasına izinsiz giriş yapan hava aracını kontrol ederken, içindeki insanları gereksiz ve makul olmayan bir tehlikeye maruz bırakmamalıdır”. Kısacası Suriye’nin bu olayda uçak pilotlarının yaşamını gereksiz yere tehlikeye atarak hatalı davrandığını kabul etmek gerekiyor. 

Aslında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun TRT’ye yaptığı ayrıntılı açıklamalara bakılırsa,  uçağımız bir süre için Suriye hava sahasını ihlâl etmiş olmakla birlikte, Türkiye’den uyarıldıktan sonra uluslararası hava sahasına girmiş. Davutoğlu “Bu ihlal esnasında Suriye tarafından verilmiş bir mesaj ya da uyarı yok” diyor ve ekliyor: “Bizim radarımızın uyarısı üzerine pilotlarımız süratle Suriye hava sahasından çıkıyor. (...) bu, vurma olayından 15 dakika kadar önce.” Türkiye’nin elindeki bilgilere göre,  Suriye’nin uluslararası hava sahasında bir uçağımızı düşürmesi sözkonusu ki bunu“egemenlik hakkını orantısız bir şekilde kullanmanın” ötesinde silahlı bir saldırı olarak nitelemek durumundayız. Böyle bir saldırı “casus belli” (savaş nedeni) olabilmekle birlikte, sadece bu olay nedeniyle Suriye’ye savaş ilân etmeye kalkışmak da en az o keşif uçağını düşürmek kadar“orantısız bir tepki” niteliği taşıyor. Dolayısıyla olayı öncelikle hamasi demeçlerle köpürtmeyen ve fevri davranışlardan kaçınarak Şam’ı bir notayla uyarmayı yeğleyen hükümete krizi buraya kadar yönetme bahsinden “geçerli not” vermek gerekiyor.  

Kabul etmek gerekir ki bu ayrıntılı açıklamayı yapmak için 24 saatten fazla bir süre beklenilmesi kamuoyunda hükümete olumsuz puan verilmesine yol açmıştı. Suriye’nin hava sahası ihlali iddiası karşısında öncelikle veri toplandığına işaret eden Dışişleri Bakanı bu gecikmenin nedenini “resmin tam olarak görülmesini sağlamak” olarak gösterdi. Bilgilerin uluslararası toplumla paylaşılacağını belirten Davutoğlu konuyla ilgili olarak ayrıca NATO’nun da bilgilendirileceğini söyledi. Kuzey Atlantik Şartı’nın 4. maddesi, bir üye ülkenin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ve güvenliğinin tehdit altında olması durumunda üyeler arasında istişarede bulunulmasını öngörüyor.

Suriye’nin uçağımızı uluslararası hava sahasında düşürmesi “silahlı saldırı” niteliği taşıdığına göre, BM Yasası’nın 51. maddesi uyarınca “Güvenlik Konseyi gerekli önlemleri alıncaya kadar” bireysel ya da ortak meşru savunma hakkımız gündeme geliyorKuzey Atlantik Şartı’nın sıkça söz edilen 5. maddesi de anılan hakka atıfla bir üyeye yönelik silahlı saldırıyı tüm üyelere karşı yapılmış addediyor. Bu bağlamda saldırıya uğrayan üyeye diğer üyelerin silahlı güç kullanımı dâhil uygun görecekleri türde yardımda bulunmaları mümkün ama bu pratikte sık başvurulan bir uygulama değil. O bakımdan salt düşürülen uçak nedeniyle bu maddenin yürürlüğe sokulması beklenmemeli.

Yazıyı kaleme aldığımda hükümetin Suriye’ye karşı alabileceği ilave önlemlerle ilgili başka bilgi yoktu; olması da şart değil aslında. Zira bir iç savaşın eşiğinde bulunan Suriye’de Esed yönetiminin insan hakları ihlâllerini bir süre unutturmak için “dış düşmanla” çatışma arayışını körüklemekten kaçınmakta yarar var. Hükümetin komşularla sorunlara yol açtığı için eleştirilen Suriye politikası ancak bu ihlâllerin durdurulmasına katkıda bulunulduğu ölçüde anlam kazanır. Bunun yolu da Suriye ile silahlı bir çatışmadan geçmiyor doğal olarak.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar