Alper GÖRMÜŞ
Bu dizinin son yazısına geldik… Önceki yazılarda 17-25 Aralık (2013) sonrasında devletle Erdoğan arasında kurulan karşılıklı muhtaçlık ilişkisinin devlet içindeki güç değişimlerine bağlı olarak karakter değiştirdiğini öne sürmüştüm. Üçüncü yazının son bölümü bu değişimi özetliyordu. O birkaç paragrafı buraya alıyorum, çünkü o noktadan devam edeceğiz. Şöyle yazmıştım:
“15 Temmuz (2016) darbe girişiminin ardından Erdoğan’ın ‘millîci’ çizgisi içeride Kürtlere karşı daha da sertleşmeyi ve dışarıda ‘bölge gücü’ olmak üzere harekete geçmeyi temel alan daha ‘atak’ bir karaktere büründü.
“Bu çizgi artık ‘yurtta sulh cihanda sulh’ çizgisiyle barışık değildi, fakat devlet içinde asıl bu nedenle Erdoğan’a hoşâmedi çekenler de vardı.
“Böylece -15 Temmuz’la birlikte- içeride toplumun inisiyatifinin asgariye indiği-indirildiği (devlete tâbi kılındığı), dışarıda ise devletin güç kullanarak ‘kazanım’ peşinde koştuğu yeni bir evreye geçildi. (…)
“Erdoğan’ın tam da bu dönemde bir Misâk-ı Millî tartışması açması boşuna değildi; nasıl ki Yalçın Akdoğan’ın 24 Aralık 2013’teki ‘Millî ordusuna kumpas kuranlar’ yazısı devlet içindeki Kemalizme bir ittifak çağrısıydı, Erdoğan’ın Misâk-ı Millî çıkışları da devlet içindeki ittihatçılığa bir ittifak çağrısıydı.”
İçe kapanmacı, dışa açılmacı yeni dönem
15 Temmuz darbe girişimini otoriter-baskıcı bir yönetime geçmenin büyük fırsatı olarak gören Erdoğan’ın bu tercihi, devlet içindeki, ‘aşırı’ hak ve özgürlüğün devlet için tehlike oluşturduğuna inanan; içe ‘kapanmacı’, dışa -güç kullanarak- açılmacı koyu milliyetçi ve ulusalcı kesimlerin de desteğini aldı.
Öte yandan 15 Temmuz’u izleyen gelişmeler, klasik Kemalistlerle Erdoğan arasındaki artık pamuk ipliğine bağlı hale gelmiş ilişkileri kopma noktasına getirdi. Belki bazı Kemalistler bu geçiş döneminde Batı karşıtlıklarını daha da keskinleştirerek ittihatçı ideolojiye kaydılar ve Erdoğan’la birlikte hareket etmeye başladılar ama asıl gövdenin Erdoğan’dan tamamen koptuğunu söyleyebiliriz. Birkaç yıl sonra 28 Şubat generallerine ve Amiraller bildirisine imza atanlara karşı benimsenen cezalandırıcı tutumla bu tespitin sağlaması da yapılmış oldu.
Şimdi yeniden 15 Temmuz sonrasına dönelim…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ekim 2016’dan itibaren (yani darbe girişiminin bastırılmasını izleyen üçüncü aydan itibaren) Türkiye’nin Misâk-ı Millî diye bir meselesinin olduğunu vurgulayan konuşmalar yapmaya başlamıştı. Konuyu ele alırken kurduğu cümleler bazen sadece tarihsel-kültürel bir ilgiyi imâ ediyor gibi görünüyor, bazen de tarihsel bir haksızlığın düzeltilmesi gereği üzerinden düpedüz sınır tartışması açıyormuş izlenimi veriyordu.
Bu, o dönemde benim dikkatimi çekmiş, Erdoğan’ın Misâk-ı Millî vurgulu konuşmalarını ele alan peş peşe birkaç yazı yazmıştım. Çünkü tesadüfî görünmemişti bana; Erdoğan’ın içeride izlediği, devleti önceleyen politikalarına destek sağlamak üzere ülkenin kadim ideolojilerinden birine selam göndermek gibi gelmişti… Nitekim sonrasında yaşananlar bunu doğruladı: MHP ile ittifak; Kürt sorununu “terör sorunu” olarak tarif etmek ve ona uygun hareket etmek, Kürt siyasi hareketini meşruiyet sınırlarının dışına çıkarmaya gayret etmek; sınır ötesi harekâtlar; bu harekâtlara karşı çıkan yüksek rütbeli askerlerin tasfiyesi; Batı’dan uzaklaşmak, Rusya ve Çin’e yaklaşmak…
Misâk-ı Millî konuşmaları; hatırlayalım…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2016 Ekim’inden bu yana, Türkiye’nin Misak-ı Millî diye bir meselesinin olduğunu vurgulayan konuşmalar yaptığını söylemiştim…
O günlerde Erdoğan’ın bu değinmeleri konuşmalarının içinde öylesine geçiyor, üzerinde durulmuyordu. Fakat gazete ve televizyon haberlerine hiç konu edilmediği için hiç bilinmeyen biri, Erdoğan’ın Misâk-ı Millî tartışmasını açarken basitçe bir tarihsel-kültürel ilgiye göndermede bulunmadığının nişanesi gibiydi: Cumhurbaşkanının, Hasan Celal Güzel yönetimindeki Yeni Türkiye dergisinin Misâk-ı Millî özel sayısına yazdığı önsöz (Mart, 2017). Erdoğan burada Birinci Dünya Savaşı’nın “aslında hâlâ sona ermediğini” söylüyor, “kapanmamış bir parantez”den söz ediyor ve bunun “kilidinin” de Misâk-ı Millî olduğunu savunuyordu.
Güneyde yeniden Misâk-ı Millî sınırlarına dönmenin Türkiye’nin toplam siyasi-bürokratik aklının hiç akıldan çıkarmadığı bir hedef olduğu biliniyordu ve bu da Erdoğan’ın cümlelerini salt tarihsel-kültürel bir çerçevede kurduğunu düşünmeyi zorlaştırıyordu.
Şimdi, Erdoğan’ın, bu önsözün de dahil olduğu Misâk-ı Millî vurgulu çıkışlarını kısaca hatırlayalım:
15 Ekim 2016 (Rize’deki Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nin 2016-2017 Akademik Yılı’nı açarken yaptığı konuşmadan): Bizim fiziki sınırlarımız başkadır, gönül sınırlarımız bambaşkadır. Bunu birbirinden ayırmamız lazım. Fiziki sınırlara elbette saygı gösteririz ama gönlümüze sınır çizemeyiz. Çizilmesine de müsaade etmeyiz. Birileri bize, ‘Irak’la niye ilgileniyorsunuz, Suriye’yle niye ilgileniyorsunuz?’ diyorlar. (…) Tarih kitaplarımızda Misak-ı Millî’yi okuyoruz değil mi? Misak-ı Millî’de ne var? Eğer Misak-ı Millî diye bir derdimiz varsa, kusura bakmayın, o zaman bu soruyu kendi içimizde birbirimize soramayız. Tam aksine burada ‘Üzerimize düşen görevler var’ demek zorundayız.
19 Ekim 2016 (Beştepe’deki muhtarlar toplantısında yaptığı konuşmadan): Misak-ı Millî niye rahatsız ediyor. Misak-ı Millî’yi gündeme getiren Gazi Mustafa Kemal. Neden rahatsız oluyorsunuz. Burada bir tarih yok mu? Burada bir milletin geçmişi yok mu? (…) Maalesef hem batı hem de güney sınırlarımızda Misak-ı Millî hedeflerimizi koruyamadık. Dönemin şartları itibarıyla bu durumu mazur görenler, göstermeye çalışanlar olabilir. Bu yaklaşımı bir yere kadar mazur görmek mümkündür. Asıl vahimi, zorunluluklardan kaynaklanan bu durumu esas olarak kabul edip kendimizi tamamen bu kabuğun içine hapsetme anlayışıdır. Biz işte bu anlayışı reddediyoruz. Türkiye’yi 1923’ten beri böyle bir kısır döngüye hapsedenlerin amacı coğrafyamızdaki bin yıllık varlığımızı, Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizi bize unutturmaktır.
Mart, 2017 (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Yeni Türkiye dergisi için kaleme aldığı “Kapanmayan parantezin kilidi: Misak-ı Millî” başlıklı önsözden): Bugün Suriye’deki, Irak’taki, Mısır’daki, Libya’daki, Balkanlar’daki, Kafkaslar’daki hadiselerle niçin bu kadar yakından ilgilendiğimizi, ilgilenmemiz gerektiğini ancak geçmişe bakarak anlayabiliriz. Türkiye’nin oralarda ne işi olduğunu soranlara en güzel cevabı tarih verecektir. Gayet açıktır ki, Birinci Dünya Savaşı, aslında hâlâ sona ermiş değildir. Kanı kanla, zulmü zulümle örtmeye çalışanlara karşı biz kendi tarihimizden, kendi kültürümüzden aldığımız güçle çalışmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz. Misak-ı Millî’yi unutmamak bu mücadelenin ilk ve en önemli şartıdır.
10 Kasım 2017 (Beştepe’deki muhtarlar toplantısında yaptığı konuşmadan): Biz Kurtuluş Savaşımıza başlarken ilan ettiğimiz Misak-ı Millîmize de sahip çıkamadık. Suriye ve Irak’taki gelişmelerde zaman zaman dillendiriyorum. Biz Misak-ı Millîmize yeniden sahip çıkmak zorundayız diyorum. Eğer o hudutlar içinden ülkemize saldırılar oluyorsa buradan buyurun devam edin deme lüksümüz yoktur. Gereğini, gerektiği şekilde yapma zorunluluğumuz var. İdlib’de yapılmakta olan budur. Açıklıyorum; Afrin’de yapılmakta olan da budur.
Kaybedenin demokrasi olduğu ‘kazan-kazan’ oyunu hâlâ sahnede
Bu çıkışların da eşlik ettiği 15 Temmuz sonrasını hep birlikte yaşadık, ülkede yoğun bir baskı rejimi kuruldu. Buradaki soru şu: Kemalistleri Batıcı ve yeterince ‘bağımsızlıkçı’ görmeyen devlet içindeki en anti-demokratik kesimler bu sürecin neresinde? Varlar mı yoklar mı?
Bu, tabii ki benim sorum değil, benim cevabım belli, dillendiriyorum sadece…
“Yoklar” diyenlerin temel argümanı bir karşı soruyla dil’ getiriliyor: “Neden görmüyoruz onları, neden eskiden olduğu gibi ‘biz buradayız’ diye seslerini yükseltmiyorlar?”
Cevabı belli ve basit bu sorunun: Çünkü gerek yok, istedikleri yapılıyor, müttefikleri ile çatışma halinde değiller. Zaman zaman müttefikleri ‘anlaşma’nın sınırlarını ihlal ettiğinde de sözcüleri (Bahçeli) üzerinden itirazlarını dillendiriyorlar.
Parantez: Yeri gelmişken; Bahçeli, 11 Ekim 2016’da Erdoğan’a başkanlık yolunu açan ünlü grup konuşmasını ve sonrasındaki sadık müttefikliğini hep 15 Temmuz’la açıkladı; 15 Temmuz’un beka sorununa yol açtığını, o nedenle Erdoğan’ın karşısından onun yanına geçtiğini söyledi.
Bunu hiç inandırıcı bulmuyorum ve şundan hiç kuşku duymuyorum: Erdoğan 15 Temmuz’u otoriterliğin mezesi yapmayıp demokrasinin büyük imkânı olarak görseydi, Devlet Bahçeli darbeden üç ay sonra (11 Ekim 2016) bir grup toplantısında Erdoğan’ın başkanlığının önünü açmaz, tam tersine onu vatana-millete ihanetle suçlamaya devam ederdi. Yani Devlet Bahçeli ve devlet içindeki en anti-demokratik kesimler Erdoğan’ın mesajlarını-selamlarını aldıkları için ona başkanlık yolunu açmıştı.
Son söz: Bu dizinin ilk bölümünde de söylediğim gibi devletle Erdoğan’ın simbiyotik ilişkisi, kaybedenin demokrasi olduğu bir ‘kazan-kazan’ oyunu. Ve oyun hâlâ sahnede.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025