Alper GÖRMÜŞ
Ergenekon-Balyoz davaları sürerken, 2011’de Cemaat içinde büyük bir ‘atama krizi’ baş gösterdi. Bunun, davalara farklı açılardan bakan iki güç odağının iç mücadelesinin bir uzantısı olduğu yıllar sonra anlaşılacaktı. Eski Zaman gazetesi muhabiri Ahmet Dönmez, “Cemaat içeriden adım adım 15 Temmuz’a nasıl sürüklendi” başlıklı yazı dizisinin “Mahrem hizmetlerdeki güç savaşları” bölümünde bu süreci şöyle anlatıyor:
***
(…) 2011’deki bu atama krizi ile ilgili benim ulaştığım başka bilgiler, olayı çok daha başka boyutlara taşıyor.
Bu aslında başlı başına bir kitap konusu olabilecek büyük bir olay.
Fakat yeri gelmişken buraya not düşmek zorundayım. Çünkü 15 Temmuz‘a giden süreç için hayati önemde.
Bana göre Cemaat içerisinde yaşananlara bakarken “Ergenekon öncesi ve sonrası” diye ikiye ayırmak yanlış olmaz.
Bu operasyonlarla birlikte ‘mahrem hizmetler’in bünyesine giren virüsler çoğaldı çoğaldı ve arıza 15 Temmuz’da feci bir şekilde patladı.
2011 yılındaki bu atama krizinin arkasında da aslında Ergenekon-Balyoz süreçlerindeki anlaşmazlıklar vardı.
Hatırlayalım o dönemi…
Türkiye’de bir askeri vesayet gerçeği vardı, evet.
Derin devlet denen tartışılmaz bir olgu vardı.
Ergenekon denilen karanlık bir yapılanma vardı.
Darbeler, planlar, faili meçhul cinayetler, toplu katliamlar, provokasyonlar hep olmuştu ve o gün için de fazlasıyla vardı.
Bütün bu varlar içerisinde başlayan Ergenekon operasyonları, Türkiye’ye ilk kez kendi gerçeği ve geçmişi ile yüzleşme fırsatı sunmuştu.
Büyük şok dalgalarına rağmen ilk operasyonlar fazla itiraz çekmiyordu.
Kamuoyu desteği fazlaydı.
(…)
Fakat zamanla, yazılmamış bir kitap için gazete basan, muhabir bilgisayarlarına el koyan polisler de görmeye başladık.
Ne oluyordu?
****
Çok şey oluyordu.
Derin devlet bütün silahları ile süreci akamete uğratmaya çalışırken Cemaat içerisinde de bir güç sarhoşluğu başlamıştı.
Bünye içinde iki farklı anlayışın, iki farklı yaklaşımın, iki farklı zihniyetin kapışması yaşanıyordu.
Hangi iki farklı anlayış?
Bazıları şahin, bazıları da temkinliydi.
Bu mahrem birimlerin en tepesindekilerin oluşturduğu bir heyet vardı ve bu heyet, düzenli olarak bir araya geliyor, gündemi tartışıyordu.
O süreçte en önemli başlık Ergenekon, Balyoz ve türevi soruşturmalardı.
Şahinler; arada haksızlıklar olsa bile daha seri, daha geniş kapsamlı ve daha agresif gidilmesi taraftarıydı. “Fırsat bu fırsat, mümkün olan en çok sayıda menfi insan tasfiye edilmeli,” görüşündeydiler.
Buna karşılık bazı Cemaat imamları, yavaş da olsa sağlam gidilmesi ve hukuktan taviz verilmemesi noktasında ısrarcıydı.
Meselâ ‘şahin’lerin başında, “Deniz imamı” İsmail Kokuroğlu (Sezai) geliyordu.
Kokuroğlu, Ergenekon-Balyoz dönemine rengini veren en önemli adamlardan biri. Bir diğeri de onun altında görev yapan Özcan Aytuluner’di (Mithat).
Süleyman Sargın ve Adil Öksüz de Kokuroğlu gibi düşünüyordu.
Bu isimlere göre Deniz ve Hava Kuvvetleri üstüne düşeni yapıyor, ama Kara’ya bakan “Hacı Murat” müstear adlı Ali Semerci ayak sürüyordu. Onun sürece zarar verdiği ve kendilerine zaman kaybettirdiği fikrindeydiler.
Bu da beraberinde bazı agresif yöntemleri gündeme getirecekti.
Hedefteki şahsı soruşturmalarla bir şekilde iltisaklı hale getirebilmek için zorlama yorumlara veya farklı yöntemlere başvurulmaya başlandı.
****
Ne gibi mi?
Biliyorsunuz, o soruşturmaların bazılarında ‘sahte’ olduğu iddia edilen dijital deliller vardı.
Cemaat içi kaynaklardan topladığım bilgilere göre bu iddiaların çoğu aslında doğruydu.
Yani gerçekten de sahte deliller hazırlanmıştı.
Bunu bizzat o sahtecilik işlerinde kullanılan kişilerin anlatımından biliyorum.
Şöyle ki…
Özellikle Ergenekon sonrası farklı soruşturmalarla operasyonlar genişlemişti. Bilhassa Balyoz, Fuhuş ve Askeri Casusluk soruşturmalarında sahte dijital deliller kullanıldığı kabul ediliyor.
Cemaat’in tepe noktalarında bilmesi gereken herkes biliyor bunu.
İzah da edemiyorlar.
Bazıları kendilerine de yalan söylendiğini ve durumu sonradan öğrendiklerini ama işin işten geçtiğini savunuyor.
Bazıları da “Bu şer cephesi ile başka türlü mücadele edilemezdi. Bu bir savaş. Savaş halinde bunlar oluyor maalesef,” tezine sarılıyor.
Ama şimdi aynı silah Cemaat’e karşı kullanılıyor.
****
Nasıl bir savaş bu?
Örneğin, birçok gerçek suçlunun arasına, tek ‘suçu’ Cemaat’e karşıt olmak veya düşmanlık etmek olan, dolayısıyla da engel teşkil ettiği tespit edilen kişiler de torbalara doldurulmaya başlandı.
Bunlar için ‘menfiler’ deniyordu.
İzmir Askeri Casusluk soruşturması zaten Ankara’da hemen her devlet dairesine sıçramıştı. Başbakanlık, İçişleri, Dışişleri, Maliye ve diğer kurumlardan fuhuş yaptığı tespit edilen ‘menfiler’ de ‘casusluk’ torbasına sokularak tasfiye ediliyordu.
Zaten bir kere gözaltına alınması veya soruşturmaya adının karışması yeterliydi. Bu sayede itibarı sarsılan, sicili bozulan veya iktidarın gözünden düşen isimler bir bir görevinden uzaklaşıyordu.
Fakat o dönemde yapılanların Cemaat karşıtlarında nasıl bir bilenmeye yol açtığını, nasıl bir intikam ateşini harladığını ve bunun 15 Temmuz’da karşımıza nasıl çıktığını takdirlerinize bırakıyorum.
****
Bunun dışında, farklı farklı yerlerde bilgisayarlara USB ile ‘delil yükleme’ yöntemi de uygulandı.
Eğer bir ‘menfi’nin aleyhine hiç suç delili yoksa, onunla aynı iş yerinde çalışan biri üzerinden bilgisayarına USB takılıyor, içindeki dosyalar yüklenip siliniyor, polis baskınında gözaltı oluyor ve bilgisayar imajlarında geriye dönük taramalarda bu dosyaların izine rastlanıyordu.
Bu kaç kere olmuştur, sayısını bilmem mümkün değil.
Fakat ben birkaç tanesini net biliyorum.
Geçmişte kamuda çok kritik yerlerde görev yapıp da bizzat bu USB’leri yerleştirdiğini itiraf eden eski devlet memurları ile konuştum. Bu suç olduğu için elbette kimliklerini açıklamak istemiyorlar. Fakat vicdanen rahatsız oldukları için de bu tür şeylerin yapıldığının artık bilinmesini istiyorlar.
Hem onların isimleri hem de hangi tarihte, nerede, kimin bilgisayarına yükleme yaptıkları bilgileri bende mahfuz.
Hatta başka itiraflardan da öğrendiğim kadarıyla bazen başkalarının bilgisayarına USB takıp içindeki dosyaları kopyalama yoluna tevessül edenler de olmuş.
Bu tür taleplerle gelen ‘abi’sini reddedenler de var.
Hatta bir ‘abi’nin “Yapacaksın!” dediği şeye bir başka ‘abi’nin “Sakın onu dinleme. Kesinlikle reddet!” dediği vakalarla da karşılaştım.
Yani bu her birimde, insanlar arası, anlayışlar arası, yöntemler arası bir ayrışmaydı.
****
Bir de bana konuşmayıp da bu süreçte Cemaat’in ‘ilgili’ kişilerine bilgi verenler var.
Bu delillerin üretilmesinde rol olan mühendislerden bazılarının onlara açıkça itirafta bulunduklarını öğrendim.
Ulaştığım bilgilere göre, hangi belgeleri nasıl, nerede hazırladıklarını anlattılar.
O ‘ilgili’ kişiler bunları raporladı.
Şu anda bunları Cemaat içerisinde bilenler biliyor.
Fakat detayları benimle paylaşmaya yanaşmıyorlar.
Ama ilginçtir, gereğini de yapmıyorlar. Tabanın bilmesini de istemiyorlar.
Bana göre orada da bir tıkanma sözkonusu.
****
Daha da önemli olan kısmına geleyim…
Bu sahtecilikler ta o zaman da Cemaat içerisinde farkedilmişti.
Yani operasyonlar devam ederken…
Meselâ 2003 orijinli belgelerde, o tarih itibariyle olmayan yazı fontunun kullanılması, o tarihte olmayan sokak isimlerinin, hastane, şirket, dernek, AVM adlarının yer alması, yine o tarih itibariyle henüz hizmete geçmemiş olduğu halde MOBESE kayıtlarından bahsedilmesi gibi…
Ve, yukarıda bahsettiğim daha başka soruşturmalardaki bazı dijital deliller de…
Bu skandallar, Cemaat’in mahrem birimlerinde de sert tartışmalara yol açtı.
Bu işin arkasında Kokuroğlu (Sezai) ve Aytuluner’in (Mithat) olduğu iddia edildi.
Buna göre, onların ‘bilişim birimi’ndeki mühendislere hazırlattıkları bu ‘deliller’, ya asker üzerinden Emniyet’e ulaştırılıyor veya bir şekilde polislerin bunları baskınlarda bulması sağlanıyordu.
Burada bir parantez açıp bu ‘bilişim birimi’nden söz edelim.
Daha önceki bölümlerde biraz bahsettim.
Bu birimin en önemli özelliği şuydu: Devletin bazı kritik kurumlarının dijital arşivi buraya yedeklenmişti.
Ellerinde muazzam bir bilgi havuzu vardı.
Bunun dışında, Cemaat’in hususi birimlerinin elinin altında sahadan toplanmış istihbarat havuzu da bulunuyordu.
Her birim, kendine bağlı sivil ve askerî memurlardan belgeler ve şifahi bilgiler topluyordu. Bunlar da güvenli bilgisayarlarda veya harddisklerde depolanıyordu.
Haliyle bu bilgilere sahip olan yukarıdaki kimi sivil abiler, bunların içinden işine yarayan kısımları, bu birim vasıtası ile ‘belgeye’ dönüştürmeye başladı.
Mantık biraz da şöyle işliyordu: Diyelim ki bir narkotik ekibi uzunca süredir bir uyuşturucu çetesini takip ediyor. Ellerinde itirafçılar var, dinleme kayıtları var ama bir türlü suç üstü yapamıyor. Uyuşturucu ticareti yaptıklarından eminler. Fakat delillendiremiyorlar. Operasyonun tehlikeye gireceğini anladıkları anda baskın yapıyor ve mekana uyuşturucu koyarak bunları çeteden ele geçirilmiş gibi adli işlem yapıyor.
****
Burada da benzer bir durum var.
Ellerindeki istihbarat havuzu ile kendi kişisel dünya görüşleri, inançları, motivasyonları veya hırsları birleşince bazı isimleri hedef yapmaya başladılar.
Mümkün olduğunca en fazla ‘menfi’yi tasfiye etme hevesine kapıldılar.
Operasyonları götürmek istedikleri yere doğru polisi de adliyeyi de sürüklediler.
Bazı polisler de bu durumun farkına vardı ve iş büyüdü.
Cemaat içi kanallara haber gönderdiler.
Elimdeki teyidli bilgilere göre, “Biz doğru ve sağlam bir operasyon yürütüyoruz. Elimizde zaten güçlü deliller var. Ama birileri bu işi sulandırıyor. Haklı operasyonlara gölge düşürecekler. Bunun sorumlularını bulun ve gereğini yapın,” diyorlardı.
Bu da içeride büyük bir gerilime yol açtı.
Mahrem birimlerde görev yapan birçok kişi, sahte deliller üretilmiş olmasına tepki gösterdi.
****
İşte şimdi bu noktada, yazının ana konusuna geliyoruz.
Yani 2011 atama krizine…
Yukarıda da değindiğim gibi, “Kara Kuvvetleri imamı” Ali Semerci (Hacı Murat), aşırı yaklaşımlara ve sahteciliklere tepki koyanların başında geliyordu. “Bunlara gerek yok. Zaten yeterince delil var. Temkinli ve tedbirli gitmek lazım. Yaptığınız büyük yanlış,” anlamına gelecek şeyler söylüyordu.
“Deniz Kuvvetleri imamı” İsmail Kokuroğlu ve “Hava Kuvvetleri imamı” Adil Öksüz (Namık) ise öyle düşünmüyordu.
Semerci’ye en fazla karşı çıkanın Kokuroğlu olduğu anlatılıyor.
“Şu anda elimizde bir sürü imkân var. Hazır fırsat bulmuşken bunları bir daha ayağa kalkamayacak hale getirmek gerek. Muhtemel Ergenekoncuları da bu vesile ile elemine etmeliyiz,” anlayışında olduğu iddia ediliyor.
Yani bir çuval açmışlar ve ‘muhtemel’ olarak gördükleri kişileri de o çuvala koyuyorlardı.
Ve bunu da o heyet toplantılarında açık açık savunuyorlardı.
Bunda Gülen’in, aynı süreçte yaptığı bir mahrem sohbette söylediği iddia edilen, “Türkiye’nin bugünkü meseleleri mutlak adalet ile çözülemez,” ve “Cerrahlar bazen kanserli hücreleri temizlerken neşteri şöyle biraz genişten, biraz derinden vururlar. Arada sağlıklı hücreler de gider ama en azından urları temizlerler ve kısa vadede bir daha nüksetmesinin önüne geçerler,” şeklindeki sözlerinin etkisi var mıdır, bilmiyorum.
Belki de birileri bu sözlerden yorum çıkarıp işi sahte delil üretmeye kadar vardırmıştır, kim bilir.
Daha önce de ifade etmiştim; Gülen’in ağzından çıkan sözlerdeki bir milimlik açı, Türkiye’ye ulaşıp operasyonlara yansıyana kadar devasa bir boşluğa dönüşebiliyordu. Yani kapı ardına kadar açılıyordu.
****
İşte bu dönemde Kokuroğlu’nun, Aytuluner ile birlikte Amerika’ya Gülen’i ziyarete giderek, “Hocam, Murat Bey (Ali Semerci) operasyonlara takoz oluyor. İşleri yavaşlatıyor. Sürece zarar veriyor. Arkadaşları engelliyor,” diye şikâyet ettiği yönünde iddialar var.
Buna karşılık Semerci’nin de Gülen’e giderek bu ikisini şikâyet ettiği ve açık açık bu şahısların sahte delil ürettiğini söylediği ileri sürülüyor.
Bilgiler, normalde Gülen’in başlarda Semerci’yi koruduğu yönünde.
Ergenekon konusunda Semerci gibi düşündüğü, temkinli olmak ve delillere göre hareket etmek gerektiğini söylediği yönünde aktarımlar var.
Ama ne oluyorsa zamanla Gülen de Semerci aleyhine dönüyor.
Belki bunda şunun da etkisi olabilir.
Semerci, zaten epeydir bu grubun hedefindeydi.
Onu yetersiz ve beceriksiz buldukları; konumunun hakkını verememek ve işini iyi yapmamakla suçladıkları ve artık görevi bırakması gerektiği yönünde kulis yaptıkları öne sürülüyor.
Hatta bu sözünü ettiğim ‘mahrem heyet’ toplantılarında Ali Semerci’nin adının, yarı şaka yarı ciddi “AKP’li”ye çıkarıldığını da işittim. Ona “İçimizdeki gizli AKP’li misin?” şeklinde sık sık takıldıkları anlatılıyor.
Yine benim ulaştığım iddialara göre, bu dönemde Gülen’e Semerci aleyhinde mektuplar da yazılıyordu.
Diğer bazı mahrem birim sorumluları ile birlikte Balıkesir’de bir mandıra açtığı, bunun için Tarım Kredi Destekleme Fonu’ndan yüzbinlerce TL fon kullandığı ve lüks arabalara bindiği gibi şikayetler vardı.
Gülen’in de bu mektuplardan etkilendiği ifade ediliyor.
Ancak iddia o ki, daha sonradan, yani 2011 Eylül ayındaki sözkonusu tayinlerden sonra bir araştırma yapılmış ve Semerci’nin lüks bir arabasının olmadığı anlaşılmıştı.
Balıkesir’de birkaç kişinin ortak yaptığı hayvancılık tesisi ise kısa sürede batmıştı.
****
İşte bu 2011 atama krizi, böyle bir arkaplan üzerine yaşanmıştı.
Süleyman Sargın ve İsmail Kokuroğlu’nun, atamalardan önce Gülen’le görüşmeler yaptığı, Sargın’ın kimi isimleri şikayet ettiği ve Eylül ayındaki tayinlerin bunun arkasından geldiği yorumları da bu arkaplana dayanıyor.
Gülen’in Osmanlıca el yazması mektubu ile kararlar açıklanmış; Semerci, Kara’dan alınırken yerine İsmail Kokuroğlu getirilmişti.
Emniyet’in başına da Sargın tayin edilmişti.
Sonrası daha da önemli.
Adım adım 15 Temmuz’a götüren süreç, böyle başlıyor.
İddialara göre karşı bir hamle sonucu Gülen’in kararları geri çekmesi, İsmail Kokuroğlu cephesinde büyük bir hayalkırıklığına yol açmıştı.
Mahrem birimlerdeki en önemli kişiler olacakken bir anda oyunun dışında kalmışlardı.
Yani bir anlamda Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmuşlardı.
Kokuroğlu’nun daha sonra “Maç daha bitmedi. Bunun ikinci devresi var, herkes bunu görecek,” diye meydan okuduğu da dillerde.
Gerçi tam tersine, hiçbir itirazda bulunmadan ve ‘gıkını dahi çıkarmadan’ yeni tayin yeri ABD’ye geçtiğini söyleyen de var ama Kokuroğlu gibi ‘şahin’ ve ‘agresif’ bir karaktere bu ne kadar uyuyor, emin değilim.
Burada bence en önemli soru şu: Eğer 2011’de bu ekip işbaşına gelseydi, hadiseler nasıl ve nereye evrilecekti?
Gerçi bunu da 5 yıl sonra öğrenecektik.
****
Bu arada Ali Semerci’nin de İsmail Kokuroğlu’nun da bu konuyla ilgili sorularıma cevap vermediğini bildirmek isterim.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025