Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Nerede duruyoruz?
9.01.2013
3272

 Bu topraklar hızlı değişim dönemlerine hiçbir zaman hazırlıklı olmadı. Geçmişte yaşanan ve zamanına göre ‘hızlı' sayılacak değişimler, zihni ve ideolojik açıdan hiçbir zaman tasvip görmedi, yadırgandı ve son kertede mecburen katlanılan zararlı bir yönelim olarak hafızalara kazındı.

Değişimin olumlu bir değer olarak anlam dünyamıza girmesi 19. yüzyılın son çeyreğidir. Ne yazık ki Cumhuriyet'le ‘taçlanan' o dönem de değişimi tümüyle araçsallaştırarak bir toplum mühendisliğine dönüştürdü ve halkın değişimden ürkmesini rasyonel hale getirdi. Bugün ise epeyce farklı bir zihinsel ortamdayız. Değişimi hem ilkesel olarak benimsiyor hem de bunun aşağıdan yukarıya yaşanacak olumlu bir dinamik olduğunu içselleştiriyoruz.

TESEV'in geçen eylül ayında gerçekleştirdiği saha çalışması en azından şu gerçeği çok açık olarak ortaya koymakta: Türkiye toplumu küresel adaptasyonun ve son yirmi yılda yaşanan zihinsel değişimin sonucunda, normlar ve idealler açısından demokratik bir ülke tahayyülüne sahip hale gelmiş gözüküyor. Ancak bu normatif kurgunun hayata yansıması sorunsuz değil. Çünkü toplumun büyük çoğunluğu ülke gerçekleriyle karşı karşıya geldiğinde ilkesel bakışı arkaya atarak, pragmatik ölçütlerle hareket ediyor ve bir yeniden yapılanmayı desteklemekten ziyade var olan yapı içinde sınırlı bir çoğulculuğun yerleşmesiyle yetiniyor. Söz konusu çoğulculuğun sınırı ise bir çatışma ihtimaline yol açıp açmayacağı ile çiziliyor ve eğer çoğulculuk böyle bir tehlikeyi ima ediyorsa sınırlanması isteniyor. Öngörülen tehlikeye ilişkin endişenin güçlü olduğu durumlarda savunmacı tutum artıyor ve statükonun devamından yana ağırlık konabiliyor.

Öte yandan norm ve idealler ile bunun karşısında yer alan tutuculuk arasındaki çelişki genelde gerçekçiliğin tezahürü olarak görülüyor. Gerçekçiliğin toplumsal taleplerle karşı karşıya geldiği durumlarda ise toplumu ortadan bölen kırılmalar yaşanıyor ve üstelik bu kırılmalar belirli kültürel grupları bir bütün olarak tek bir safta toplayabiliyor.

Saha raporunun sonuç bölümünde bu durum şöyle betimlenmiş: “Bu çıkarsamalar, çatışma korkusunun ve bunun karşısında yer alan düzen fikrinin, tüm soruların arka planında yer alan güçlü bir anlamlandırma çerçevesi sunduğunu ima etmekte. Tehditlerin olmadığı ve bireysel hak ve özgürlüklerin bir baskı altında kalmadan tanımlandığı durumlarda devletin olabildiğince sınırlanması veya vatandaşa hizmet vermek üzere işlevselleşmesi öngörülüyor. Ancak tehditlerin varlığına inanıldığı ve bu tehditlerin genel denge ve nizama ilişkin olduğunun düşünüldüğü durumlarda, devlet bizatihi bir özne olarak öne çıkıyor ve korunması gereken bir kıymete dönüşüyor. Devletin bu denli önemsenmesi, birçok yanıtın ima ettiği üzere, bir hakem ihtiyacının varlığından kaynaklanıyor ve dolayısıyla çoğulculuğa doğru giden adımların devletin içinde veya denetimi altında gerçekleşmesi tercih ediliyor… Böyle bakıldığında Türkiye toplumunun hâlâ bir Osmanlı hayalinin özlemi içinden geleceğe yöneldiğini, ama bu hayali evrensel normları taşıyacak, hakemlik yapacak ve çatışmaları çözecek bir devletle bütünleştirdiğini söylemek mümkün.”

Buradan hareketle Türkiye toplumunun, her ne kadar idealde kendisini ‘tam ve ileri' demokrasiye layık görse de, şu an için bu değişime yeterince hazır olmadığını ve ancak devletin dönüşümüne paralel olarak, yani onu koruyarak bu yola çıkabileceğini anlıyoruz. Dolayısıyla gerçekçi olarak bakıldığında örneğin yapılacak anayasanın geçmişe kıyasla çok daha demokratik olma ihtimalinin yüksek olacağını, bunun geniş toplumsal destek bulacağını, ancak herhangi bir gelişmiş Batılı ülke standardına erişilmesinin kolay olmadığını söyleyebiliriz.

Rapor'un sonuç bölümü genel tabloyu da şu şekilde betimlemekte: “Buradan çıkacak sonuç bütün tedirginliklerine rağmen, cesur olmak isteyen ama cesaretin bedelinden de ürken, bu nedenle gerçekçi olmaya çalışan ama gerçekçilik yönünde her adımında kendisini çelişkili konumlarda bulan bir halk olduğumuz. Söz konusu ikilemler somut alana gelindiğinde kişileri toplum olmanın gerektirdiği açılımla, toplum olamamanın getirdiği korkular arasında salınır halde bırakabiliyor.”

Yine Rapor'un altını çizdiği üzere anayasa ihtiyacının varlığı ve bununla ilgili beslenen tasavvur bile, Türkiye toplumunun farklı bir zihinsel evreye geçtiğinin işareti. Öte yandan özgüveni böylesine sarsılmış bir toplumda tek seferde, bir kopuş halinde yepyeni bir düzene doğru geçilmesi ne derece gerçekçi veya sağlıklı, ayrı bir soru…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar