İsmet Berkan
Bir ülkede hukuk devletini, Anayasayı, Anayasayla konulan düzeni kim korur? Veya bu düzen nasıl korunur?
Dün burada Anayasa Mahkemesi’nin Gezi davası hükümlüsü Tayfun Kahraman için verdiği “Yeniden yargılanmalı” kararına uymayan ve bu kararı uygulamayı reddeden İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi kararından hareketle yazmaya çalıştım:
Yasa yapıcılar, Anayasa ve Anayasal düzenin sadece cebir ve şiddet yoluyla yıkılmaya çalışılacağını varsaymış, Türk Ceza Kanunu’nun “Anayasaya karşı suçlar” bölümünde sadece bu çeşit cebir-şiddet eylemlerini suç kabul edip cezalandırmış.
Anayasa yapıcı ve kanun koyucu, Anayasanın bir veya daha fazla maddesine aykırı hareket eden, bu madde veya maddeleri uygulamayanlarla ilgili doğrudan bir tedbir geliştirmemiş.
Dün Tayfun Kahraman’ın avukatları, 13. Ağır Ceza’nın kararına karşı bir üst mahkemeye, 14. Ağır Ceza’ya başvurdu. Bu tabii, hukuk içinde kalarak bir itiraz yolu. Umarım geçerli bir yol olur, 14. Ağır Ceza 13. Ağır Ceza’nın kararını kaldırır. Ama bu meselemizin sadece bir tarafı. Yani bir başka mahkeme Anayasa Mahkemesi kararını uygulamaya karar verecek olursa bu sadece meydandaki aykırılığı giderir. O aykırılığın ortaya çıkmış olmasını ortadan tamamen kaldırmaz.
Tam da bu sebeple Barolar Birliği’nden CHP’ye ve başka hukuk gruplarına kadar pek çok kurum dün 13. Ağır Ceza hakkında Hakimler Savcılar Kurulu’na da başvurma kararlarını duyurdu.
Eğer HSK 13. Ağır Ceza heyetine disiplin uygulayacak olursa, bu da önemli olur kuşkusuz. Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının uygulanmaması diye bir seçeneğin bulunmadığının herkese yüksek sesle hatırlatılması, Türkiye’nin hukuk devletine geri dönmesi için bir şans olur.
Ancak yine de benim kafam, Anayasanın korumasız olmasında, Anayasayı uygulamayanların yaptıklarının yanına kalması konusunda takılı kaldı.
Sağolsunlar, çok sayıda önemli hukukçu benim kafaya taktığım bu konuyu kafaya taktı, bana hem bazı örnek olaylar, mahkeme kararları hem de durumlar gönderdi.
Baktığınızda Ceza Kanunumuzda “Mahkeme kararlarını uygulamama suçu” diye bir suç da yok aslında. Daha doğrusu böyle doğrudan bir düzenleme yok.
Ama bir zamanlar bu konu Türkiye’nin çok büyük bir konusuydu, hala daha zaman zaman yaşandığı oluyor: Özellikle İdare Mahkemesi kararlarına, eğer karar kendi aleyhindeyse yürütme erki uymamayı tercih edebiliyor. Yani Danıştay kararını uygulamayabiliyor.
İşte böyle durumlar için mahkemeler zaman içinde bir yol bulmuş, o yolu Yargıtay da benimsemiş ve yargı kararlarına uymama hali, kararı uygulamayanlar için “görevi ihmal” suçu olarak görülmeye başlanmış. Halen yaygın uygulama da böyle.
Fakat tabii bana ulaşan bütün örneklerde “görevi ihmal” suçunu işleyenler kamu görevlileri.
Peki ya mahkeme kararını uygulamayan bir başka mahkeme olursa?
Böyle bir örneğimiz yok benim bildiğim kadarıyla.
Çünkü unutmayın, “görevi ihmal” TCK’da tanımlanmış bir suç.
Ama yargıçların bırakın yargılanmasını basit disiplin soruşturmalarına uğraması bile son derece sıkı bir dizi prosedüre bağlı bir şey. Bu da normal. Önüne gelen canının çektiği yargıcı kolayca suçlayamasın, yargıcın bağımsızlığı temin edilsin diye konmuş bütün bu zorlaştırıcı prosedürler.
Bir yargıcın soruşturulması veya yargılanması için gereken izni HSK veriyor.
Yani yargıçlarla ilgili disiplin soruşturmaları için de, adli soruşturmalar için de suyun başında HSK var.
Bu kurulun üyelerinin çoğunluğunu Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi atadığı için, iş dönüyor dolaşıyor siyasete ve yürütme erkine geliyor.
Hepimiz biliyoruz ki Türkiye’de böyle yüksek görevlere iktidar tarafından atananlar, atandıkları günün ertesinde bağımsızlıklarını ilan etmiyor; o iktidarla epey yakın, detaylar seviyesinde yakın kalmaya ve “yukarı”nın sözünden çıkmamaya dikkat ederek görev yapıyor.
Bu durum da bizi dönüyor dolaşıyor demokrasinin özüne, kuvvetler ayrılığına getiriyor.
Şimdi bakın, Türkiye’de iktidar, 9 yıldır hapiste tutulan Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakmaya hazırlanıyor.
Oysa kendine “hukuk devleti” ve “demokrasi” diyen hiçbir ülkede bir bireyin hapiste kalıp kalmaması iktidarın gündelik tercihleriyle olmaz. Türkiye’de iktidar şimdi konjonktür gereği Demirtaş’ı serbest bırakmayı düşünüyor; çünkü dün de onu yine konjonktür gereği hapse atmayı, hapiste 9 yıl tutmayı tercih etmişti.
Ceza hukukçusu Prof. Dr. Adem Sözüer, bu durumu “kayıt dışı hukuk” olarak niteliyor. Çok haksız değil. Türkiye’de yazılı hukuk büyük ölçüde askıda; neyin suç neyin suç olmadığını çoğu zaman önceden bilmiyoruz, savcılarımız arzuya göre suç icat edebiliyor, mevcut bir suçun kapsamını ansızın saçmalık derecesinde genişletebiliyor. (Fatih Altaylı’nın başına geleni düşünün: Söz söyledi diye Cumhurbaşkanına fiili saldırıda bulundu kabul ediliyor ve o yüzden tutuklu yargılanıyor.)
“Kayıt dışı hukuk”ta bugün suç olmayan, bütün kayıt dışılığa rağmen suç gibi görülmeyen bir şey yarın ansızın suç haline dönüşebiliyor, üstelik on yıllarca geriye dönülerek de uygulanabiliyor.
Osman Kavala, Tayfun Kahraman, Can Atalay, bütün Gezi hükümlüleri bu durumda. Daha önce beraat edildiği halde yargılanıp mahkum edildiler. Yaptıkları önceden bir mahkemeye göre suç değildi, sonradan bir başka mahkemeye kararıyla suç haline geldi. Dosya aynı, kişiler aynı.
“Tuz da koktu” denen durum tam olarak bu “kayıt dışı hukuk”tan kaynaklanıyor.
BU DEVİRDE MERKEZ BANKASI BAŞKANI OLMAK İSTER MİYDİNİZ?
Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay, piyasaların çok yakından tanıdığı ve güvendiği bir isim. Önümüzdeki sene 65 yaşını dolduracağı için bankadaki görevini bırakacak Akçay.
Dün Merkez Bankası’nın enflasyon raporu sunumunda bir soru üzerine son derece önemli bir şeyi söyledi Akçay, bugün baktım pek az kimse bu sözlerin öneminin farkında.
Akçay’a aylık yüzde 2 seviyesinde giden enflasyonun önümüzdeki sene ne olup da aylık yüzde 1’in etrafına ineceği soruldu. Akçay’a göre bu soru “parasal sıkılık”la ilgili bir soruydu.
“Sıkılık kavramının sorgulamak önemli. Şundan dolayı, TGA ile ilgili soru gelmedi. Oysaki tarihi düşük. Bunun sebeplerinden biri de, şirketlerin sıkılaşma dönemine ciddi tampon ve düşük borçlulukla girmesi. Bu onlar için çok iyi fakat yüksekken şirketlerin finansman tarafında sisteme ihtiyacı yoksa sorun olmuyor. Ne zaman tamponlar eriyor ve şirketler fonlama tarafında sisteme muhtaç haline geliyorlar yüksek faiz o zaman sıkılık anlamına geliyor. Böyle baktığınızda, 2 senedir sıkıdır demek yanlış bir şey.”
Son cümleyi okudunuz mu? Yeniden yazayım: Cevdet Akçay, “Son iki senedir (para politikası) sıkıdır demek yanlış bir şey” diyor.
Tanıyanlar biliyor, Cevdet Akçay şirketler kesimi açısından “sıkı para” algısının yaşanmadığını, şirketler kesiminin ekonomik soğumayı hissetmediğini göreve başladıktan 2 yıl sonra ancak görmüş olabilir mi?
Ben cevap vereyim: Her zaman veri tabanlı hareket eden Akçay bu durumu daha ilk aydan farketmiş olmalı.
Eğer enflasyon aşağı doğru ancak sıkı para politikası ve piyasanın “Ekonomi soğuyor, biz de finansmana erişemiyoruz” algısıyla kırılacaksa, demek Merkez Bankası uyguladığından çok daha yüksek faiz uygulamalıydı.
Neden uygulamadı veya uygulayamadı?
Bu sorunun cevabı iktisat kurallarında değil, Türkiye’de siyasetin hakimiyet alanında. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kızmasın diye daha yüksek faiz uygulanmadı, hatta bırakın yüksek faizi Merkez Bankası enflasyonun yükseldiğini göre göre faiz indirdi bu ülkede.
Cevdet Akçay 65 yaşını doldurmakta olduğuna seviniyor, doğum gününü hasretle bekliyor olmalı.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları




































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.11.2025
30.10.2025
25.10.2025
18.10.2025
17.10.2025
11.10.2025
6.10.2025
3.10.2025
2.10.2025
30.09.2025