Murat Sevinç
Herkesi sersemleten hızda bir şeyler oluyor ülkede. Artık ‘yenidoğan’ faciası pek konuşulmuyor. Zaten bebeklere dair haberler (ve Allah bilir başkaca kimlerin!) ‘Narin’ cinayetinin yerini almıştı. Bir ay öncesinde ise katledilen hayvanlardı gündem. Tanık olduğumuz her şey, ‘yönetemediği’ ileri sürülen iktidar blokunun ‘bu şekilde’ yönettiğini gösteriyor. ‘Yönetemedikleri’ iddia edilenler, Kürt meselesine dair hayli cüretkar ve biz ölümlüler için beklenmedik ‘ataklarla’ gündemi belirledi ve muhalifliğinin sınırları her zaman iktidar tarafından çizilen muhalefetin çevresini bir kez daha çitle çevirdi. Şimdi o sınırları aşmadan, yine iktidar bloku tarafından belirlenecek süre zarfında konuşulacak.
Henüz hiç kimsenin tam olarak pek bir şey anlamadığı, olup bitenin hiçbir ayrıntısına vâkıf olmadığımız güncel gelişmeler üzerine ‘tahminde’ bulunmanın fazlaca anlamı yok. Yapılan her yorum birkaç saat sonra değersizleşiyor. Bazen yalnızca ‘seyretme’ seçeneği veriliyor yurttaşa. ‘Yurttaş’ dediğime bakmayın, sözün gelişi… Türkiye deneyimi, her gelişmede, bir yurttaş ve insan olarak ‘otoritelerin’ gözünde hiçbir değerimizin olmadığını tekrar tekrar öğretiyor. Bu konu sonraki yazılara kalsın…
İstanbul Barosu’nun yeni başkanı İbrahim Kaboğlu’nun seçim sonrası yaşadıklarının, bu hengamede önemsizleşmesini istemedim. Üzerinden yeteri kadar süre geçti. Kaboğlu’nun karşılaştığı tepkinin yalnızca onu ve Baro yönetimini ilgilendirmediği kanısındayım.
Anayasa hukukçusu İbrahim Kaboğlu, İstanbul Barosu başkanı seçildi ve beklenebileceği gibi, bir zafer konuşması yaptı. Konu nasıl oraya geldi bilmiyorum; bir yerde, Anayasa’nın ilk üç maddesine dair bir şeyler söyledi. Özü şuydu: “Değişmez maddelere olumlu anlamda dokunulabilir.” Sözlerinin ardından, artık Türkiye’de âdetten olduğu üzere bir linç kampanyasıyla karşı karşıya kaldı. Bunun üzerine, biri kısa diğeri uzun iki açıklama ve bir de ‘konuyu açan’ yazı yayınladı. İlgili haberi buraya bırakıyorum.
Bana kalırsa İbrahim Kaboğlu’nun seçim zaferi konuşmasında bu konuya girmesi ‘yersiz’ ve ‘zamansız’ bir tercihti. Hem başarıyı gölgeledi, hem de haksız bir kitlesel öfkeyle sınandı. Bana yersiz ve zamansız görünen o sözler, kuşkusuz Hoca’nın tercihidir ve belki de ‘mesleki deformasyon’ kaynaklıdır. Her neyse, İbrahim Kaboğlu’nun benim savunmama ihtiyacı yok.
Beni ilgilendiren, Kıbrıslıların söyleşiyle ‘asapları bozulmuş’ ülkemizde, özellikle ‘muhaliflerin’ Kaboğlu gibi birine dahi tahammül gösteremeyecek halde oluşu. Mansur Yavaş, Hoca’ya AYM kararlarını hatırlattı, koşar adımlarla üstelik. Bir gün sonra da, ‘Mansur Başkan bir şey söyledi, kambersiz düğün olmaz’ sancısıyla, Ekrem İmamoğlu açıklama yaptı. Tepki gösterdikleri insan kırk yıllık anayasa hukuku hocası ve önceki dönem CHP milletvekili. Tepki gösterdikleri ise ‘aslında’ hâkim olmadıkları bir konu. Bir sonraki cumhurbaşkanı seçiminde ‘kime ne kadar sevimli görünebiliriz’ kaygısıyla hareket ediyorlar belli ki.
İbrahim Kaboğlu, anayasal açıdan tartışmalı bir konuya, olmadık bir yerde değindi, dinleyenlere/kamuoyuna öğrenci muamelesi yaptı ve muhterem kamuoyu ile daha da muhterem siyasetçilere çarptı. Buna mukabil, söyledikleri hiç birimizin ilk kez işittiği şeyler değildi.
İlk üç madde meselesi uzun ve çok boyutlu bir konu. Türkiye’de sağlıklı bir anayasa tartışmasının koşullarının olmadığını ve iktidarı tanıdığımı düşündüğüm için, teknik yanları çok olan bu ‘çetrefil’ mevzu hakkında yazmadım. Meslektaşlar bir yana, konu hakkında konuşan ve zaman zaman saygı sınırlarını aşan tepki gösterenler ‘değiştirilemez madde’ meselesinin geçmişine hâkim olmadığı gibi, genellikle milliyetçilik yarıştırıyorlar.
Peki, Anayasa’nın ilk iki maddesinin içi adım adım boşaltılır ve kuru birer sözcüğe dönüştürülürken neden gür bir ses çıkarılmadı? İnsan haklarını, hukuk devletini, sosyal devleti, demokratik devleti ve hatta ‘Cumhuriyet’i korumak için nasıl bir mücadele vermiş olabilir bu öfkeli-linççi güruh? Şimdi, yıllardır demokrasiyi savunan bir anayasa hukuku hocası, ilk üç maddeye ‘olumlu anlamda dokunulabilir’ ifadesini sarf edince gösterilen tepkinin binde biri, benim de çok değer verdiğim o ilkeler yerle yeksan edilirken verildi mi? Bu ülkede, demokratik anayasal ilkelere tehdit teşkil eden, İbrahim Kaboğlu mu? Yoksa, Kaboğlu’nun bir KHK’li oluşu ve Kürt meselesine duyarlılığı nedeniyle, ona özel bir tarife mi uygulandı!
Ülke bir derslik, tartışan ve tepki gösterenler de kürsüdeki hoca olmadığına göre, siyasetçiler bakımından bu konular ancak ‘siyasileştirilebildikleri’ ölçüde bir değer taşır. Söylemek istediğimi birkaç ‘tuhaf’ örnekle daha iyi anlatabilirim: Örneğin, Anayasa’nın birinci maddesine bir ek yapılsa ve madde “Türkiye Devleti, Atatürkçü bir Cumhuriyettir” olsa, Atatürkçüler ne düşünür? Çok mu kızarlar, ülkenin elden gittiğini düşünürler mi? Peki, aynı madde, “Türkiye Devleti, sosyalist bir Cumhuriyettir” şeklinde değişse? Sosyalistler itiraz eder mi? Sanmıyorum. Bakınız, Fransa Anayasası’nın birinci maddesi Cumhuriyet’in niteliklerini ve temel bazı ilkeleri sayar ve Anayasa’nın ‘anayasa değişikliği’ yöntemini düzenleyen 89.maddesi, ‘bir hükümet-yönetim biçimi’ olarak Cumhuriyet’in ‘değiştirilemeyeceğini’ söyler. Oysa 2003’te 1. madde değiştirildi ve Cumhuriyetin ‘desantralize’ (ademimerkezileştirilmiş) bir cumhuriyet olduğu belirtildi. Bir başka söyleyişle, bir ‘sözcük’ eklendi. Kaboğlu’nun ‘olumlu dokunuş’ örneğine uygun biçimde.
Bu örnekleri vermemin amacı şu: Anayasanın ‘değiştirilemez’ maddeleri tartışmasının, teknik-tarihsel yanları olduğu gibi, toplumsal-siyasal tarafları da var. Konuyu yalnızca birinden ibaret görmek mümkün değil. Hal böyleyken, tüm teknik-tarihsel birikimin akademik dil ve yöntemle ele alınması ne kadar gerekliyse; ilk üç madde değişikliğinden söz edenlere, “Değiştirmek istediğiniz, eklemek ya da çıkarmak istediğiniz nedir?” sorusunu yöneltmek de o denli gerekli. Böylece İbrahim Kaboğlu ile HÜDA PAR mensupları arasında insaflı bir ayrım yapmak da mümkün olabilir!
Ezcümle,
Birincisi, Türkiye’nin (Kürt sorunu dahil) pek çok sorununun Anayasa’nın ilk üç maddesine dokunmadan çözülebileceğini düşünüyorum. Diğer yandan, Milli Güvenlik Konseyi’nden miras kalan bazı açmazların tartışılmasından doğal ne olabilir? Mesele, “Siz neyi ve nasıl değiştirmek istiyorsunuz, derdiniz nedir?” sorusunu yöneltmek ve bir yanıt talep etmek. Muhalif siyasetçilerin yapması gereken herhalde budur. Siyaset yapmak. Aksi halde, hiç dokunulmamış (bugüne dek olduğu gibi) ve içi tamamen boşaltılmış (hâlihazırda olduğu gibi) ‘değişmez’ maddelerin turşusunu kurmak zorunda kalırız (ki, kaldık!) cümleten.
İkincisi, linç, yalnızca linç edilenin sorunu değil. Dert edilmesi gereken, ülkede hiç kimsenin biraz olsun farklı bir şey söyleyecek halinin kalmaması. (Belki, Bahçeli haricinde!) Berbat durumdayız. Ahalinin bunaldığı, geleceği için endişelendiği ve buluttan nem kapar hale geldiği malum ve o ahali çok haksız değil. Güzel de, ifade özgürlüğünün, aklı başında davranması beklenenlerin de harlamasıyla bu ölçüde bastırılması kabul edilemez bir durum.
Vefat etmiş, yaşayan, içlerinde hocalarımın da bulunduğu muteber anayasa hocaları; yıllar önce yazıp konuştukları bazı konuları bugün gündeme getirebilse, geçelim iktidar yanlılarını, önce muhalif kamuoyu tarafından katrana bulanırdı. Pek gurur duyulacak bir tablo olmasa gerek.
Not: Radyomuz yeniden açılana dek, her yazının sonuna Radyo sayfasını ekleyeceğim: ‘https://acikradyo.com.tr/‘
Yazarlar
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.12.2025
23.11.2025
21.11.2025
14.11.2025
30.10.2025
26.10.2025
12.10.2025
3.10.2025
14.09.2025
11.09.2025