Ümit KIVANÇ
Türkiye'de "basın özgürlüğü günü" diye bir şey yok, olmadı, yakın gelecekte de olmayacak. Çünkü Türkiye'de "basın" kavramı yalan yanlış bir gazetecilik idrakı üzerine kurulu. Çünkü Türkiye'de "hakikat" kavramı çok büyük çoğunluk için özel önem taşımıyor. Çünkü Türkiye'de yaşayan iki ayrı toplumun iki büyük inanışı da, gazetecilik mesleğinin asgarî önkoşulu ve zemini olan, hakikate karşı sorumluluk duygusunu insan zihninde yeşertmekten aciz; aksine, kendinden memnun olarak yaşamayı, hakikatin bir kısmına göz kapatmaya bağlıyorlar.
Türkiye'de, Aydınlanma ve akılcılık'ı yaldıza sarılmış pislik haline getiren Cumhuriyet ideolojisi, şüphesiz bu durumun ilk müsebbibi. Eğer Cumhuriyet'in gerçek, haber, gazetecilik, basın, akıl, fikir mevzularında yarattığı tahribat olmasaydı, bugün yönetmekten sadece tahakkümü anlayan bir iktidarın alelâde propaganda vasıtaları konumuna gelmiş insanlar ve yayın organları, gazeteci kimliği taşıdıklarını iddia etmeye cüret gösteremezlerdi.
Nasıl din adına ahlâksızlık yapılması iki kat büyük suçsa ve ahlâk vaaz etmeyen birilerinin ahlâksızlığından elbette çok daha büyük tahribat yaparsa, akılcılık ve Aydınlanma adına süfli bir dünyevî din kurulması da dünyayı kavrayışımızda "hakikat" kavramına, zihniyetimizde "fair play" kavramına yer bırakmadı. Çünkü bütün bir dünya görüşü, birşeyleri alt etmek, birşeyleri tesis etmek, birşeyleri ve daha önemlisi birilerini şekillendirmek amaçlarıyla, karşımıza çıkan her türlü gerçeklik zerreciğini bile ya ulvî amaçların hizmetine sokmak üzere eğip bükerek, olamıyorsa, işe yaramıyorsa saklayarak, gizleyerek, yok ederek inşa edildi.
Zihinlere kırmızı çizgiler
Tahribatın büyüklüğünün esas sebebi, "yeni zihniyet"in birtakım ulvî amaçlarla, bir teori kılavuzluğunda oluşturulmaya çalışılması değildi. Çünkü esas hedef yeni bir zihniyet oluşturmak da değildi. Esas hedef, bir iktidarı yerleştirmek, korumak, geliştirmekti. Hattâ geliştirme kısmı bile, icabında vazgeçilebilen bir unsurdu, korumak yeterliydi. Dolayısıyla, iktidar uğruna işe yarayan gerçeklik parçaları makbul, ötekiler değildi. Hakikatle bu seçmeci ilişki, Cumhuriyet ideolojisiyle oluşturulmuş Türk Millî Eğitimi'nin hâlâ baskın olan karakterini de belirlemiş, hepimizin zihninin işleyişini, "düşünce" ve "mantık" denen şeylerle ilişkisini, muhakeme kabiliyetini derinden yaralamış, sakat bırakmıştır. Neyse ki yıktığımız, keyfine düşkün, miskin ve hain padişahların Osmanlı'sıyla bin atlı, çocuklar gibi şen, gide gele cihanı fetheden kahraman yiğitlerin Osmanlı'sı arasında sıkışmanın şizofrenisi bile yeter. Yazıyı bulan Sümer'lerin torunlarının Almanya'ya işçi olarak gittiği daha ileriki devirlere bu şizofreni şüphesiz katlanarak, kuşaktan kuşağa derinleştirilerek aktarıldı. (Yoksa Sümer'lerin bir tarihe kadar Türk olduğunu bilmiyor muydunuz?)
Millî Eğitim'le de, Türk basınıyla da ilgili olarak derinde yatan, her türlü kötülüğün anası, çoğu zaman sanıldığının aksine, yalan yanlış fikirler, milliyetçilik, vs. değil, algıyı bozan, nedenselliğe imkân vermeyen, ezber tekrarlamaya ve bu şekilde bir vazife ifa etmeye dayanan, insanın düşünme kapasitesini ve muhakeme kabiliyetini tahrip eden "yöntem sorunu"dur. "Haydi bütün yeryüzü kültürünü Türklerin yarattığına inanalım!" deyip seferber ettiğiniz insanlardan çarpıcı bilimsel buluşlar bekleyemezsiniz haliyle. Daha fenası, ertesi gün, "Vazgeçtik, Güneş Dil Teorisi yanlışmış!" dediğinizde, o insanlar artık kendileri zahmet edip düşünmelerinin bir âlemi kalmadığını kavrayacaklardır. Tam da okuması, öğrenmesi, akıl fikir yürütmesi, sonuçlara varması, bunları aktarması vs. gereken insanlar mesleklerinin anlamını sadece kendilerinden beklenen sözleri tekrarlamakta gördükleri için Cumhuriyet Türkiyesi'nin akıl-fikir ve bilim hayatı bu kadar güdük, verimsiz kaldı. Bunun sorumlusu, doğrudan doğruya, akılcılık adı altında yürütülen akıldışılıktır. Gazetecilik, her ülkede varsayılan bir kültürel ortam içerisinde ve zemin üzerinde, bunlara dayanarak yürütülen bir meslektir. Ortalama cehalet, ortalama yalan kabul seviyesi, ortalama fair play, gazeteciliğin niteliğini belirler. Bizde de belirledi.
Bugünkü tehlike de, aklı başında gazetecilerin mesleğini yapamaz hale gelmesinden çok, genel ortamın daha fazla zehirlenmesidir. Her ortam kendi canlılarını ve ilişkilerini yaratır nihayet. Bir zamana kadar, nasıl polisin ağzından çıkanı mahkeme kararıymışçasına manşetten "patlatmakta" gazeteciler hiçbir sorun görmediyse ve "sekiz kişinin katili beş terörist yakalandı" haberleri, bütün utanç vericiliklerine -ve bugün pek hatırlanmamalarına- rağmen gayet sıradan işler idiyse, bugün de ortada yakalanan bile yokken bu tip şeyler yazmak meşrulaşıyor. Hükümetin propaganda aracı yayın organlarının "paralel yapı" haberlerinin çoğunda en basit olgusal dayanak bile aranmıyor. Bugünün kökleri geçmiştedir.
Akılcılık vaaz edip dünya dini kuran Cumhuriyet, sadece egemen kıldığı, talimatla düşünme - emirle söyleme - aferin alma ortamıyla gazetecilik açısından hem elverişsiz hem öldürücü bir zemin yaratmakla kalmadı, gazetecileri doğrudan doğruya emri altına almak için de gereğini yaptı. Cumhuriyet kurulurken, İstanbul'da, dönemin güçlü Millî Mücadele önderine muhalefet etmeyi bile göze alabilecek bir basın vardı. Onu çarçabuk hizaya getirdiler. Birkaç dava, gazetecilere, bundan böyle bu mesleğin iptal edildiğini, iktidara hizmet etmeyenin gazetecilik yapamayacağını pek açık izah etti. (Bol bol gazeteci öldürmüş İttihatçıların iktidarından tanıdık pek çok isim, yeni Cumhuriyet'in yönetici katlarında da dolaşıyordu ne de olsa.)
Çökmüş imparatorluktan kalma şoklar, travmalar, saklı gizli suçlar, ne olacağını bilememeler eşliğinde, insanların yeni bir hayat vaadiyle içine sokulduğu, aklı iptal eden torna, bugün capcanlı gördüğümüz üzre, kendini akılcı, Aydınlanmacı, çağdaş, laik sanırken aslında düpedüz ilkel faşistlerden, ırkçılardan başka bir şey olmayan, utanmadan bir de dayama elitizmiyle ayırt edilen, bütün şişinmesine rağmen onyıllar boyunca insanlığın ortak kültür hazinesine doğru dürüst tek katkı yapamamış, ne düşünmeyi bilen ne yaşadığı yeri anlayan, tuhaf bir güruh yarattı. Basın, bir döneme kadar bunların ve taptıkları devletin basınıydı.
Başında Teşkilat-ı Mahsusa adına Ege'deki etnik temizliği yönetmiş komita politbürocusu Celal Bayar'ın -başlangıçta muhtemelen bugünün Cemil Çiçek'inkine benzer bir konumda- yeraldığı muhalefet partisini kısa sürede iktidara taşıyan çok-partili dönemle birlikte, ikinci bir basınımız daha oldu. Haksız hukuksuzluğu, her türlü çarpıtmayı, propaganda motif ve yöntemlerini, velhâsıl, propaganda amacıyla gerçekliği evirip çevirmenin adına gazetecilik demeyi o güne kadarki iktidar basınından öğrenmiş, elbette "özel sektör"de yaratıcılık fazla olduğundan, geliştirmişlerdi de. "Kıbrıs Davası" ve 6-7 Eylül, basında "devlet-özel sektör işbirliği"nin nadide örnekleridir. Kemalistiyle, güya demokrat muhalifiyle bütün gazeteler ve öndegelen gazeteciler, "Türkiye Türklerindir basını" sınıfında yeraldılar.
Ahlâkın iptali, gazetecinin bizzat haberleşmesi
12 Eylül ve ertesinde Özal dönemi, Türkiye'de esas olarak ahlâkın iptal edildiği bir zamandı. Bu açıdan geçmişi zaten epey sallantılı bir toplumda bu dönemlerin yarattığı tahribat büyük oldu. Özal döneminde, basında gözle görülür bir değişim yaşandı. Devlete gönüllü hizmet ya da iktidar partisine dolaylı çıkarlar sağlayarak hizmet diye tarif edilebilecek "gazetecilik ilişkileri"nin yerini, muktedirle doğrudan temas "gazeteciliği" aldı. Bugünkü "Erdoğan'ın uçağı" müessesesini yaratan, Turgut Özal'dır. Hakkındaki yazı-çiziyle ilgili sürekli tazminat davaları açan Özal, hiç de öyle demokrat falan değil, bu bakımdan da Tayyip Erdoğan'ın öncüsüdür. 12 Eylül darbecileri tarafından kaç defa kapatılarak cezalandırılan Cumhuriyet gazetesine "Cağaloğlu'nun Pravda'sı" demişliği vardır. Sebep, sadece kendisine muhalefet edilmesiydi.
Özal döneminin gazeteciliğe getirdiğini kısaca özetlemek gerekirse şöyle simgeleyebiliriz: Zafer Mutlu & Ertuğrul Özkök. Özal'ın neoliberal iktidarı, topluma yoksulları kafaya takmamayı empoze etmişti, bu iki şahısta simgeleyebileceğimiz gazetecilik tarzı da, gazeteciyi bazı toplumsal sorunlara karşı "bağışık" kılmaya yaradı. 12 Eylül dönemi, pek çok haber türünü doğrudan yasaklayarak herkesi otosansüre ısındırmış, alıştırmıştı zaten, gerisi kolay geldi. Hem iç rahatlatıcıydı: İşkenceler, hapisteki gençler, Kürtler, işçiler, işsizlik, sendikasızlaştırma, yoksulluk... bunlarla uğraşmayıp, hep beraber gülüp eğlenmek, magazinin dibine vurmak, Televole kahkahalarıyla yeni yeni mekânlarda ünlülerle içli dışlı olmak, gazeteciye "gurme", "gusto" şu bu olma imkânları sunan yeni hayatın tadını çıkarmak güzeldi.
Devlete hizmet, nasılsa gerektiğinde otomatik olarak, reflekslerle, alışıldık yöntemlerle sürdürülebiliyordu. Bıyıklar kesildi, modern de değil post-modern olundu, şaraplar yudumlandı, dünyalar gezildi, nerenin nesi güzel methedildi, "şu markadan başka soda içmem" yazıları yazıldı, ama devlet Sağmalcılar Cezaevi'nde insanları diri diri yakıp 34 kişiyi öldürdüğünde "Devlet Girdi!" manşeti atılabildi (Hürriyet). '90'larda, "düşük yoğunluklu savaş" yılları boyunca, Kürtlerin feryadına tek sütuna beş santimlik yer bulunamadı. "Lifestyle" hummasına kapılmış televizyon kanalları, zenginleşenlerin cicibicilerini yoksulların gözüne sokmaya ara verdiklerinde, Genelkurmay'ın emirlerini yerine getiriyorlardı.
Bu dönemin önemli bir yeniliği, gazetecinin bizzat kendini konu etmeye başlaması, "celebrity" haline gelmesiydi. Gazeteci bir tür seçkindi, bizim sıradan dünyamıza ancak işe yeni girmiş stajyer muhabirlerini gönderen, kendisi en şık yerlerde yiyen içen, giydiği, seyrettiği, konuştuğu... her şeyi "haber"leştiren bir özel insan türüydü.
Yani gazeteleri -ve artık "basın"ın "medya" olmasına yolaçmış televizyon kanallarını- yönetenler sınıf atlamıştı. Yeni bir köle türü yaratıldı: Çok yüksek ücretler alan, âdetâ bir büyük burjuva gibi yaşayan, buna karşılık her an kapının önüne konabilir olan, yani kaybedeceği çok şey bulunduğundan köleliği garantilenmiş "medya" yöneticisi. Bu yöneticinin elinde, toplumsal ayrıcalıklarına veya ayrıcalık vaatlerine karşılık sendikasızlaştırılmış, araç kılınmış muhabirlerin, yazıişleri elemanlarının istendiği gibi oradan oraya savrulması, kıyılması, kendini satma potansiyeli yüksek olan uyanıkların kayırılması vs. kolayca uygulanan bir politika oldu. Basını artık belediye otobüsüne hiç binmeyen, özel şöförlü şık insanlar yönetiyor, "medyada" yükselmek, doğrudan doğruya statü artışı anlamına geliyor, özel şöförlü köşeyazarları bile çoğalıyordu.
Yüzde ellinin medyası
Türkiye siyasetinin, seviyesizlik-kalitesizlik bakımından şüphesiz en yüz kızartıcı dönemi olan Çiller-Yılmaz iktidarları sırasında "medya" artık iktidar oyunlarının doğrudan parçasıydı. Bu, yükselen İslâmcı hareketin gençlerinin haftada üç-beş kitap devirdiği, entelektüel hareketliliğin dindar aydınlar tarafına kaydığı dönemdi. İslâmcı gazeteler ve gazeteciler, iktidara yaklaştıkça, gazeteciliğin Türkiye'deki iktidar ilişkileri içerisindeki yerini, işlevini gördüler. Buna tepki gösterdikleri ilk dönem, onlar için -bugünkü duruma bakarsak, bir daha asla tekrarlanmayacak olan- bir yüz akıydı.
Gördükleri neydi: Kemalist devletin propaganda mekanizması olarak şekillenmiş basın, büyük ölçüde nitelik değiştirmiş, klasik CHP-DP (AP, ANAP vs.) karşıtlığının "medya" âlemi açısından büyük önemi kalmamış, medya kuruluşları esas olarak başka -büyük ve çok kârlı- alanlarda işleri olan patronların PR kurumları gibi iş görüyor, bir gazetenin manşetini yapılacak bir enerji santralı ihalesi için kurulan planlar belirleyebiliyor, bir televizyonun anahaber bülteni günlerce, bir arsanın şuna değil buna tahsis edilmesi için uğraşabiliyor, gazetecilikten ünlenmiş kimseler patronlarının işlerini takip ediyor, bu çarkın gölgesi altında döndürüldüğü ordunun hemen bütün önemli iç ve dış meselelerdeki talimatları zaten yayıncılık "ilkelerini" şekillendiriyordu. Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Uzan'lar vs. tayfasının dışında kalan "klasik gazete" Cumhuriyet ise, 1996'da, Susurluk kazasından kısa süre sonra, "Genelkurmay: Çete yok" manşeti atmakla meşgûldü.
Mustafa Karaalioğlu adlı yersen gazeteci şahsın Gezi isyanından sonra döne döne sorduğu, "Yüzde ellinin medyası olmasın mı?" sorusu İslâmcıların aklına ilk defa o sıralarda düşmüş olmalı. Elbette "olsun!"dan başka türlü verilemeyecek cevapta, "peki nasıl?" kısmına geçildiğinde, işte yukarıda anlattıklarıma bakarak tarif edilmiş olmalıydı bu medya. Zaten, Akit gazetesi, yıllardır, Ertuğrul Özkök'ün çıkaracağı İslâmcı bir Sözcü gazetesinin nasıl olabileceğini örneklemekle meşgûldü; orducu basına, "öyle olmaz böyle olur" yapıyordu. Akit, yayıncılık tarzıyla, zaman içerisinde basından dışlanacağına, aksi oldu, bütün İslâmcı medyayı kendine doğru çekti, onları peşine taktı. Bu çizginin öncekilerden farkı, iğrençliğin herhangi bir şekilde ambalajlanmadan, doğrudan tezgaha konup satılmasıdır.
Bugünün dünden farkı, sadece hakikatin tamamen ihanete uğramış olması, "haber"in katledilmesi değil, gazetecilik adına kaba propagandacılığın açıktan yapılması, yeri gelip sıkıştırıldığında, propagandacıların, "ne yani, onlar yapmıyor mu!" küstahlığıyla kendilerini savunmaları. Yani habercilik yerine propagandacılığın yapılışını meşru göstermeleri. Bu, mesleğini ve kendini inkâr demek, basitçe.
İkinci bir fark, eski düzende ana akım medya zaten ne yapacağını iktidara bakarak saptar, ağırlıkla otosansürle yayınını şekillendirirken, şimdi başbakanın doğrudan telefon edip emir verebilmesi. Bu, ancak, sıkıyönetimde görevli subayların komutanlık adına gazeteleri arayarak veya telekslerle talimat bildirdiği, bazen yazıişleri müdürlerine fırça attığı, hakaret ettiği 12 Eylül dönemiyle kıyaslanabilir.
Üçüncü fark, aynı emirlerin gazetecilerin, yazarların işten atılması konusunda bizzat, doğrudan isim gösterilerek verilebilmesi. Daha önce bu işler başka türlü yürürdü. Diyelim bir resepsiyonda, bir bakan bir gazete patronuna "beyefendinin bilmemkimden rahatsız" olduğunu çıtlatır, öbürü de onu geri çeker, fırsat kollar falandı. Veya askerler doğrudan insan attırabilirdi. Gazeteciler arasından alçak ve adileri bulurlar, başka gazetecilerin ajan olduğuna, PKK'den para aldığına vs. dair kara propaganda yaptırırlardı. Ya da meselâ Genelkurmay ikinci başkanı, muhabirleri etrafına toplar, aralarından birine, "Sizin gazetede dört vatan haini var," deyip isimler sayardı (- bu oldu!). Bir adamı gazeteden attırmakla uğraşılacağına gözaltına alıp kaybetmek veya vurmak falan da mümkündü tabiî, ama tanınan gazeteciler için bu yolu tutmak haliyle zordu. Şimdi, muhabirler, foto muhabirleri, kameramanlar için gaz fişeği, plastik mermi, itip kakma, daha üst düzeydeki editörler, köşeyazarları, yöneticiler için telefonla işten attırma yöntemleri tercih ediliyor.
AKP iktidarı öncesindeki basınla şimdikinin hayat koşulları arasında bu tür farklar var. Yoksa, Mesut Yılmaz geldiğinde Aydın Doğan'ın, Tayyip Erdoğan geldiğinde Mehmet Cengiz'in kazanması, nitelikçe fark mıdır, Allah aşkınıza?
Amirali unutmayın
Evet, şu sıralarda artık geride kalıyor ama: Dünya Basın Özgürlüğü Günü kutlu olsun. Özgürlük açısından felaket durumdayız, herkes biliyor, tekrarlamaya gerek yok. İktidarda, kendisininkinden farklı herhangi bir görüşe ve fikir sahibine tahammülü olmayan biri var. Dışişleri bakanı, herkesten daha özgürsünüz, diyor yüzümüze baka baka. Ve iktidarın propaganda aracı olarak çalışan bir sürü gazete ve televizyon kanalının "gazeteci" elemanları, mevcut durumu pek güzel buluyor, savunuyor. Muhtemeldir ki, şayet bu memleket günün birinde doğru dürüst bir basın ortamına kavuşursa, bu insanlar, değil gazetecilik yapmak, kimsenin yüzüne dahi bakamayacaklar. Ama belki en azından biz onlara bakalım diye ellerinde muzla ağaçlara asılırlar; düşmenin sonu yok.
Nâçizâne, demeye çalıştım ki, böyle durumlar sırf birtakım zorbalar gelip şunu şunu yapınca oluşmaz. Bunların bir evveliyatı vardır, bunlara müsait ortamlar vardır, şartlar vardır. Ve o şartların sözünü etmeden sonuçla uğraşırsanız genellikle ortadaki sorunu çözemezsiniz. "Türk basını"nın bugün özgürlükten ne kadar yoksun olduğu konusunda ahlayıp vahlayacaksak, "amiral gemisi"nin tepesinde hâlâ "Türkiye Türklerindir" yazılı bu basının dünü konusunda da açık yürekli, açık sözlü olunması gerekir.
(Bu memlekette her şeye rağmen Basın Özgürlüğü Günü'nü kutlamak gereken dürüst, fedakâr, cesur gazeteciler var mı? Elbette var. Onlara zengin fair play ruhu, sağlıklı şüphecilik, zihin açıklığı, sabır, azim, kolaylık ve şans diliyorum. Gaz fişekleri, plastik mermiler, mahkeme salonları, hapishaneler onların uzağında kalsın.)
http://riyatabirleri.blogspot.com.tr/2014/05/turk-basn-hakikat-iktidar.html#more
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024