Mehmet TIRAŞ

DEVLET-TOPLUM-BİREY VE SİVİL TOPLUM İLİŞKİSİ(5)
9.10.2023
1197

Doksanlı yıllara gelindiğinde, üretim biçiminin değişmesinin sonucu Küreselleşme ile dünyada çok büyük toplumsal siyasi dalgalanmalar ve kırılmalar oluyordu.

Artık burjuvazinin fabrikalarından doğan işçi sınıfının yerini, üretim biçiminin değişmesi ile robotlar ve dijital teknoloji alıyor ve insansız üretime geçilirken, gelen çağın adı da, “Bilgi Çağı” olarak adlandırılıyordu.

Bilgi her sektörün kıtlığı çekilmeyen değişmez girdisi oluyordu.

İşçi sınıfının örgütü olan sendikaların yöneticisi sendikacıların, biz robotların girdiği fabrikalar istemiyoruz diye bağırması ise garip bir durumdu.

Sosyalist sistemin çökeceğini ilk öngörenlerden ABD’li yazar Peter F.Drucker’di;Sosyalist sisteme ömür bile biçiyor en fazla on yıl sürer diyordu. Öyle de oldu.

Yazar “Kapitalist ötesi toplum” ve “Yeni Gerçekler” adlı eserlerinde bu konuları çok detaylı anlatır.

Küreselleşme ilk önce sosyalist sistemi dağıttı.

Özellikle de Sovyetler Birliğinin ve sosyalist blok dağıldı.

Sosyalizme umut bağlamış milyonlarca insan bu gelişmelere inanmak istemiyordu.

Sosyalist blokun domino taşı gibi peş peşe yıkılmasına  adeta sosyalist ülkelerin yöneticileri bile  farkına varamadı.

Değişim öyle hızlı gelişti ki muhalefeti rejim karşıtı gören kapalı toplumlarda değişim, hızı kesilmeyen “Kasığa etkisi” yaratıyordu..

Sosyalizme umut bağlamış üçüncü dünya ülkelerinin komünistleri ve sosyalistleri, sosyalist sistemin dağılmasını uzun süre kabullenemediler.

Kendini solda görenler üretim biçimindeki değişikliği göremediler veya kavrayamadılar da diyebiliriz.

Sosyalizmi savunanlar bu gelişmeler karşısında kurtarıcı olarak hala “İşçi Sınıfının ana unsur” olduğu bir önceki dönemi görüyorlardı.

Sosyalist ülkelerde muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri ve düşünce kuruluşları yoktu.

Sendikalar ise Komünist partisine tabiydi.

Meslek örgütleri vardı onlarda iktidarda olan Komünist partisin rahatsız etmeyen açıklamalar yapardı.

Sosyalizmden yana olanların, sosyalist sistemin dağılması üzerine, ciddi bir eleştiri getirmemeleri en büyük handikapları oldu.

Bu benimde içinde yer aldığım tarihi TBKP’de devletçi sosyalizmin çöküşünü algılayamadı, anlatamadı.

Küreselleşme ile, muhalefeti yok sayan ve kimlikleri bastırılmış azınlıklar,farklı kültürden olanlar mantar gibi ortaya çıkmaya başladı.

Yugoslavya dağılırken içinden 6 tan ülke çıkıyordu.

Böylesi dünyayı sarsan siyasi ve toplumsal olaylar bizde de çok ciddi silahlı çatışmayı ortaya çıkarttı.

Türkiye’de  bunların başında yıllardır yok sayılan “Kürt Sorunu” ülkenin en önemli sorunu olarak karşımıza çıkıyordu…

Ülkenin Güney ve Doğuda olan Kürt illerinde PKK ile devletin güvenlik güçleri arasında düşük yoğunluklu silahlı çatışmalara dönüştü.

Çatışmalar sonucu Kürt illerinde  öyle olaylar yaşanıyordu ki;hukuk devre dışı kalırken,temel hak ve özgürlükler yok sayılıyor…

Bölgede faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, gözaltı kayıpların yanında, yollarda insan cesetleri toplanıyor, ölüm adeta bölgede kol geziyordu. Kürt illerde “Beyaz Reno Toros taksilerle adam kaçırmalar ise unutulmazlar arasındaydı.

PKK ile Türk silahlı kuvvetleri arasında çıkan çatışmalarda binlerce insan ölürken…

Burada aydınlanması beklenen  17 bin faili meçhul cinayetin olduğunu da not olarak düşelim.

İnsan Hakları Derneği(İHD) bu sorunları gündeme getirdiği için İHD Genel Başkanı Akın Birdal 12 Mayıs 1998 Tarihinde, gündüz gözü Ankara’da derneğin genel merkez binasında silahlı saldırıya uğradı ve ölümden döndü.

27 Mayıs 1995 yılından beri “Cumartesi Anneleri” her Cumartesi eylem yapıyorlar, devlet tarafından gözaltına alınıp bir daha evlerine dönmeyen yakınlarının akıbetini öğrenmek için.

Türkiye, Kürt sorununu meşru yoldan çözmek isteyen Kürt kökenli siyasilere ve başka siyasilere getirdiği yasaklar; Kürtlerin seçtiği milletvekillerini ve Belediye Başkanlarının görevden alınmaları;yöre halkından PKK’ya olan desteği daha da artırırken. Ülkenin Batısında ise Kürt sorunu var diyenlere karşı, başta Kürt kökenlilere yönelik bir sürek avı başlatıldı.

“Bu olayların sebebi Kürt sorunundan kaynaklanıyor, basit bir terör  hareketi olarak geçiştiremezsiniz” diyenler,yorumlayan,yazan ve tartışmaları; devletin silahlı ve güvenlik bürokrasisi hedef gösteriyor, tehditler savuruyordu.

Ama bölge kan revan içinde kalırken; köy yakmalar, köy boşaltmalar ve bölge illerine  yoğun beklenmedik göçler, sosyal sorunları da beraberinde taşırken; şehirlerin kenar mahallerinde naylon çadırlarda yaşayan, çadır kentler oluşuyordu.

Terör artık ülkenin değişmez gündemi olmuş Güney ve Doğu Kürt illerinde sayıları on binlerle ifade edilen, çok büyük önlenemez göçler başka illere taşınıyor,İstanbul,Adana ve Mersin gibi iller birer Kürt illerine dönüşüyordu.

PKK ile çatışmanın ülke ekonomisine külfeti ise nakit olarak 300 milyar dolar olduğunu(2007 yılında Erdoğan dile getirmişti.)Kürt sorunundan kaynaklanan  geniş tabanlı ticari kaybın, 1 Trilyon dolara mal olduğunu analiz edenler de oldu.

Siyaseten iktidara gelen “Camiciler ve Kışlacılar”,”bu bir Kürt sorunu değil”, “Terör sorunu olduğu konusunda” birleşiyorlardı.

Demokrasi ve hukuka olan ihtiyaç, şiddet ve güvenlikçi politikalarla gölgeleniyordu.

Hâlbuki çözüm demokratikleşmeden mümkün değildi.

Çağ dönüşümü olarak karşımıza çıkan Küreselleşme sürecini, devletin demokratikleşmesi üzerinden gündeme getirenlerden biri de Prof.Dr.Mehmet Altan’dı.

Altan’ın 1990 yılında Sabah Gazetesinde köşesinde  kaleme aldığı” İkinci Cumhuriyet” başlıklı yazısı,toplum da gündem belirleyen tartışmaların fitilini ateşledi.

Bugünde hala tartışılan bir tezdir.

Altan:

Biz Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandıramazsak,ülkenin başta Kürt sorunu olmak üzere hiçbir toplumsal sorunumuzu çözemeyiz,demokratik yeryüzünün de bir parçası olamayız diyordu.”

Bu tezini Altan: ”Birinci Cumhuriyet Üzerine Notlar” adlı kitabında çok yönlü anlatır.

Altan’a  ilk tepki siyasetin merkezinde olan silahlı ve sivil bürokrasiden geliyordu.

Gelen tepki de bir düşünsel görüş değil, “hakaret,tehdit ve hedef gösterme” oluyordu.

Demokratikleşme istemiyorlar, yani demokrasiyi istemiyorlardı.

Küreselleşme ise kapitalizmin ve yenidünya düzeninin safsatası diye geçiştiriyorlardı.

Yalnız bu süreçte ülkede özel televizyon kanallarının devreye girmesi ile toplumun farklı kesimlerinin de katılımı ile ülkenin sorunları çok yönlü sabahlara kadar tartışılıyordu.

Bizde bireyin özgürlüğünü öne alan, çoğulculuk kavramını ilke edinen,eşit vatandaşlık hukukunu, devletin Nötr olmasını  savunan, sivil itaatsizlik hareketleri ve düşünce kuruluşları çıkmıyor…

Çıkan da hemen siyasete eviriliyor.

Bunlardan birisi 1994 yılında kurulan,toplumsal sorunlar karşısında ciddi projeler ortaya koyan,Yeni Demokrasi Hareketi(YDH) oldu.

O da hemen siyasete bulaşıp partileşme yoluna girdi.

Keşke YDH bir düşünce kuruluşu olarak kalsaydı.

YDH’yı gelecek yazımda konu edeceğim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar