Mehmet YILDIZ

Dersimli Kemal, Kamer ve Hüseyin
18.05.2013
3400

 Dersim’in en meşhur üç politikacısı Kemal Kılıçdaroğlu, Kamer Genç ve Hüseyin Aygün’dür.

Bu üç meşhur şahsiyeti birlikte değerlendiren bir yazı yazmak üzere zaman zaman içimde güçlü bir istek oluşuyor. Ancak özellikle “Hayalet kimlik sendromu ve tevekkül” başlıklı yazımdan sonra, “Tutarlılığımı sürdürmeliyim; özel olarak Dersim veya Dersimliler hakkında yazı yazmayacağımı söyledim” diyerek kendimi frenliyorum. “Son bir kez” şeklindeki gerekçeler, özürler insanı kumar alışkanlığından bir türlü vazgeçemeyen iflah olmaz kumarbazın durumuna itiyor.

Bilimkurgu filmlerindeki makinelerin seslerine benzeyen sesler çıkaran elektronik kumar makinelerinin müptelası olan çok insan tanıdım. Kazanma imkanlarının sıfır olduğu bu makinelerle oynamayı en çok çekici kılan unsurun ne olduğunu sorduğumda, hatırladığım kadarıyla tümü “makinenin sesi” demişti.

Beni bu yazıyı yazmaya iten şey de “ses”tir. İşin içinde para ve çekiciliği olan mekanik bir ses yok ancak belirleyici olan faktör gerçekten Kemal, Kamer ve Hüseyin’in o insanın asabını bozan sesleri, konuşmalarıdır. Bu şahıslar ağızlarını her açtıklarında sanki AKP Tokat milletvekili Zeyid Aslan yüzünü Dersimlilere çevirmiş yine kendi dilinde konuşuyor gibi hissediyorum. Dersimlilerin çok ağır hakarete uğradıklarını, zekalarının küçümsendiğini, şuuru olmayan yaratıklar muamelesi gördüklerini hissediyorum.

Bu oyuna alet olanları protesto ediyorum. Bu şahısları konuşmacı olarak davet eden Dersimli çevreleri, dernekleri yadırgıyorum. Bu şahıslarla resim çeken şahısların açlıklarını, meşreplerinin genişliğini yadırgıyorum. “Ayıp, ayıp!” diyorum.

Dersimlilerde kolektif bir kimlik kalmadığı için bu kadar kolektivist ve hassas olmaya aslında hiç gerek olmadığını biliyorum ancak bunu biliyor olmak insanı rahatlatmaya yetmiyor. Dersim toplumu çok küçük bir toplum olduğu için Dersimliler kendilerini her zaman daha kolay “aangesproken” hissediyorlar.

Deniz Baykal emekliliğinde politikaya soyunmuş Kemal Kılıçdaroğlu’na “Dosyalarınla AKP’yi mahvetmelisin Kemal” demişti. Kemal de elinden geleni yapıyordu. Tüm parti sözcüleri bilinen Kemalist-orducu safsatalardan başka bir şey söylemedikleri için Kemal Bey dosyalarıyla “İçinden ne çıkacak acaba?” diyen insanların merakını uyandırıyordu. Bu ilgi Kemal Bey’in de çok  hoşuna gidiyordu.

Ergenekon baktı ki CHP cephesinde tek ilgi gören Kemal Bey. Partileri (MHP ve CHP) hiç umut vermiyor. Deniz Baykal’ı pörsümüş sevgilisiyle teşhir ederek yolu açtılar. Hovarda dedenin koltuğuna Kemal Bey oturdu.

Dosyacı Kemal Bey’in beklenmeyen genel başkanlığı Kemal Bey’in zihnini karıştırdı. AKP’ye alternatif olmak bir yana, kimdi, neredeydi, görevi  neydi, ne diyecekti, söylenecek şeyi nereden bulacaktı, her gün söylenebilecek bir şeyi nasıl bulacaktı? Bu gibi sorulara bile cevap veremiyordu. Şaştı kaldı, kameralar karşısında yardım arayan o anlamsız zavallı bakışlarıyla en zalim kişilerde bile bir acıma hissi yarattı.

Bu şaşkınlık ortamında birileri ona Dersimli olduğunu hatırlattı ve Dersim’e giderek hemşerilerinin oyunu istedi. Dersim’de kapanan CHP il binası yeniden açıldı ve Dersimliler bütün oylarını belki başbakan olur diye Kemal Bey’e verdiler. Seçim çalışmasında seçimde oyunu bile kullanamayan şaşkın biçare Kemal Bey’in biricik politik başarısı bu oldu.

Silivri’deki paşaların eşlerinin oylarının ağırlığı nedir ki? Paşaları tek başına İsmailağa Cemaati bile ezer geçer.

Planlanmış mıydı, yoksa bir tesadüfün ürünü müydü bu genel başkanlık? Sonuç olarak bunun bir önemi kalmadı.

Dersimli Kemal Bey CHP genel başkanı olarak en azılı Türk ırkçılığının sözcülüğünü yapmaya başladı. Ermeni ve Dersim soykırımlarını inkar etti. Dersim Soykırımı’nı Necip Fazıl Kısakürek tarzı da olsa telin  eden Başbakan Erdoğan’ı “Bölücülük yapmak, milletin arasına nifak tohumları ekmek” ile suçladı. “Maazallah bu gidişle bu adam Ermeni Soykırımı’nı da kabul eder!” dedi. “Peki devlet Dersim’de bir katliam yaptı mı?” diye soran gazetecilere “Yahu boş verin, biz o hadiseyi çoktan unuttuk, acımızı bal eyledik” dedi. Hatta tartışma vesilesiyle mikrofonu önünde bulan Dersimli sözcüler kamuoyunu öncelikle Dersim Soykırımı hakkında bilgilendirmek yerine, Tayyip Erdoğan’ın Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu’nu sıkıştırma, zor durumda bırakma, inandırıcılığını sarsmak üzere kurduğu tuzağa dikkat çekmeyi daha acil, daha önemli buldular. “Bir Dersimli olarak Tayyip Erdoğan’ın oyununa gelerek Dersimli Kemal Bey’i harcamam ben arkadaş!” diye babalananlar karşısında gülmekle yetindik.

“Arkadaşlar, yoldaşlar yapmayın! Diyelim ki  Tayyip Erdoğan’ın Dersim Soykırımı açıklamasının bütün amacı Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu’nu sıkıştırmaktır. Bu neyi değiştirir? Erdoğan’ın söz konusu amacının bir soykırım gerçeğini devlet adına kabul etmesi yanında çok büyük bir önemi yoktur. Kemal Bey’in kariyeri için on binlerce masum ölünün davasını ikinci plana itmemeliyiz. Tayyip Bey Kemal Beyi boğsa ne olur ki? Soykırım davasının avukatlığına soyunmuş insanlar nasıl bu kadar kabileci, prensipsiz, vicdansız, bel kemiksiz olabilirler? Kemal Bey de kim oluyor? Halkına yapılmış bir soykırımı inkar eden bir insanın ne gibi  bir değeri olabilir?” deyip durduk.

Dersimli Kemal Bey Kemalizm savunuculuğuyla, Silivri ziyaretleriyle bir yere varamıyor. CHP hızla küçülmeye devam ediyor. Avrupalı sosyal demokratlar bile Kemal Bey’i aleni olarak aşağılamaya başladılar. Kemal Bey ilk yerel veya genel seçimlerden sonra genel başkanlıktan alınacaktır.

Genel başkanlıktan alınan Kemal Bey eski işine yani dosyacılığa da dönemez artık. Çünkü genel başkanlığı sırasında liderliği ile hiç ilgi çekmediği için bir ara tekrar dosyacılığa döndü. Dedikodulardan ibaret dosyalarıyla çok sık bir biçimde gülünç durumlara düştü ve her seferinde yüklü miktarda tazminat ödemek zorunda kaldı. Kemal Bey ile çok kafa bulanlar da oldu. İçinde çok sağlam delillerin olduğu iddiasıyla eline verilen dosyalarda, kibrit kutusu, salatalık, sucuk, çürük domates, Ahu Tuğba’nın resimleri olan gazete parçaları, Gırgır dergisinde yayınlanan En Kahraman Rıdvan’ın Maceraları çıktı.

Kemal Bey sayesinde milletvekili olan Hüseyin  Aygün milletvekilliğinin ilk günlerinde Zaman gazetesiyle yaptığı bir mülakatta 1937-38 yıllarında devletin Dersim’de bir katliam yaptığını söyledi. Gazetecilerin, “Peki 1937-38  yıllarında devleti hangi hükümet yönetiyordu ve cumhurbaşkanı kimdi?” sorusuna yine Hüseyin Aygün tarihsel gerçeklere uygun olarak “CHP ve M. Kemal Atatürk” şeklinde bir cevap verdi. Zaman gazetesi haberi tamamen gerçeğe ve mantığa uygun olarak Hüseyin Aygün’ün ağzından “CHP ve M. Kemal Atatürk 1937-38 yıllarında Dersim’de katliam yaptı” başlığıyla verince Hüseyin  Aygün söz konusu gazeteyi sözlerini çarpıtmakla suçladı.

“CHP ve M. Kemal Atatürk 1937-38 yıllarında Dersim’de katliam yaptı” başlığı veya cümlesi Hüseyin  Aygün’e göre bir çarpıtmaydı. Dolayısıyla gerçeği yansıtmıyordu. Hüseyin  Aygün böyle bir cümle kullanmamıştı.

Diyelim ki Hüseyin  Aygün böyle bir cümle kurmamıştı. Bu durum cümlenin ifade ettiği gerçeği değiştirir mi? Cümle fiziki-sosyal dünya ile ilgili: 1937-38 yıllarında devleti CHP hükümeti yönetiyordu. M. Kemal Atatürk cumhurbaşkanıydı. Devlet 1937-38 yıllarında Dersim’de bir soykırım yaptı. Bunun neresi çarpıtma? Gerçeğe, mantığa, bilime, insan integritesine saygısı olan biri bu yalın gerçeği nasıl inkar edebilir?

Hüseyin  Aygün bu mülakattan sonra tüm televizyon kanallarını, gazeteleri dolaşarak M. Kemal Atatürk’ü ne kadar çok sevdiğini, ona ne kadar büyük bir saygı duyduğunu anlatıp duruyor. H. Aygün hiçbir neden göstermeden Kemal Atatürk’ü ne kadar çok sevdiğini anlatmayı adeta iş edindi. H. Aygün adeta “impulsive-compulsive disorders” kategorisine giren bir hastalıktan muzdarip  bir şahıs gibi sürekli bir biçimde, hiç ara vermeden, bir türlü tatmin olmadan ve hiç neden göstermeden Kemal Atatürk’ü ne kadar çok sevdiğini söyleyip duruyor.

Zaman gazetesine verdiği mülakat PKK tarafından dağa kaçırılma eyleminden sonra H. Aygün’ün yaşadığı en büyük travma oldu. H. Aygün bu travmanın etkisinden bir türlü kurtulamadı. Ondan sonra fikirlerinde bir mantık, bir uyum, bir tutarlılık, bir kabul edilebilirlik kalmadı. H. Aygün aynı anda birbirine taban tabana zıt olan şeyler söyleyip duruyor.

Bir taraftan, Dersim Soykırımı ile ilgili yapılan çok sayıdaki toplantıya katılarak konuşmalar yapıyor, bir taraftan da, o soykırımı baştan sona planlayan ve gerçekleştiren dönemin cumhurbaşkanı olan M. Kemal Atatürk’ü ne kadar çok, ne kadar içten, ne kadar derinden sevdiğini söyleyip duruyor. Ne H. Aygün’de ne de onu baş konuşmacı olarak davet edip duran Dersim davası savunucularında bir mantık, bir tutarlılık kaldı. Nasıl insanlar olduklarını, ne yapmak istediklerini kimse bilmiyor. Mantığı, rasyonalizmi, gerçeği, integriteyi neden bu kadar kolayca çiğniyorlar? Bu ne anormal bir kabileciliktir?

1938 yılında 30 Ağustos Zafer Bayramı yıldönümünde H. Aygün’ün çok sevdiği M. Kemal Dersim’de yapılan soykırım vesilesiyle GKB Fevzi Çakmak’a gönderdiği telgrafta şunları yazıyor:

“Ordumuzun yüksek ve her zaman olduğu gibi milletin güvenine cidden lâyık kıymet ve kudretle dolu manevrasının, çok faydalı safhalar göstererek bittiğini bildiren telgrafınızı aldım.”

“Türk Ordusunun yarattığı zaferin bu yıldönümü günlerinde kalbim orduya karşı takdir ve şükran hisleri ile doludur. Sizin ve tercümanı olduğunuz aziz silâh arkadaşlarımın hakkımda gösterdikleri samimi ve asil duygular o günlerdeki anılarımı canlandırdı, heyecanlarımı arttırdı. Başta siz olduğunuz halde cümlenize candan sevgi ve saygılarımı sunar, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da daima artan mutlu başarılar dilerim...”[1]

Vicdan ve mantık sahibi insanlar olarak ne yapacağız? Dersim Soykırımı başta olmak üzere tüm soykırımları ve soykırımcıları mahkum mu edeceğiz, yoksa Dersim  Soykırımı’nı yapan bir ordunun genel kurmay başkanına bu vesileyle yukarıdaki telgrafı çeken M. Kemal Atatürk’ü H. Aygün seviyor diye sevecek miyiz?

Herkesten önce artık Dersimlilerin bir karar vermeleri gerekiyor.

Bendeniz şahsen H. Aygün ile çok eğlenceli hayali mülakatlar yapıyorum. Hep o bizimle eğlenecek değil ya!

“Hüseyin Bey köyümüzün (Hopıke) salatalıklarını lezzetli buluyor musunuz?”

“Ben Atatürk’ü çok seviyorum.”

“Hüseyin Bey yeni Korkes kahvesine hiç uğradınız mı?”

“Ben Atatürk’ü çok seviyorum.”

“Hüseyin Bey sizce Dersim Soykırımı’nın resmen tanınması için mücadele etmek gerekir mi?”

“Gerekir elbette, ama Ben Atatürk’ü çok seviyorum.”

“Nasıl olacak Hüseyin Bey? Bu mücadelenin sonunda biz başarılı olursak sizin çok sevdiğiniz ve saygı duyduğunuz M. Kemal Atatürk zarar görmez mi?”

“Hopıke salatalıklarını lezzetli buluyorum ve M. Kemal Atatürk’ü çok seviyorum.”

Kamer Genç bir 12 Eylül ürünüdür. Aslanlar öldürüldüğünde veya esir alındığında birden bire şimdiye kadar tek bir düzgün cümle dahi kuramamış Kamer Genç peyda oldu. Ankara’da seçmenlerin  ufak-tefek işlerini gördüğü ve en önemlisi de Dersim’deki PKK tasallutuna karşı konuştuğu için Dersimli seçmenler tarafından tutuldu.

Ne alçak yıllardı. Eline PKK sopasını alarak bizi tehdit eden o kadar çok şahıs vardı ki bu ortamda PKK’ya boyun eğmeyen Kamer Genç’e bile “Helal olsun!” demek zorunda kaldık. Bizi bu duruma düşürenler utansın! (Bu lafı da Eşkıya filmindeki Mustafa’dan çaldım.)

Kemalist devletin en küfürbaz savunucusu olan Kamer Genç ağzı onunkinden bin kat daha pis olan Zeyid Aslan’a hakkettiği cevabı verseydi, onu affetmeye hazırdık. Ne yazık ki tam da kendisinden bekleneni yaptı.

Her şeye rağmen  olay anında Tokatlı Zeyid Aslan’a aşağıdaki e-maili gönderdim:

Zeyid Efendi,

Herkes birkaç gündür ağzından çıkan ağza alınmayacak küfürleri konuşuyor. Kimi "Bu küfürler Zeyid'e ve AKP'ye yakışmadı diyor, kimi yakıştı" diyor. Ben bir Dersimli olarak seni lanetliyorum. Sen o küfürleri tüm Dersimlilere yaptın. Bunu biliyorsun Tokatlı Zeyid. Merak ettiğim asıl konu sen Kamer Genç'i iyi tanıyorsun, yani senin kadar olmasa da sonuçta ağzı bozuk biri. Peki ağzı bozuk Kamer Genç sana aynı küfürleri etseydi ne yapardın? Edemez mi? Bal gibi eder, onun da senin gibi bir ağzı var çünkü. Bunu merak ettim.

Kim bilir belki Kamer Genç 12 Eylül  ve PKK örsünde ezilmiş yeni Dersim’i onunla hemşeri olmaktan utanan insanlardan daha iyi temsil ediyor?

[1] Hallı, R. (1972) Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924- 1938),s. 466 Ankara: Genelkurmay

        Basımevi

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar