Hasan ÖZTÜRK
Arnavutköy vapur iskelesinin karşısındaydı dükkânı. Yer yer sıvası dökük dükkânına girenlerin ilk gözüne çarpan içerisinin büyük bir bölümünü kaplayan kahve değirmeniydi. Türkiye’de insanlar Neskafe içmeye başlayalıdan beri satışlar iyice düşmüştü. Günde bir iki kişi ya gelirdi ya gelmezdi taze çekilmiş kahve almaya. Vahan aynı zamanda tekel malları satıcısıydı; çeşidi çok az olurdu genellikle bu malların. Sağında solunda aynı malları bol çeşidiyle satan dükkânlar olduğu için, kendisi gibi yaşlanmış, eski tanıdıklarına ya da rastlantı sonucu dükkânına girenlerdi onun alıcıları.
Vahan dükkânına az alıcı gelmesine aldırmaz gibi bir hali vardı. Geçimini zor sağlayan bu yaşlı adam, durmadan karşısındaki, bir şirketin ofis olarak kullandığı eski binanın penceresine bakardı. Bu öylesine dalgın bir bakıştı ki, çoğu zaman dükkânına girenlerin ayırdında olmazdı.
Alıcı gelmediği zamanlarda sürekli karşıki pencereye bakan Vahan, sadece vapurun geliş saatlerinde gözlerini oradan ayırır, iskeleye bakardı. Boğaza kazıklı yol yapılmadan vapur iskelesi dükkânına çok daha yakındı. Bir zamanlar vapurdan inip birkaç adım sonra dükkânına giren ve alış veriş yapan pek çok alıcısı vardı. Alıcıların çoğu tanıdıktı ve ona adıyla seslenirler, aralarında karşılıklı espriler yapılırdı. Gençliğinde konuşkan aynı zamanda yakışıklı adamdı Vahan. Boylu posluydu, erkeğe yakışan bir yüzü vardı. Birçok kadın bir şeyler alma bahanesiyle girer ve Vahan’ı bir süre seyredip çıkardı. O yüzden fiyatı en ucuz mal olan kibrit çok satılırdı dükkânında. Otuz yaşına geldiği halde evlenmemişti.
Vahan’ın kazancı da iyiydi o zamanlar. Akşamları dükkânını kapatıp Beyoğlu’na çıktığında birçok kadınla rahatça arkadaşlık yapabiliyordu. O denli çoktu ki onunla arkadaşlık etmek isteyen, bu yakışıklı bakkal her ırktan güzel kadınlarla arkadaşlık edebiliyordu Beyoğlu gecelerinde…
Dükkânının karşısındaki bina satılıp yeni sahiplerinin oraya taşınmasıyla yaşamında çok büyük bir değişiklik olmuştu. Binayı alan adamın iki kızı vardı. Kızlardan büyüğünün adı Jilda küçüğünün adı Anna’ydı. Jilda yirmi, Anna on altı yaşındaydı. Karşısındaki binadaki kızları taşınalı iki gün olmasına karşın görmemişti Vahan. Gören bir arkadaşı kızların ikisinin de çok güzel olduklarını söylemişti ona.
O yıl, ailesinin zoruyla Vahan evlenmeyi düşünmeye başlamıştı. Yaşlı olan anne ve babası tek çocuklarının evlenip mutlu olmasını görmek ve torun sevmek istiyorlardı. Annesini ve babasını kıramayan Vahan yine de evliliği hiç olmazsa bir yıl erteleyip bekârlığın tadını iyice çıkardıktan sonra o işi yapmayı düşünüyordu.
Eylül’ün ortalarıydı. O akşam nereye gideceğine karar verememiş düşünüyordu. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Bir yandan düşünüp bir yandan da iskeleye yanaşan vapura bakıyordu. Kaptan ustaca yanaşmıştı iskeleye. İskeleye yanaşma ustalığından vapuru hangi kaptanın kullandığını bilirdi Vahan. Bu kez vapurun Yüksel Kaptan tarafından kullanıldığına karar verdi. İskelenin binasının yanındaki demir parmaklı kapıları açılıp, yolcular boşalmaya başladığında Vahan elleriyle saçlarını düzeltti; o biliyordu ki birkaç kadın kibrit alma ya da bir şeyler sorma bahanesiyle kendisini bir iki dakikalığına seyretmek için geleceklerdi. Yaslanmakta olduğu kapıdan dükkânın içerisine girip tezgâhın arkasına geçmeye karar verdiğinde elektrik çarpmışçasına sarsıldı ve olduğu yerde çakılıp kaldı. Böyle bir şey olamazdı. Tanrının böyle bir kadın yaratıp kullarını birbirine düşürmeyeceğini düşündü kısa bir an içerisinde. Sonra da, yarattığına göre bir düşündüğü vardır diye geçirdi içinden. İskeleden çıkan, o çok güzel kız kendisine doğru geliyordu sanki. Kalbi küt küt atmaya başlamıştı Vahan’ın. O ki, bugüne dek ne kadar çok güzel kadın tanımış fakat böyle heyecanlanmamıştı. Vapurdan çıkıp kendisine doğru gelen ise yirmi yaşlarında ya vardı ya yoktu; bu toy kız aşırı güzelliğiyle onu yalnızca heyecanlandırmayıp aynı zamanda başını da döndürmüştü. Vahana doğru gelen kız, hafif sağ yapıp dükkânın karşısındaki denize sıfır olan üç katlı yalının kapısını anahtarıyla açıp içeriye girdi.
Dükkâna alış veriş etmek için ilk gelen Artin:
“Ne bakoorsun öyle be Vahan. Çarpılmışsındır yoksam?” deyip onu içeriye itinceye dek yerinden kıpırdayamadı. Kendisinden istenilenlerin birçoğunun yerine yanlış şeyler verdi gelenlere. Para üstü verirken de hep şaşırdı. Bu yanlışlıklar işleri geciktirip vakti uzattığından en çok bir kibrit alıp Vahan’ı bir süre seyretmek için gelen Madam Siranuş’un işine yaramıştı. Bir köşeye çekilmiş sırasını beklerken içinden dua ediyordu; Vahan’ın bu şaşkınlığının kendisi yüzünden olmasını diliyordu. Madam Siranuş gerçekten çok güzel bir duldu; ölen kocası tanınmış bir kuyumcu olduğundan kendisine yüklü bir miras bıraktığı biliniyordu. Kadın birkaç kez Vahan’a yaklaşmak istemişti. Hatta ortak tanıdıklarından birini araya koymuş, bu yakışıklı adamın kendisiyle evlenmek isteyip istemediği öğrenmesini istemişti. Aracı, Vahan’ın ağzını aramış, durumun olumsuz olduğunu kadına bildirmişti. “İster misin fikrini değiştirmiş olsun bu adam?” diye geçiriyordu içinden Siranuş. Bir şeylerle ilgilenip en sona kalmıştı; kadın, adamın dalgınlığının kendi yüzünden olmadığını anlayıp fena halde bozulmuş ve kibriti de almadan giderken:
“Bazıları kahve koklamaktan kadın kokusunu unuttuğu anlaşılıyoor.” deyip Paris’ten aldığı çok şık şapkasını sinirli sinirli düzeltip çıkmıştı dükkândan.
Madam Siranuş’un söylediğini duymamıştı bile, kadın çıktıktan sonra dükkânın kapısının önüne koştu Vahan. Öyle fırlamıştı ki, az daha o dar caddede süratle gelen bir taksiye çarpacaktı. Acı bir fren sesi duyuldu. Çevredeki tüm esnaf dışarı fırlamıştı acı fren sesini duyunca. Taksici yakındaki bir durakta çalışan tanıdık biriydi; onun için de olay büyümeden kapandı. Taksi uzaklaşırken Vahan karşıki binanın pencerelerine doğru başını kaldırdığında iki güzel kızın kendisine doğru baktıklarını gördü. Ürkütmemeye çalışarak, başka yerlere bakıyormuş gibi göz ucuyla süzdü onları. Bakanlardan biri kendisini az daha taksinin altında bırakacak olan o güzeller güzeli kızdı. Büyük kız olmalı, bu durumda Jilda da onun adıdır diye düşündü bir tanıdığından duyduğu bilgileri değerlendirerek...
Jilda’nın da kendisine ilgisiz kalmadığı anlaşılıyordu pencerede kalma süresini düşündüğünde. Bir süre Vahan’ı seyrettikten sonra ayrılmışlardı iki kız kardeş. İçinde öyle fırtınalar kopmaya başlamıştı ki onu göreliden beri, sanki zamk olmuş gözlerinin bebeğine yapışmıştı kız; hiçbir şey göremiyordu Jilda’dan başka. O, bu güzel kızın hayaliyle yaşamaya başlarken, kızla annesinin ne konuştuklarını bilmiyordu doğal olarak.
“Az daha çiğneniyordu karşıdaki dükkânın sahibi anne.” dedi Jilda.
“Zor kurtuldu.” diyerek ablasının söylediğine katıldı küçük kız.
“Dikkat etmezseniz yollarda yürür iken, siz de kalırsınız taksilerin altında, ben olmadığımda yanınızda dikkat edesiniz sağınıza solunuza. Erkeklere bakacağınıza bakasınız taksilere, anloorsunuz beni?” diyen kadının söylediklerine annemizin her zamanki öğütleri diyerek pek aldırmamışlardı kızlar.
“Adam çok yakışıklıdır be abla, değil mi?” Ablası düşüncesini söylemeden, annesi Madam Emma, kızını azarlarcasına konuştu:
“Baban söylemiştir, o adam pis zamparanın biridir diye. Dikkat edesiniz karışmam. Anlamışsınızdır söylediklerimi?”
Dükkânına gelenlerin ne istediklerini, hatta ne söylediklerini anlayamıyor bir sürü laf işitiyordu alıcılardan Vahan. (O zaman çeşit boldu dükkânında.) Ya yanlış bir şeyler veriyor gelenlere ya da para üstünü yanlış hesaplıyordu. Yüz gram kuru kahve isteyene bazen bir kilo vermeye kalkıyor, şarap isteyene ispirto vermişti bir defasında. Bir ara dükkânda kimse kalmadığı sırada çarçabuk fazla ışıkları söndürüp kasayı kapattı ve dışarı fırladı; dükkânın kapısını kilitleyip uzaklaştı oradan. Bu arada akşam olmuş hava da kararmıştı. Dikilip bir süre Jildalar’ın evinin boş penceresine baktı. Kendisindeki yürek yangınından haberi olmayan kızın pencereye çıkacağı falan yoktu. Arnavutköy’den Bebek’e doğru yürümeye başladı. Caddenin denizden tarafındaki yaya kaldırımına geçti. Çok yakınından geçen büyük bir tankere baktı. Boğazdan geçen gemileri seyretmeyi çok severdi Vahan, ama şu anda gözbebeklerine Jilda yapışmış olduğundan Akıntı Burnu’na çok yakın geçen koca şilebi doğru dürüst göremiyordu…
Bebek’e kadar yürüyen Vahan parkta oturup bir süre boğazı seyretti. Ne yapıp edip görüşmeliydi kızla. Kendisine güveniyordu. Yine de kızın durumunu bilmediği için endişeliydi. Belki sevgilisi vardır kızın diye düşünüyordu. Öylesine güzel kız boş bırakılmazdı. Kızla ilgili bilgi alacağı kimse de yoktu şimdilik; belki ileride olurdu ama Vahan’ın hiç bekleyecek hali yoktu. İzleyecekti kızı, dışarı çıkınca da yanına gidip konuşacaktı onunla. Şimdi önemli olan, zamanı nasıl geçirecek, yarını nasıl yapacaktı. Beyoğlu’na çıkıp her akşamki gibi içip eğlenmeyi düşündü; işin içine kadınlar da gireceği için, bunun Jilda’ya yapılan bir haksızlık, hatta ihanet olacağını düşünüp caydı. Bebekte bir balıkçı meyhanesine oturup kendisine rakı, sevdiği birkaç çeşit meze ve çingene palamudu söyledi...
Meyhaneden çıkıp evinin de bulunduğu Arnavutköy’e geri döndüğünde Jildalar’ın ışıkları yanıyordu. Bir süre ışıkları yanan evin pencerelerine baktıktan sonra gidip yattı. O gece doğru dürüst uyuyamadan sabahı etti Vahan. Erkenden kalkıp dükkânını açtı. Sürekli karşıki binanın pencerelerine bakmış, iki saat geçtiği halde kimseyi görememişti. Vapurun geliş saati yaklaştığında binanın sokak kapısı açılmıştı. Dışarıya çıkan adamı gören Vahan çok şaşırdı. Masis’ti evden çıkan. Kırk beş yaşlarında, yakışıklı ve cebinde her zaman harcayacağı bol para bulunan bu Masis’le birçok kez Beyoğlu gecelerinde arkadaşlık yapmışlardı. Dönemin tanınan hovardalarından biriydi Masis. Herhalde Jilda’nın babası bu olmalı diye düşündü Vahan. Bu duruma üzülsün mü, sevinsin mi karar veremiyordu. Adamın tanıdık olması bir yandan iyiydi ama diğer yandan da arkadaşlık yaptıkları alan pek iyi sayılmazdı, Vahan’ın Jilda konusunda düşüncelerinin gerçekleşmesi için…
Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz derler ya, öyle bir şey olmuştu işte. Saatlerdir Jilda’yı görebilmek için pencerelere bakmaktan yorulan, sonunda denize bakıp Boğazdan geçen bir gemiyi seyretmeye karar veren Vahan, karşısında kısa kollu ince beyaz bir bluzla peri kızı gibi beliren Jilda’yı görünce çok şaşırdı. Kız bir yandan satın alacağı şeyleri söylerken diğer yandan da belli etmemeye çalışarak Vahan’ı süzüyordu. Vahan kızın istediklerini verdikten sonra onunla konuşmaya karar verdi.
“ Masis’in kızı mısınız?”
“ Evet. Babamı tanıyor musun?
“ Tanırım.”
“ Nereden tanıyorsunuz?”
“ Birkaç kez birlikte oturup dostluk ettik kendisiyle.”
“ İyi günler size.”
“ Size de. Yine görüşmek isterim.”
“ Görüşürüz.” diyen kız birkaç saniye Vahan’ın gözlerinin içine bakmaktan kendisini alamadı. Hafif bir gülümsemeyle sonlandırıp bakışlarını ürkek bir ceylan edasıyla sekerek oradan uzaklaştı.
O günden sonra Vahan ile Jilda birkaç kez daha dükkânda ayaküstü konuşup birbirlerini biraz daha yakından tanıdılar. Vahan kızın gönlünü çalmayı başarmıştı. Bu arada Jilda’nın Ermeni lisesini birincilikle bitirdikten sonra üniversiteye devam ettiğini ve bu yıl üçüncü sınıfa devam ettiğini öğrendi. Bir pazar günü kız arkadaşıma gidiyorum diye evden çıkan kız Arnavutköy sırtlarında bir çilek bahçesinde Vahan’la buluştu. Derme çatma bekçi kulübesinde bol bol seviştiler; bu arada vaktin nasıl geçtiğini anlayamamışlardı. Başlayan yağmurla birlikte kendilerine geldiler. Giyinip üstlerine başlarına çeki düzen verdikten sonra Jildalar’ın evine doğru koşmaya başladılar. Vahan yanında koşan kızın bir an kendisine bir soru sorduğunu duydu:
“Şimdi ne olacak Vahan?”
“Ne ne olacak Jilda?”
“Ben artık bakire değilim biliyorsun?”
“Evleniriz?”
“O kadar kolay değil evlenmemiz.”
Daha fazla konuşmadılar. Vahan da biliyordu evlenmelerinin o kadar kolay olmadığını. İşi zamana bırakacaktı. Bir yolunu bulabiliriz belki diye düşünüyordu. Kızının çapkın bakkala âşık olduğunu duyacak olan Masis’in karşısındaki binayı ertesi gün boşaltıp ailesini oradan uzaklaştıracağını bilmiyordu Vahan bunları düşünürken. Bir süre İstanbul’da kalan Masis, o yıl kızını üniversiteye göndermemişti. Bir yıl İzmir’de oturdular, Jilda’yı Vahan’dan uzak tutmak için. Kızın bir kaç kez kaçıp sevdiği erkeği bulma girişimi annesi Madam Emma’nın sıkı göz hapsi nedeniyle başarısız kalmıştı. Jilda’nın bu girişimlerini kolayca engelleyen anne bir keresinde de onun intihar girişimini önlemişti. Masis’in Türkiye’deki mallarının büyük bölümünü satıp ailesini yurtdışına götürmesinin haberini Vahan bir rastlantı sonucu ancak bir yıl sonra öğrenebildi. Arnavutköy’den ayrıldıkları ilk günden beri yana yıkıla, sırılsıklam âşık olduğu kızı arayan genç adam Amerika diye duymuştu Jilda’nın gittiği yeri, aslında Masis ailesini Kanada’ya götürmüştü. Belki de özellikle kendisi Amerika’ya gittiğini söylemişti çevresine. Vahan da dükkânını satıp Türkiye’den ayrılmayı ve Jilda’yı bulmayı düşündü bir süre. Bir ipucu aradı sevgilisini nasıl bulacağına dair. Tüm uğraşına karşın bir ipucu bulamadı.
Aradan uzun yıllar geçti. Geçen her yıl Vahan’ın yüreğinde fazladan bir yara daha açıyordu. İlk yıllarda Jilda’yla seviştikleri çilek tarlasındaki bekçi kulübesine gidip saatlerce oturur sevgilisinin düşünü kurardı. Arnavutköy’ün tarlaları arsa olup değerlenince birer birer satıldı ve bekçi kulübelerinin yerine apartmanlar yapıldı. Vahan’ın Jilda’yla seviştikleri kulübenin yerinde de böyle bir bina vardı. Jilda’yla ilgili düşlerinin en kolay canlandığı tek yer karşı ki binanın kendi dükkânına bakan penceresiydi; yani sevgilisiyle birbirlerini kaçamak seyrettikleri yer. Vahan sabahtan dükkâna gelip gözlerini o pencereye diker sürekli bakardı. Dükkânına gelen alıcılara düşlerini böldükleri için bir şey diyemezdi ama içinden de kızardı onlara…
Yaşı sekseni çoktan aşmıştı Vahan’ın. Belki Arnavutköy’ün en yaşlı yerlisiydi. Eskilerden pek kimse kalmamıştı semtte. Semtin hem insanları hem de biçimi değişmişti. Kazıklı yol yapılınca, iskele uzaklaşmıştı Vahan’ın dükkânının önünden; eski Arnavutköy evleri sonradan yapılan apartmanların yanında korkudan büzülmüş gibiydiler. Diğer evler gibi, kendilerinin yerlerine apartman yapılmak için her an bir dozerin saldırından korkuyordular sanki. Vahan’ınki de böyle bir evdi. Üstelik dozere gerek kalmadan da yıkılabilirdi bu bakımsız ev. Sahibinin pek umurunda değildi evin perişan hali. Nasıl olsa ben ondan önce yıkılırım diyordu. Onun asıl düşündüğü, dükkânın karşısındaki, yani Jidalar’ın eviydi. Uzun süredir içinde kimse oturmadığı için her an yıkılabilirdi. Vapur iskeleye her yanaştığında sallanıyordu eski bina; sıva falan da kalmamıştı. Ev yıkılıca her gün bakıp Jilda’nın düşünü kurduğu pencere de olmayacaktı. Bunu her düşündüğünde yaşlı kalbi fena halde çarpıyordu Vahan’ın. Günün birinde birileri gelip binayı onarmaya başladıklarında çok sevindi yaşlı adam. Bu durumda binayla birlikte düşleri de yıkılmayacaktı. Gelenler bir şirketin ofisi olarak kullanacaklardı orayı.
Bir gün dükkânına gelen bir genç onu bir toplantıya götüreceğini söyledi. Barış adındaki bu genci tanırdı Vahan. Ara sıra dükkânına gelen genç Arnavutköy’de oturuyordu. Vahan’ın sevdiği bu genç dostluk ettiği tek kişiydi.
“Ne toplantısıdır bu?”diye sorduğunda Vahan ona:
“Arnavutköy’e sahip çıkmamız gerekiyor, onun için bir dernek kurduk,” dedi genç.
“Niye sahip çıkacağız Arnavutköy’e, sahipsiz mi burası?”
“Üçüncü boğaz köprüsü buraya yapılacak; bu da Arnavutköy’ün doğal ve tarihi dokusunu yok edecektir.”
“Bu nasıl olacak, köprü üstümüzden geçip gitmeyecek mi?”
“Köprünün ayakları buraya yapılınca birçok bina yıkılacak. Belki senin bu dükkân da yıkılan binalardan biri olacak.”
Vahan’ın yüzü karmakarışık oldu bir anda. Jilda’nın oturduğu binaya baktı bir süre.
“Bu da mı yıkılır?”diye sordu gence.
“Niye yıkılmasın ki?”dedi Barış.
Gözünü karşıdaki binanın penceresinden ayıramayan Vahan’ın yüzüne de vuran acı giderek artıyordu.
“Toplantıya geliyorum ben de.” deyip dükkânını kapattı yaşlı adam.
Arnavutköy’ü korumak için kurdukları derneğe gittiklerinde hiç ummadık bir tepkiyle karşılaştılar. Daha önce de toplantılardaki sivri çıkışlarıyla tanınan bir adam Vahan’ın oraya gelmesinden rahatsız olmuştu.
“Bu ihtiyarı niye getirdin?” diye sordu Barış’a.
“Arnavutköy’ün çınarlarıyla yaşıt Vahan amca. Doğduğundan beri de burada yaşıyor, niye tepki gösterdiğini anlamadım?” diyen Barış’ı toplantıya katılanlardan birkaç kişi de destekleyince Vahan’ın oraya gelmesine karşı olan adam susmak zorunda kaldı. Vahan kendisinin toplantıya katılmasına karşı olan kişinin söylediklerine pek aldırmadı; onun aklı fikri köprünün yapılmasıyla yıkılabilecek olan Jilda’nın bir zamanlar oturduğa evin penceresindeydi…
Arnavutköylülerin, üçüncü köprünün yapılmaması için iskele meydanında yaptıkları mitinglerde, Vahan hep en öndeydi. Yaşamının son yıllarını, bir fotoğrafını bile edinemeden yitirdiği biricik sevgilisinin penceredeki düşünden ayrı yaşamak istemiyordu. Mitingde yorulduğunda Barış’ın koluna giriyor ve kalabalıkla birlikte o da sloganlara katılıyordu.
Aradan zaman geçip de hükümet köprü yapmakta diretince Arnavutköy’de ilk yıkılacak bina olarak Jildalar’ın evi seçilmişti; ondan sonraki yapı da Vahan’ın dükkânıydı. Vahan’a dükkânını boşaltması bildirildiğinde o hiç aldırış etmemişti. Dozerler gelip de yıkım başlayacağı söylendiğinde görevlilerin ilk işi makinelerin önünde boylu boyunca yatan Vahan’ı oradan kaldırmak oldu. Görevlilere yardım eden bir tek Arnavutköylü vardı; o da Barış’a Vahan’ı toplantıya getirdiği için kızan adamdı. Ne yapsalar Vahan’ı dozerlerin önünden kaldıramıyorlardı. Dozer Jildalar’ın evini yıkmak için üzerinden geçerken uykusundan ter içinde uyanan Vahan doğrulup, bir süre, gördüğü rüyanın etkisinden kurtulmak için yatağında oturdu. Kalkıp giyindi ve kendisini dışarıya attı. Deniz kıyısına gidip akıntı burnundaki bir banka oturdu. Bir an kendisini boğazın akıntılı sularına bırakmayı düşündü. Bu düşüncesinden biraz sonra vazgeçti. Düş de olsa Jilda’yla bakışıyorlardı pencereden. Ben ölürsem kim bakışacak onunla diye düşündü. Yerler ağarmaya başladığında kalkıp hızlı adımlarla dükkânına giderken kendi kendine mırıldanıyordu:
“O, pencerede beni bekliyordur şimdi. Çok bekletmeden gideyim.”
Erkenden dükkânını açıp yine gözünü karşıki binanın boş penceresine dikti. Aradan epeyce zaman geçtiği halde hiçbir alıcı gelmemişti. Bu durum hoşuna gidiyordu yaşlı adamın; karşıki penceredeki Jilda’nın düşüyle aralarına kimsenin girmesini istemiyordu. Zaten son zamanlarda yalnızca kahve çekip satıyordu dükkânında. Kapıda yaşlı bir kadın belirdiğinde bir an “Bugün kapalıyız.” demeyi düşündü. Dükkânın içine kadar girip karşısına dikilen kadına böyle bir şey demenin ayıp olacağını karar verip sesini çıkarmadı.
“Sensin değil mi Vahan?” diye soran kadının sesini bir yerlerden anımsar gibiydi. Başını kaldırıp kadına dikkatlice bakınca kalbi hızla çarpmaya başladı. Ayağa kalkarken heyecandan titreyen sesiyle:
“Sen Jilda’sın.” Derken, boğazına bir şey takılmıştı sanki.
Vahan ve Jilda birbirlerine bir süre baktılar. İkisinin de gözlerinden sevinç yaşları boşalmaya başlamıştı. Birbirlerine sarıldıklarında ikisinin kalbi de duracak gibi çarpıyordu…
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
Mourat
Ahmet Davutoglu, Ermeni Soykirimini bir kez daha inkar ediyor. Balkanlarda veya diger yerlerde haksizliga ugramis muslumanlar vardi, bu kesin ama bunda ermenilerin ne sucu var? Markar efendi, sen de yalakaligina devam et!
Hrac Madooglu
Davutoglu, soykirimi inkar ederekten yarim agiz bir taziye mesaji verdi diye Turkiye Ermenilerinin ustundeki 100 yillik yuk kalkmis mi oldu? Agir ol Markar Efendi. Milletvekili olmak icin kullanacagin bir malzeme degil bu. Devletin 100 binlerce masum insani, kadin-cocuk demeden imha ettigi, halkin da bu cinayete ve yagmaya istirak ettigi bir olaydan bahsediyoruz. Bir yandan Canakkale torenini Ermenilerin yarasini daha da desmek icin 24 Nisana alacaksin, ote yandan yarim agiz taziye mesaji vereceksin. Hadi bizim Markara soyleyin bunu Ermenilere yuttursun. Bu arada okul kitaplarina Ermeniler Turklere soykirim yapti yaz, istanbulda "Ermeni asker kacaklari" diye sergi ac, yeri geldiginde afedersiniz Ermeni diye hakaret et, Turkiyedeki 10 bin Ermenistanliyi "80 bin Ermenistanli var deport etmiyorum amma..." diye piyon olarak kullan, tarih komisyonu kurulsun diyerek vakit kazan, her yaptigin vicdansizlik, ahlaksizlik, saygisizlik. Ondan sonra da Markar Esayan "ah ne guzel, biz Turkiyeli Ermeniler 100 yillik yukten kurtulduk, kelebek gibi hafifledik" diye insanlari ahmak yerine koysun...iyi ki soykirim kelimesini icad etmis Rafael Lemkin, Allah ondan razi olsun. O kelime olmasaydi, TC Devletinin umurunda bile olmazdi Ermenilerin tepkisi. Oysa simdi Soykirim kelimesini her duyduklarinda hop oturup hop kalkiyorlar. Cevap vermek zorunda kaliyor devlet. Cevap verdikce de soyledikleri yalanlarla daha da cok rezil oluyorlar.