Ayşe HÜR
Osmanlı geçmişinin reddedilmesiyle açılışı yapılan Cumhuriyet döneminde ülkenin kültürel ve politik örgütlenmesini yürüten ‘eski İttihatçı, yeni Kemalist’ asker ve sivil kadrolar Osmanlı İmparatorluğu’nun okullarında aldıkları ‘pozitivist’ eğitim dolayısıyla modernleşme ve Batılılaşma yanlısıydı. Bu kadroların esas amacı imparatorluk bakiyesi bir ümmetten yeni bir ulus-devlet yaratmak ve bu ulus-devleti çağdaş uygarlık seviyesine yükseltmekti. Bu hedeflere ulaşmak için halkın dönüştürülmesi bir zorunluluktu. Onlara göre halk yönetici seçkinlerin önderliğiyle neyin ‘iyi’, ‘doğru’ ve ‘gerekli’ olduğunu öğrenebilirdi. Böylece kurucu kadro, modernliğin ancak toplumun bütünüyle denetim altına alınmasıyla yakalanabileceğini düşünerek son derece radikal yöntemler uyguladı. Her türlü muhalefet ezildi, ülkede demokrasinin gelişmesine hiçbir zaman izin verilmedi.
Türk milli kimliği, Batı’yı ulaşılması gereken, kıskançlıkla izlenen bir model olarak görme, bir yandan da onu bir türlü aşamayacağını bilmenin getirdiği ya da aşamadığını görmenin getirdiği bir rahatsızlık duygusuyla sürekli reddediş içinde olmanın getirdiği ikili tutum içerisinde gelişmeye veya oluşmaya başladı. Cumhuriyetin ilk yıllarında bir yandan ‘Yedi düvele karşı verilmiş İstiklal Savaşı’ söylemine içkin Batı düşmanlığı sürdürülüyordu, diğer yandan ulus, laiklik, cumhuriyet gibi Batı düşüncesinin terimleri ve kurumlarıyla yeni bir devlet, yeni bir düzen kurmaya çalışılıyordu. Sonuçta bu paradoksu çözmek için Ziya Gökalp’in “Medeniyet evrenseldir, kültür ise yereldir, özeldir. Biz kültürümüzü koruyalım, medeniyeti bir şekilde ucundan paylaşmamızda bir şey mahsur olmaz” söylemine sığındılar. Halbuki ‘medeniyet’ ve ‘kültür’ ya da ‘Batı medeniyeti’ ve ‘Batı kültürü’ denilen şeyler birbiriyle etkileşim içerisinde oluşmuştu.
İÇE KAPANMA YILLARI
1925’ten itibaren Batı’yla ilişkiler siyasi düzlemde asgariye indirilmiş, büyük bir süratle alfabe, giyim-kuşam, ölçü, hukuk, kadın hakları, eğitim, tarih, coğrafya, arkeoloji, dil, mimarlık alanında Batılı atılımlar yapılmıştı. Bunlardan murad, hem Osmanlı’dan beri aşk ve nefret ilişkisi içerisinde olduğu Batı’ya yetişmek hem de Doğu’dan tümüyle kopmaktı. Sonuçta Mustafa Kemal’in o meşhur sözüyle ‘biz bize benzeriz’ diye tabir edilen ve hakikaten bize benzeyen bir yapı ortaya çıktı. Yine de ‘medeniyet’le ‘Batı’ arasındaki ilişkiyi ulusal kimlikte bağdaştırmak problematik bir alan olarak kaldı. Bunu da Türk tarih tezi, güneş dil teorisi gibi garabetlerle aşmaya çalıştı Kemalizm. Sonuç olarak Batı’ya karşı duyulan düşmanlık ve Doğu’yla temas kurmamak için gösterdiği aşırı dikkat, Cumhuriyet’i içine kapamaya mecbur etti. 1929 Dünya Büyük Buhranı da, içeri dönmeyi, kendi yağıyla kavrulmayı savunmanın dış koşullarını oluşturmuştu.
BATI’YLA YENİ DÖNEM
Mustafa Kemal’in ölümüyle birlikte kültür devrimleri hız kesti ama esas değişiklik dış koşulların baskısıyla yaşandı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, Türkiye Batı Bloku’nda yer almayı seçti. 1950’de Kore Savaşı’ndaki katkılarıyla 1952’de NATO’ya girdikten sonra ABD’nin Marshall Planı, Truman Doktrini gibi araçlarla Avrupa’yı Sovyet Bloku’na karşı güçlendirme projesi kapsamında, Yunanistan ve Türkiye çok büyük yardımlar aldı. Ülke tarım ülkesi olmaktan sanayi ülkesi olmaya doğru yönelirken ulusal özgüven eksikliği biraz olsun azalmıştı. Bunun doğal sonucu olarak da kimlik tartışmaları hız kesti. Kentlisinden köylüsüne kadar ABD’yi sevmeyen kalmadı. Ancak bu sefer Türk kimliğinin 3. dünya ülkeleriyle çatışması başladı. Çünkü Batı’yla iyi ilişkiler kurmak için Batı’nın eski sömürgelerinin taleplerini görmezden gelmek gerekiyordu.
1955’ten itibaren sağ muhafazakâr DP hükümetinin Arap dünyasını ikiye bölen Bağdat Paktı’nı kurması, Bandung Konferansı’nda ‘3. Dünya Ülkeleri’yle ilişkiyi bitirmesi, Cezayir meselesinde Fransa’nın yanında yer alması, DP’nin şahsında Batı’ya karşı soldan gelen eleştiriyi şiddetlendirdi. ‘Jakoben Cumhuriyet’i Batı’nın projesi sayan muhafazakâr ve İslamcı aydınlar zaten sürekli olarak Batı’yı eleştiriyordu. 1964’te Kıbrıs’ta, Rumların baskılarına uğrayan ‘soydaşlarına’ müdahale etmeye hazırlanan Türkiye’ye ABD tarafından gönderilen kaba Johnson mektubu, siyasi elitlerin, halkın ve aydınların Batı’ya tepkisini şiddetlendirdi.
ORYANTALİZMİN KEŞFİ
1968’de tüm Avrupa’yı saran öğrenci eylemlerinin ve ABD’nin ‘çirkin yüzünü’ iyice ortaya çıkaran Vietnam Savaşı’nın yarattığı uluslararası politik atmosferle, ABD’nin bu saygısız politikaları birleşince ‘Milli Mücadele’ ruhu tekrar ortaya çıktı. 1973 petrol krizi, ardından ABD’nin Türkiye’de haşhaş ekimine yasak koyması gibi olaylar Batı’ya karşı antipatiyi tırmandırdı. İslamcı kesimin ağzından Milli Selamet Partisi’nin karizmatik lideri Necmettin Erbakan’ın küfür niyetine kullandığı ‘Batı taklitçiliği’ sözü bolca duyulur oldu. 1970’lerin sonunda Batı’nın Türkiye’ye biçtiği jandarma rolünden ve Yunanistan’ı el altından desteklemesinden duyulan rahatsızlık belirgin hale gelmişti. Artık Batı, sağcı olsun, solcu olsun, yönetici elitlerin, aydınların ve halkın zihninde tartışmasız biçimde ‘üstün’ ama ‘düşman’ bir figürdü. Kanlı 12 Eylül 1980 darbesi halkta değilse bile solun tümünde ve sağın bir bölümünde, ABD’nin şahsında Batı düşmanlığını arttırırken, 1990’lar, Türkiye’nin üyeliği konusunda sürekli karar değiştiren, buna karşılık Yunanistan’ı kayırdığına ve PKK’ya destek verdiğine inanılan Avrupa Birliği’nin şahsında, Batı’ya karşı antipatinin yeniden zirveye çıktığı yıllar oldu. Bunun elitler dünyasındaki karşılığıysa Filistinli/Amerikalı yazar Edward Said’in 1978’de yayımlanan ‘Şarkiyatçılık’ kitabında tarif ettiği fikirlerin başını çektiği sofistike Batı eleştirisi sağcısından solcusuna, liberalinden muhafazakârına, neredeyse tüm Türkiyeli aydınlar arasında Batı konusunda yeni bir okuma tarzına zemin oluşturdu. Bazı kesimler kendini Batı’nın gözüyle görmeye başlayarak özgüvenlerini yitirirken bazı kesimlerde kendini gerçekçi bir şekilde değerlendirememe hali ortaya çıktı. Batı tarafından yapılan her eleştiriyi haklı ya da haksız olduğunu anlamaya çalışmaksızın “Bu oryantalizmdir” diye çöpe atmak âdet oldu.
CEVAP: OKSİDENTALİZM
1980’lerden itibaren yükselişe geçen neo-liberal dalganın çevreden merkeze taşıdığı İslamcı kesimlerin Şarkiyatçılığa verdiği cevap ise Garbiyatçılık (Oksidentalizm) oldu. 1992 yılında ‘Garbiyatçılık İlmine Giriş’ adlı bir kitap yazan Kahire Üniversitesi felsefe profesörü Hasan Hanefî, 12-13 Şubat 2002 tarihinde İstanbul’da düzenlenen bir toplantıda “Biz çözüm arayışında Batı’yı transfer etmekle meşgulken Batı bizi geçmeye devam ediyor. Sonuçta ise aşağılık kompleksine kapılıyoruz” demişti. ‘Batı tarafından aşağılanmışlık duygusu’ Almanlardan Panslavistlere, Japon milliyetçilerinden Çin devrimcilerine, İslamcı radikallerden küreselleşme kurbanlarına kadar pek çok kesimin ortak yarasıydı. Ancak en çok da “üç kıtada yayılmış bir imparatorluktan Anadolu’ya sıkışmış küçük bir devlete mahkum olduğunu düşünen” Türklerin yarasıydı.
Bugün, bir yandan gönülsüz de olsa AB’ye girmek, ABD’nin en güvendiği ülke olmak, kısacası Batı sistemi içindeki yerimizi sağlamlaştırmak için uğraşıyoruz, bir yandan da Batı deyince bizi sürekli bölmeye, parçalamaya, yok etmeye çalışan ebedi bir düşman tahayyül ediyoruz. “Batılılar bizi sevmiyor” diyoruz ama hâlâ biz Batı’yı ve Batılıları seviyor muyuz sorusuna cevap verebilmiş değiliz. Bunda, Batı’nın işlediği tarihsel suçların, mevcut ikircikli politikalarının, yekpare bir bütün olmamasının rolü açık. Ancak çuvaldızı kendimize batırırsak, Cumhuriyet tarihi boyunca ilmek ilmek işlenen ‘düşman Batı’ söyleminin rolü daha büyük. Eğer açıkyüreklilikle ‘Biz kimiz?’ sorusunu cevaplamaz ve önyargısız şekilde ‘Batı nedir/Batılı kimdir?’i anlamaya çalışmazsak daha uzun süre bu şizofrenik hali sürdüreceğimiz ortada.
Ünlü ‘Johnson Mektubu’nda ne yazıyordu?
Başbakan Erdoğan’ın Mısır darbesinin arkasında İsrail’i ve Yahudi asıllı düşünür Bernard Henry-Levi’nin olduğunu söylemesi üzerine Beyaz Saray Sözcüsü’nün bu iddiayı ‘yakışıksız, dayanaksız ve yanlış’ bulması, bazıları tarafından ‘Johnson Mektubu’ndan bu yana Türkiye’ye yönelik en ağır tepki’ olarak nitelendi. İki olayın benzeyip benzemediğini anlamak için olayın ne olduğunu hatırlayalım.
1963’ten itibaren Kıbrıs’ta toplumlararası çatışmalar hızlanmış, 2 Haziran 1964’te toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda Kıbrıs’a müdahale kararı çıkmıştı. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, ABD elçisine, Kıbrıs’a Türkiye’nin bizzat müdahale edeceğini çıtlatmıştı. Ancak ABD, İnönü’den 24 saatlik bir erteleme istemişti. İnönü Kıbrıs’a çıkarma yapmakta ısrarlı olduğunu söyleyince cevap gecikmedi. 5 Haziran’da tarihe Johnson Mektubu diye geçen ünlü mektup geldi ve Türkiye Kıbrıs’a müdahaleden vazgeçti. Hem Johnson’ın mektubu hem de İnönü’nün buna cevabı kamuoyundan özenle saklandığı için halk olup biteni elbette anlayamadı.
Johnson Mektubu’nun ortaya çıkması 10 Ocak 1966’da Meclis’te AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel mektubun içeriğinin açıklanmasını talep edince mümkün oldu. Mektubun metni 13 Ocak 1966’da Hürriyet gazetesinde, Cüneyt Arcayürek’in sütunlarında açıklandı. Johnson mektupta özetle ABD ile Türkiye’nin çok önemli müttefikler olduğunu, bu yüzden birbirine danışmadan böyle bir karar almaması gerektiğini, Türkiye’nin müdahalesi için gerekli şartları yerine getirmediğini, ABD’nin Türkiye’ye verdiği silahların savunma amaçlı olduğunu, dolayısıyla Kıbrıs’ta kullanılamayacağını, Türkiye’nin müdahalesinin ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaşa yol açabileceğini, muhtemelen SSCB’nin de soruna dahil olabileceğini, eğer böyle bir şey olursa NATO’nun Türkiye’yi savunma yükümlülüğüne girmeyebileceğini belirtiyordu.
‘Yeni bir dünya kurulur...’
Başbakan İnönü’nün 13 Haziran 1964 tarihli cevabi mektubu ise aynı günlerde CHP tarafından Milliyet gazetesine verilmiş, 14 Ocak 1966 tarihinde yayımlanmıştı. Yıllar sonra öğrendiğimize göre mektupta özetle, Türkiye’nin 25 Aralık 1963, 15 Şubat 1964, 13 Mart 1964 ve 5 Haziran 1964 tarihlerinde olmak üzere tam dört kez Kıbrıs’a müdahaleyi düşündüğü, bunların hepsini ABD ile paylaştığı, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin uluslararası hukuka uygun olduğu, buna rağmen ABD’nin SSCB’nin müdahalesi halinde NATO’nun Türkiye’yi korumayacağının belirtilmesinin Türkiye’yi derin hayal kırıklığına uğrattığı belirtiliyordu.
İsmet İnönü’nün mektubunda “Müttefiklerimiz bu tutumlarda devam ederse dünya yıkılır. Yeni şartlarda bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyada yerini alır” şeklinde bir ifade yok. İnönü böyle bir ifadeyi belki de bir dost meclisinde söylemişti. Nitekim daha mektup krizi sürerken, İnönü’nün yeni bir dünyada yerini almaktansa eski dünyada kalmaya daha hevesli olduğunu gösteren bir olay yaşandı. İnönü 21 Haziran 1964’te Johnson’un daveti üzerine kalabalık bir heyetle Washington’a gitti. Johnson benzer bir daveti Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu’ya da yapmıştı, elbette o da davete icabet etmişti. Ancak, İnönü-Johnson, İnönü-Papandreu görüşmelerinden bir sonuç çıkmadı. Ardından Johnson ABD Dışişleri Bakanı Acheson’ı Kıbrıs konusuna çözüm bulmak üzere özel temsilci olarak atayacak, ancak Acheson Planı da işe yaramayacaktı.
İnönü’nün oyunu mu?
Johnson Mektubu (Gendaş, 002) adlı kitabın yazarı Haluk Şahin’e göre ise mektup krizi, kamuoyunun büyük baskısı yüzünden Kıbrıs’a müdahale etmesi gereken ancak Türkiye’nin bunu yapmaya gücünün olmadığını gayet iyi bilen İnönü’nün topu ABD’ye atmak için planladığı bir ‘oyun’du. Çünkü Cüneyt Arcayürek’in yıllar sonra Haluk Şahin’e anlattığına göre, İsmet Paşa, Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin’e “Çağır Amerikan Büyükelçisi’ni, adaya çıkacağımızı söyle” demiş, Erkin hayretler içinde kalmış ve ‘Aman paşam nasıl haber veririz. Hemen, yapmayın bu haltı, derler, müdahale edip durdururlar” cevabını vermişti. Paşa ise “Sen söyle söyle” diye ısrar etmişti.
1964’te Washington’da elçilik müsteşarı olan İlter Türkmen ise şunları anlatmış Haluk Şahin’e:
“Biz, Johnson’ın mektubunu tahrik ettik. Hükümet böyle bir notanın gelmesini bekliyordu. İsmet Paşa’nın hakikaten müdahaleye niyeti olsaydı, Amerikan hükümetinin fikrini sormazdı. Amerikan sefirini çağırıyor ve diyorlar ki, ‘Biz Kıbrıs’a müdahaleye karar verdik. Sizin bu konuda bir görüşünüz var mı?’ Adamlar da müdahaleyi engellemek için ne kadar ağır bir mesaj göndermek gerekiyorsa, o kadar ağır bir mesaj gönderiyorlar.” Benzer ifadeleri, İnönü’ye yakın bir başka diplomat da (Haluk Şahin adını vermiyor) tekrarlayacaktı: “Türkiye, Kıbrıs’a çıkarma yapmaya askeri açıdan hazır değildi. Çıkarma en zor askeri operasyonlardan biridir. İsmet Paşa durumun farkındaydı. Kısacası tüm hazırlıklara ve jestlere rağmen, o zaman Türkiye çıkarma yapmayacaktı. Ancak İnönü, askeri müdahaleyi kullanarak gözdağı vermek de istiyordu. Bu yüzden gemiler, keşif uçakları yola çıktı. Sonra Amerika’nın ‘Durun, çıkmayın’ demesi sağlandı. O zaman çıkarma yapılmamasının sorumlusu Amerika oldu.”
Benden bu kadar, kıssadan hisse çıkarmak da artık size kalmış... İyi pazarlar...
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTürkiye’nin Kürt Sorununu çözecek yaklaşım neden Suriye’de uygulanmasın? 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'nin umudu eğitim: Cumhuriyet’in en önemli başarısı, bugün sınav usulsüzlüğü ve fırsat eşitsi 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞGürsel Tekin konusunun pek konuşulmayan tarafı 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇKudüs, ey Kudüs! 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016