Halil BERKTAY
[5 Şubat 2017] Kaldığım yerden devam: salt fiziksel ölçek ve demografik yapı -- üzerinde yaşanan ve yönetilen alanın giderek büyümesi, nüfusun ise heterojenleşmesi ve dağınık, kopuk kopuk yerleşimlerden oluşması -- daha güçlü bir yürütme ihtiyacı doğurabilir. Bu da bazen devletsizliğe karşı devletli toplum, bazen şehir-devletine karşı (hanedan devleti anlamında) imparatorluk, bazen demokratia veya respublica’ya karşı (Roma anlamında) tek adam dictator’lüğü veya imperator’luğu biçimini alabilir. Modern zamanlarda, demokrasi genel çerçevesi içinde bazı coğrafyalarda parlamenter sisteme karşı başkanlık sisteminin tercih edilmiş olması da, böyle her durumda değilse bile birçoğunda, benzer bir “güçlü yürütme” arayışının ürünüdür.
Tekrar edeyim: bu, illâ kötü/lük demek değildir. En azından, verdiğim özgün İlkçağ örneklerini kendi koşulları içinde düşünmemiz gerekir. Henüz (modern anlamda) özerk bir otokrasi veya diktatörlük ideolojisi söz konusu değildir. Dolayısıyla bu tür geçişler ideolojik belirlenimlerden çok maddî-teknik belirlenimler (zorunluluklar) yüzünden meydana gelir. Benzer bir ihtiyaç, 19. yüzyıldan itibaren Avrupa dışında, özellikle Latin Amerika ve sonra Afrika’da kurulan cumhuriyetlerin bir bölümünün başkanlık sistemine yönelmesine yol açar. Bu da başkanlık sisteminin, son zamanlara kadar hemen hiç görülmediği Avrupa’ya kıyasla, daha çok Avrupa dışında (yani bir diğer özelliği, sosyo-ekonomik gelişme bakımından daha geriden gelmek olan diyarlarda) yoğunlaşması sonucunu verir.
* * *
Çağdaş demokrasi öncelikle Avrupa’da, daha da spesifik olarak İngiltere’de doğup gelişti. Daha ilk cumhuriyet ve demokrasi arayışları, 17. yüzyıldan itibaren parlamenter sisteme yöneldi. Bu sisteme çıkış noktası itibariyle “Westminster sistemi” de denmesi boşuna değildir. Bu, kıtanın ve -- gene altını çizeyim -- İngiltere’nin özgün koşullarının sonucuydu. Böyle hazır bir sistem yoktu aslında. Hiçbir hayalî siyaset bilimi kılavuzu veya ders kitabında yer almıyordu. El yordamıyla oluştu. Zaman içinde kendi geleneğini yarattı. İngiltere’den kıtaya, oradan zamanla dünyanın kalanına yayıldı. İhraç ve taklit edilen bir modele dönüştü.
Neydi, Avrupa’nın (ve İngiltere’nin) özgün koşulları? Birincisi, görece dar bir alana (yeryüzündeki en küçük kıtaya) sıkışmış, görece çok sayıda, dolayısıyla yüzölçümleri görece sınırlı ülkelerden oluşuyordu. İkincisi, bunlar hep aynı tip hanedan devletleriydi. Hemen hepsi İS 4. yüzyıldan itiibaren gelişen Kavimler Göçü’nün (ya da Germen ve Slav istilâlarının) doğurduğu politik ve sosyo-ekonomik formasyonlardı. Birçoğu ya doğrudan bu istilâlar sırasında; ya bir sonraki aşamada, Karolenj İmparatorluğu’nun 9. yüzyılda (843 Verdun ve 870 Meersen antlaşmalarıyla) parçalanması sonucu; ya da aşağı yukarı aynı sıralarda başgösteren “ikinci istilâlar dalgası”nın (Vikingler, Müslüman Araplar ve Macarlar) karmaşık etki ve etkileşimleriyle vücut bulmuştu. Benzer bir demografik yapıya ve keza, benzer yönetim strüktürlerine sahipti.
Bu özellikleri biraz açmak gerekir. Sözü edilen krallık ve prenslikler, makro-planda bakıldığında, (faraza Batı Asya veya Ortadoğu devletlerine kıyasla) etno-lingüstik bakımdan oldukça homojendi. Şöyle ki, hanedan dahil hakim sınıflar ile tabandaki halk (köylüler), farklı yerel “ağız”ların tek bir yazı dili üzerinden homojenleştirilmemişliği bir yana, üç aşağı beş yukarı aynı dili konuşuyordu. Zira aynı kabilesel kökenlerden geliyorlardı; belirli bir kabileler topluluğu içinde sosyal, sınıfsal farklılaşma yaşanmış ve savaşçı soyluluk yükselerek büyük toprak sahibi bir aristokrasiye dönüşmüştü. Dolayısıyla devlet dışarıdan empoze edilmiş bir yama değil, o coğrafyanın, o dilin, o halkın bağrından çıkmak ve üzerinde yükselmek anlamında “organik devlet”ti (lütfen “organik lider” teorisiyle karıştırmayalım). Daha spesifik olarak, İslâm âleminde rastlanan yabancı (askerî köle veya devşirme) kökenli gulâm orduları da mevcut değildi; bu tür hassa orduları ve komutanlarının yaptığı saray darbeleriyle ortaya çıkan “pretoryen devletler” de mevcut değildi. Bu, eskimiş bir Marksizan determinizmin öne sürdüğü gibi sadece kapitalist gelişme ve bir burjuvazinin ortaya çıkması sonucu değil, çok önce de, en azından bazı ülkelerde (tipik olarak İngiltere ve Fransa’da), belirli bir siyasî coğrafyanın sabitlenmesi zemininde belirli bir Ortaçağ milletleşmesinin yaşanmasına olanak veriyordu. Sadece Shakespeare’in “tarihsel” piyeslerine bakmak yeter: 16. yüzyıl sonları ve 17. yüzyıl başlarında belirli bir İngilizlik olgusu ve bilinci, kimliği ve aidiyeti şekillenmiş bulunuyordu.
Bir adım ötede, siyasi açıdan da büyük benzerlikler taşıyorlardı. Hepsi, paraya (likiditeye) dayalı (cash-based) devletler değil, şu veya bu şekilde koşullu toprak tevcihlerine dayalı (fief-based) devletlerdi. Tabanı, nüfusun yüzde 90-95’in teşkil eden bağımlı köylülerin küçük üretimi (Halil İnalcık’ın Osmanlı örneğinde “çift-hane sistemi” dediği düzenlemenin bir benzeri) meydana getiriyordu. Tepede, gene makro-planda bakıldığında görece zayıf denebilecek (kabile reisliğinden yeni terfi etmiş) bir kral veya prens yer alıyordu. Para ekonomisinin geriliği ve ulaştırma koşullarının ilkelliği yüzünden, halktan büyük ölçüde nakit vergi toplayamıyor ve dolayısıyla devlet aygıtına, özellikle de savaçılarına nakit maaş ödeyemiyordu. Bunun yerine, üzerinde bağımlı köylülerin yaşayıp çalıştığı irili ufaklı toprak parçalarını, daha doğrusu bu köy ve köylülerden vergi toplama haklarını, “maaş yerine” koşullu olarak (askerî hizmet karşılığı) söz konusu “kumandan” ve “asker”lere tevcih ediyordu. Bu da bir tür fiyef (dirlik veya timar) dağıtımı anlamına geliyordu. Bu kadarı nisbeten evrenseldi. Ama Avrupa somutunda Erken Ortaçağın özelliği, bir kere fiyef dağıtımı başladıktan sonra, hükümdarların denetim olanaklarını yitirmeleri ve dolayısıyla fiyeflerin hizmet koşullu olmaktan uzaklaşıp ırsî özel mülklere dönüşmesiydi. Dolayısıyla kralın (merkezin) zaafı yeni bir boyut kazanıyor; “güçsüz kral - güçlü fiyef sahipleri” diye tarif edilebilecek, nisbeten gevşek ve geçirgen bir iktidar konfigürasyonu yerleşiyor; bu çerçevede, kral ile ırsîleşen fiyef sahipleri (lordları) arasındaki ilişki de daha çok bağıtsal, pazarlığa tâbi bir çehreye bürünüyordu. Bu ise (karmaşık entellektüel alışkanlıklar sonucu “feodalizm” veya “Avrupa feodalizmi” diye anılan) görece geçirgen, çok merkeziyetçi olmayan, özerklik ve muafiyet boşlukları içeren bir sosyo-politik doku demekti.
Buraya kadar anlattıklarım, sosyal-sınıfsal mücadelelerin içinde cereyan ettiği ortamı ve çerçeveyi yarattı. Öte yandan söz konusu mücadeleler iki kritik kurum etrafında döndü: kabine ve parlamento. Bu kurumlara hâkimiyet; bu kurumların nasıl yeniden tanımlanacağı ve nereye oturtulacağı, sonraki gelişmelerin âdetâ “madde”sini, içeriği ve yönünü belirledi.
Kabine, zaman içinde oluşan merkezî devlet aygıtıyla ilgili bir meseleydi. Burada sırf Avrupa’ya özgü sayılamıyacak, bazı bakımlardan hayli evrensel bir süreç söz konusudur. Başlangıçta -- diyelim Erken Frank Krallığı ya da Merovenjler döneminde (5. - 8. yüzyıllar), ya da eski Britanya’yı İngiltere yapan Anglo-Sakson krallıkları döneminde (6. - 11. yüzyıllar) -- böyle bir merkezî devlet aygıtı yok mesabesindeydi. Ya da, devlet kralın “hanehalkı”ndan ibaretti: kendisi, ailesi (haremi), hizmetkârları, muhafızları, kendine ait gelirlerin girdiği hazinesi. Bu “gezici” (ambulatory veya itinerant) krallık henüz bir başkente (payitaht) ve dolayısıyla bir saraya bile yerleşmiş değildi; gene Shakespeare’in Macbeth’indeki İskoçya kralı Duncan gibi, önde gelen beylerinin “misafirperverlik” veya “ağırlama” yükümlülüklerinden faydalanarak, kâh şu kâh bu lordunun müstahkem şatosuna (birkaç aylığına) “misafir” gidebiliyordu.
Bu küçük ve oynak birim, (genel sosyo-ekonomik gelişmelere bağlı olarak) ancak zaman içinde büyüdü ve karmaşıklaştı; oturdu, bir payitahta ve saraya yerleşti; bu arada bir “iç” bölüm (Osmanlı’da enderun) ile bir “dış” bölüm (Osmanlı’da birun) arasında ayrışmaya uğradı. Kralın hanehalkı ve sarayının “dış hizmetler” sektörü gelişerek dallanıp budandıkça merkezî devlet aygıtına dönüştü (hayli ileri bir aşamasında bu, Topkapı Sarayının birinci ve ikinci avlularında, özellikle de Divan-ı Hümayunu barındıran ikinci avlunun “devletin evi” haline gelmesinde açıkça gözlenebilir). Oraya giden yolda, ilkin “dış”ın yöneticisi olarak sadece bir nâzır, saray nâzırı veya mabeyinci (Latince maior domus, sonra majordomo) gerekti (İslâm âleminde ve Osmanlılarda karşılığı vezir oldu). Zamanla yetmedi; devletin departmanları çoğaldıkça nâzırlar/vezirler de çoğaldı ve onlara diğer üst düzey bürokratlar (Osmanlı örnekleriyle defterdarlar, nişancılar, kâtipler ve reisülküttaplar) eklendi. Gene Osmanlı’dan âşinâ olduğumuz, giderek kalabalıklaşan bir divan böyle vücut buldu.
Bu merkezî teşkilât biriminin Avrupa’daki adı kabine’ydi. Gelecekteki bakanlar kurulu’nun prototipiydi. Başlangıçta ve uzun süre, sırf kralın iradesine tâbiydi. Nâzırları (bakanları) kral dilediği gibi atıyor ve dilediği gibi azlediyordu. Ama bu aşamada (meselâ Fransa’da 1789 öncesinde) dahi, saray etrafında oluşmuş hizipleri ve baskı gruplarını enformel düzeyde de olsa kollamak zorundaydı. Aşağıda değineceğim ikinci önemli kurumun, az çok kalıcı bir parlamento’nun işlerlik ve süreklilik kazanmış olması halinde, bu ilişki biraz daha formelleşebiliyor; kral/kraliçe parlamentoda güçlü (çoğunlukta) olan partiyle işbirliği yapıp nâzırları o partiden atamak suretiyle bir tür “iktidar ortaklığı”na (condominium) gidebiliyordu. İngiltere’de bu noktaya 18. yüzyıl başlarında, Kraliçe Anne’in saltanat döneminde (1702-1714) gelinmiş; Whig’lere karşı Tory’lere yaslanan Anne nâzırlarını bu partiden seçip tâyin eder olmuştu. Ama etrafını kuşatmaya başlayan bu yeni nüfuz halkalarına rağmen kabine gene de parlamentoya değil, esas olarak krala/kraliçeye karşı sorumluydu.
Bu noktada işin içine ikinci önemli kurumu katmak zorunlu oluyor, ki o da çok daha Avrupa’ya özgü olduğunu söyleyebileceğimiz parlamento. Hayır, kapitalist modernitenin sıfırdan yarattığı bir şey değildi; daha önceden de mevcuttu. Aslen konuşulan, tartışılan, pazarlık yapılan yer (mekân, organ) demekti. Çok gerilere gidecek olursak, hemen bütün “kabileden devlete geçiş” süreçlerinde (a) krallar, (b) soylular konseyi ve (c) halk meclisi diye üç iktidar kademesi gözlenebiliyordu. Halk meclisi, kökeni itibariyle bütün kabile efradının (erkeklerinin) toplantısıydı. Devlete geçilirken çoğu yerde silindi; ortada kral ve kral etrafında kümelenen soylular kaldı. Ama bazı coğrafyalarda her nasılsa (çok iyi anladığımız söylenemeyecek nedenlerle) tamamen silinmedi; örneğin Avrupa’nın batısında, Germen göç ve istilâları sırasında/sonrasında dahi yer yer varlığını korudu ve Yüksek Ortaçağda (diyelim 11.-12. yüzyıllarda) çok dönüşmüş ve başkalaşmış biçimlerde de olsa tekrar ortaya çıktı. Avrupa “feodalizmi”nin yukarıda değindiğim görece geçirgen, çok merkeziyetçi olmayan, özerklik ve muafiyet boşlukları içeren sosyo-politik dokusu içinde, güçlerinin sınırlı olduğunu hisseden “zayıf” krallar, kabile toplumu kalıntısı bu kurul veya asamblelere olanca bozulmuşlukları içinde de olsa yaslanmak ihtiyacını duydular. 12. yüzyıl sonlarında İspanya’nın kuzeyindeki Leon krallığı, soyluların, kilisenin ve avam halkın temsilcilerini bir araya getiren Cortes adında bir meclisin kurulmasına tanık oldu. İngiltere’de, daha Anglo-Sakson döneminin witan veya witanegemot’u; 1066 Norman istilâsından sonra Fatih William’ın eski witan yerine kurduğu curia regis (krallık konseyi); Magna Carta’nın (1215) hiç olmazsa hâkim sınıflar açısından temsilî bir konseyin onayı olmaksızın kralın yeni ve alışılmadık vergiler koyamıyacağı hükmünü getirmesi ve bu Büyük Konseyin (parliamentum) kral tarafından toplantıya çağrılma tarzını da kesin prosedürlere bağlaması; 13. yüzyılda, özellikle III. Henry’nin uzun saltanat döneminde (1216-1272), şehir ve kasabalar ile (Osmanlı sancak veya liva’larına denk düşen) shire’lardan seçilecek temsilcilerin parlamentoya dahil edilmesi; 1265’te (krala karşı isyan halindeki) Simon de Montfort’un, kendi destekçileri arasından topladığı alternatif parlamentoya, her shire’den iki şövalye ve her özerk kentsel bölgeden (borough) iki “kentli”nin (burgess) katılmasını öngörmesi; ardından Kral I. Edward’ın 1295’te kendi Örnek Parlamento’su için hemen aynı hükmü getirmesi ve 1307’de, “ülkenin onayı” olmadan yeni vergiler toplamaya kalkmayacağına (bir kere daha) söz vermesi… bu çok eski kurumun giderek kılık ve mahiyet değiştirmesinin önemli kilometre taşlarını oluşturdu. 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiliz parlamentosu ülkenin esas hâkimi ve hemen her konuda başlıca karar mercii haline geldi. 1640-48 İç Savaşı’nda (veya İngiliz Devrimi’nde) kralın yenilgisi, ardından Oliver Cromwell’in iktidarı, ardından 1688 Kansız Devrimi (Glorious Revolution), bizi demin sözünü ettiğim Kraliçe Anne dönemine ve kabinenin parlamento ile ilişkilendirilmesine (ya da, kral/kraliçe - kabine - parlamento üçgeninin kurulmasına) getiren diğer basamaklar oldu.
* * *
Arkaplanı ve genel çerçeveyi bu şekilde kurduktan sonra, neyin nasıl geliştiğini anlamak kolaylaşıyor. Yeni şişelere eski şarap da doldurabilirsiniz, eski şişelere yeni şarap da. Kabine ve parlamento birer biçimdi, formdu; içine yeni muhtevaların doldurulabileceği kaplardı, şişelerdi. Bu yeni muhteva da ekonomiden kaynaklandı. Çoğu zaman kabul edilir ki Avrupa ve özellikle İngiliz Ortaçağının anlatmaya çalıştığım görece gevşek, geçirgen, özerklik ve muafiyet boşlukları içeren dokusu, kapitalizmin doğup gelişmesini, buna bağlı olarak yeni sosyal sınıfların ortaya çıkmasını kolaylaştırıcı bir rol oynadı. Parlamento, bu yeni (ve eski) sosyal sınıfların temsiliyet mücadelesinin esas arenası haline geldi. Seçim sistemleri adım adım demokratikleşti (seçme ve seçilme haklarının kapsamı giderek genişledi); modern partiler bu zeminde parlamentoda çoğunluk sağlama mücadelesine girdi.
Bazen devrimler, bazen reformlar, bazen de her ikisi yoluyla ilerleyen bu süreç, üçgenin diğer iki ucunun, kralın ve kabinenin konumlarını da etkiledi ve değiştirdi. Bir asgarî olarak, Kraliçe Anne zamanında başlayan gelişme giderek derinleşti: parlamentonun kabine üzerindeki nüfuzu ve denetimi arttıkça arttı; bir noktada kabine kraldan/kraliçeden koptu ve parlamentoya bağlandı; nihayet tamamen parlamento içinden seçilir hale geldi. Böylece bu varyant bir meşrutî monarşi veya anayasal monarşiye dönüştü. Kral/kraliçe törensel bir pozisyona indirgendi. Seçimlerle oluşan parlamento içinden çoğunluk partisinin liderini hükümeti kurmakla görevlendirmesi ve sonra kurulan hükümeti parlamentonun güven oyuna sunması, bu göstermelik hükümdarın yapmaması mümkün olmayan formel seremonilerden ibaret kaldı. İngiltere ve İskandinav ülkelerindeki durum budur. Birçok ülkede ise monarşi tümüyle ortadan kalktı ve cumhuriyet kuruldu. Bu mecrada, yetkisizleşen kralın/kraliçenin yerini hayli zayıf ve yetkisiz bir cumhurbaşkanı aldı. Formel onay fonksiyonlarını, hanedanın başı yerine bu cumhurbaşkanı ifa etmeye başladı.
Ne kadar altını çizsem azdır: parlamenter sistem dediğimiz hükümet tarzının bu oluşumu önce ve en klasik biçimiyle İngiltere’de gerçekleşti. Her ülke ve toplumun elbette kendi iç dinamikleri vardır ve çok önemlidir. Ama ideolojiler gibi modeller de sosyo-politik gelişmede büyük rol oynar. İngiltere modeli bir süre demokrasinin tek biçimi oldu (öyle kabul edildi). Britanya İmparatorluğu kanalıyla Atlantik ötesine sıçradı (Kuzey Amerika’daki İngiliz kolonilerinin de önce bu parlamenter modele göre örgütlendiğini unutmayalım). Fransız Devrimi aracılığıyla ise Avrupa kıtasına yayıldı. Batıdan doğuya gelişti; Balkanlara ve Osmanlı diyarlarına ulaştı. Hattâ gene İngiliz ve Fransız sömürge imparatorlukları eliyle, Afrika’ya bile taşındı.
Parlamenter sistemin karakteristik coğrafyası böyle şekillendi. Tıkış tıkış anavatanını Avrupa, daha zayıf ve seyrek periferisini diğer kıtalar meydana getirdi. Avrupa özelinde, parlamenter sistem ile ekonomik ilerilik ve gelişmişlik arasındaki güçlü korrelasyon bu sayede oluştu.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024