Alper GÖRMÜŞ
Davutoğlu ve Babacan’dan talep edilen “özeleştiri” ile ilgili olarak bugün üçüncü ve son kez yazacağım.
Bu konuya temel yaklaşımımı birinci yazıda özetlemiştim: Derdi, mevcut otoriterliği geriletmek olanların onlardan talebinin “özeleştirinizi verin” diye tuturmak değil, “yaşadıklarınızı anlatın” deyip onları teşvik etmek olduğunu düşünüyorum.
İkinci yazıda, anlattıkları bazı şeylerin nasıl büyük bir etki yaptığını, iktidarın onları nasıl suskunlukla geçiştirmeye çalıştığını hatırlatmış, sırf bu tecrübenin bile yapılması gerekenin ne olduğunu gösterdiğine işaret etmiştim.
İkinci yazının son paragrafları, şimdi okumakta olduğunuz yazıya bir hazırlık mahiyetindeydi. O paragraflarda, Erdoğan’ın 2013’te büyük bir endişeyle izlediği iki olayın ardından ülkeyi ancak kutuplaştırarak ve o kutuplaşma üzerinden “sıkarak” yönetebileceğini düşünmeye başladığını yazmıştım. Bu olaylar Gezi protestoları ile 17-25 Aralık soruşturmalarıydı.
İktidarın tepesinde filizlenmeye başlayan “otoriter yönetim” fikri 2014’te kuluçkada yattıktan sonra 2015’ten itibaren hayata geçirilmeye başladı.
Bu yazıda otoriterliğin “kuruluş dönemi” sayabileceğimiz 2015’te yaşanan birkaç kritik gelişmeyi ve Erdoğan’ın bu gelişmeler karşısında aldığı tavırlarla dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nu nasıl “hırpaladığını” hatırlatacağım.
İkinci yazının sonunda, “Olayları hatırlayınca, eminim siz de Davutoğlu’nun o olayların hakikatini anlatmasının hem hakkı hem görevi olduğunu düşüneceksiniz” diye yazmıştım.
Zikrettiğim olayları, fiilen yaşanırken Al Jazeera Turk’te kaleme aldığım “Erdoğan süreçleri neden böyle yönetiyor” başlıklı bir yazıda tek tek ele almıştım. Şimdi o yazıyı aşağıda bir kez daha dikkatinize sunacağım. Okurken, lütfen bunların dönemin başbakanı Davutoğlu tarafından bugün anlatılmasının, Türkiye’nin otoriterleşme sürecini anlamamıza ne kadar yardımcı olacağını düşünün.
Erdoğan, süreçleri neden böyle yönetiyor? (Al Jazeera Turk, 11 Mart 2015)
Yüce Divan, şeffaflık paketi ve Fidan olayı… Erdoğan bu üç süreci ‘büyük kararlar bana danışmadan alınamaz’ mesajını vermek amacına hizmet edecek tarzda mı yönetti?
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’la ilgili sürpriz gelişmenin ardından yapılan yorumların bir bölümü, olan bitenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu arasındaki ilişki açısından ne anlama geldiğini anlamaya yönelikti.
Fidan’ın MİT Müsteşarlığı’na yeniden atanmasından birkaç saat sonra, kamuoyu araştırmacısı ve yazar Bekir Ağırdır ile Yeni Şafak yazarı Süleyman Seyfi Öğün NTV’de, Davutoğlu’nun ‘partide, devlette ve toplumda’ net bir itibar kaybına uğradığını dile getirdiler… Bu göstere göstere karizma çizme hamlesinde anlayamadıkları şey ise, seçimlerde 400 milletvekili isteyen Cumhurbaşkanı’nın, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti / AKP) bu seçimlere Ahmet Davutoğlu liderliğinde gittiğini adeta hesaba katmaz bir tarzda davranıyor olmasıydı…
Programın üçüncü katılımcısı, basındaki Erdoğan destekçilerinin en önemlilerinden biri olan Mehmet Barlas onları dinledikten sonra, Davutoğlu’nun bu olaydan çıkartması gereken dersi özetleyiverdi: “Davutoğlu, bundan sonra herhangi önemli bir adım atmadan önce mutlaka Erdoğan’la istişare etmelidir.”
Peki, Erdoğan’ın bu meseleyi en başından itibaren, Davutoğlu’na işte bu “ders”i vermek amacına hizmet edecek tarzda yönettiği iddia edilebilir mi? Doğrusu, hikâyenin tamamına bakıldığında, konuya bu argümanla dahil olacakları peşinen ‘saçmalamakla’ suçlamak o kadar kolay görünmüyor. Bakalım…
Erdoğan’ın Hakan Fidan’ın istifasına baştan beri karşı olduğunu beyan ettiği, buna rağmen Fidan’ın Davutoğlu’nun da desteğini alarak Erdoğan’ın eğiliminin hilafına hareket ettiği açık, tartışmaya katılanların tamamı bu konuda hemfikir. Devamında da ittifak var: Deniyor ki, Erdoğan bu gelişmede kendi karizmasının yara aldığını düşündü ve Davutoğlu’nu ‘partide, devlette, toplumda’ istiskale uğratmayı da göze alarak yalnız Fidan’a değil, Davutoğlu’na da kararını geri aldırttı.
Fakat tartışmada nedense dile getirilmeyen bir nokta daha var: Erdoğan, kendi eğiliminin olumsuz olduğunu belirttikten sonra nihaî kararı Davutoğlu’na bıraktığını açıklamıştı.
İşin bu yanı biraz daha tatsız ihtimallere kapı aralayan bir mahiyet arz ediyor, o da şu: ‘Karar Başbakan’ındır’ dedikten sonra Başbakan’ın kararını bir daha tartışmamak gerekmez mi? Başbakan Davutoğlu’nun, kararını, bu sözün sağladığı hareket alanının ve rahatlığın içinden ürettiği açık değil mi? Ortadaki tablo, Davutoğlu’na önce yol verip sonra da girdiği o yoldan geri çağırma üzerine kurulu bir tablo gibi görünmüyor mu gerçekten?
Şimdi, Mehmet Barlas’ın bu musibetten yola çıkarak ürettiği “Davutoğlu, bundan sonra herhangi önemli bir adım atmadan önce mutlaka Erdoğan’la istişare etmelidir” nasihatinden peydahladığımız soruyu yineleyebiliriz: “Peki, Erdoğan’ın bu meseleyi en başından itibaren Davutoğlu’na işte bu ‘ders’i vermek amacına hizmet edecek tarzda yönettiği iddia edilebilir mi?”
Bu soruya cevap vermeden önce, Erdoğan’ın, Davutoğlu’nu tâbir câizse ‘açık pozisyon’da bıraktığı ve Hakan Fidan hadisesini anımsatan iki örneği daha hatırlamamız faydalı olabilir…
Yüce Divan oylamasında ne olmuştu?
Geçen yılın son günlerinde, basında AK Partili komisyon üyelerinin, yolsuzlukla suçlanan dört bakanı Yüce Divan’a gönderme eğiliminde olduğuna dair haberler çıkmaya başlamıştı. AK Parti’ye yakın gazete ve televizyonlar, haberleri, böylece partinin üzerindeki şaibenin kalkacağı umuduyla ve dolayısıyla hoşnutlukla izliyorlardı ki, bu kategorideki gazetelerin ‘amiral gemisi’ hüviyetindeki Sabah’tan kontra bir çıkış geldi. Gazete, 3 Ocak 2015 tarihli nüshasının manşetinde (‘Yüce Divan tuzağıyla kaos hedefleniyor’) şöyle dedi:
“Paralel yapı ve işbirlikçileri, 17-25 Aralık darbeleriyle başaramadıkları Türkiye’yi kaosa sürükleme hedefine şimdi de Yüce Divan tezgâhıyla ulaşmaya çalışıyor… Dört eski bakanla ilgili olarak ‘Yüce Divan’da yargılansınlar’ gibi masum görünen taleplerin ardında kirli bir hamlenin yattığı ortaya çıktı. Paralel Yapı, Yüce Divan üzerinden yeni bir komplo planını yürürlüğe sokmaya çalışıyor.”
Bu, çok ilginç bir manşetti. Çünkü, kamuoyu, o manşetten üç hafta sonra hiçbir zaman yalanlanmayan bir haberle öğrendi ki, Sabah’ın 3 Ocak 2015 tarihli o manşetinden bir hafta kadar önce, Aralık’ın son haftasında bizzat Başbakan Davutoğlu dile getirmişti bu ‘masum’ talebi:
“Çağlayan, Bağış, Güler ve Bayraktar, AK Parti grup başkanvekilleri Mustafa Elitaş ile Mahir Ünal, soruşturma komisyonu karar oylamasından bir gece önce Başbakan Davutoğlu ile bir araya geldi.
“21 Aralık gecesi 2.5 saat süren toplantıda AK Partili komisyon üyelerinin ‘Yüce Divan’a gönderme’ eğilimini öğrenen Davutoğlu, 4 eski bakana, ‘Kendiniz gitmek istediğinizi açıklayın’ dedi. Bir bakanın AK Parti’yle ilgili çok sayıda bilginin ortaya saçılacağını söylemesi üzerine de Davutoğlu, ‘Saçılacaksa saçılsın’ diye sert tepki gösterdi. Ancak 4 eski bakanın temsilci seçtiği Çağlayan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşünce, komisyon üyelerinin tavrı değişti.” (‘Yüce Divan kararı nasıl değişti’ Deniz Zeyrek, Hürriyet, 23 Ocak 2015).
Burada da Hakan Fidan hadisesinin akla getirdiği soruların benzerleriyle karşı karşıyayız:
Bu kadar önemli bir konuda, Başbakan’ın Yüce Divan yönünde eğilim belirtmesinden önce meseleyi Cumhurbaşkanı’yla istişare etmemiş olduğu düşünülebilir mi? Onun eğiliminin de aşağı yukarı bu yönde olduğu izlenimi almadan böyle bir yola girdiği düşünülebilir mi? Diyelim istişare etti, Cumhurbaşkanı’nın eğiliminin ‘Yüce Divan’a hayır’ yönünde olduğunu anladı ve ona rağmen kendi kararını verdi… Bu durumda sonradan kararında direnmesi gerekmez miydi?
Bu sorular bizi bir kez daha o tatsız ihtimalle, Erdoğan’ın bu meseleyi de tıpkı Fidan meselesinde olduğu gibi en başından itibaren, ‘büyük kararlar bana danışmadan alınamaz, alınsa da sonu getirilemez’ mesajını verme amacına hizmet edecek tarzda yönetmiş olabileceği ihtimaliyle baş başa bırakıyor.
Şeffaflık paketinin serencamı…
Tarif ettiğimiz ‘tatsız ihtimal’i akla getiren üçüncü örnek olay da, Yüce Divan ricatının ardından hazırlanıp Davutoğlu tarafından ilan edilen ‘şeffaflık paketi’nin uğradığı yol kazası…
Paket, bir yanıyla Yüce Divan meselesinin zihinlerde yol açtığı olumsuzluğu dengelemek amıcını taşıyordu ve bu nedenle özel bir sunumla kamuoyunun gündemine getirildi; sanki Başbakan, “Kardeşimiz olsa kolunu koparırız” çizgisini sürdürmek ister gibiydi.
Davutoğlu, paketi ilan etmekle kalmadı, seçimlerden önce mutlaka çıkarılacağını da ekledi, fakat ne yazık ki bu büyük hamle de Erdoğan kayasına çarptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Davutoğlu’nun vaadinden kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Sarayı’nda ağırladığı AK Parti Grup Yönetim Kurulu üyelerine yaptığı konuşmada pakete karşı olduğunu söyledi:
“AK Parti kaynaklarından edinilen bilgiye göre sohbet sırasında Erdoğan’dan, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bizzat açıkladığı şeffaflık paketine ilişkin çarpıcı eleştiriler geldi. Açıklanan pakette yer alan düzenlemelerin büyük bir kısmının Başbakanlığı döneminde çıkarttığı bir genelgeyle zaten hayata geçirildiğini vurgulayan Erdoğan, ‘Bu tip düzenlemelerin zamanlaması ve içeriği çok önemli. Seçim öncesinde doğru gelmiyor. Bu konularda ekonomiyi dikkate alarak karar verilmeli. Sert kararlar alırsanız, ekonomiyi olumsuz etkiler’ dedi.” (Milliyet, 17 Ocak 2015)
Sonrası biliniyor, paket şimdilerde bütünüyle unutulmuş görünüyor.
Soruları tekrar etmeyelim, fakat açık ki yukarıdaki iki örnek olayla ilgili soruların benzerleri rahatlıkla bu olay için de sorulabilir.
Biz, Mehmet Barlas’ın nasihatinin akla getirdiği bir soruyla bitirelim:
Bütün bu süreçler, en sonunda Davutoğlu’nun “Bundan sonra herhangi önemli bir adım atmadan önce mutlaka Erdoğan’la istişare etmeliyim” sonucunu çıkarsın diye mi bu surette yaşandı?
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025