Banu Güven
1 Temmuz 2021'da takvimden bir yaprak düşerken, Türkiye de insan hakları dünya liginde küme düştü. Birleşmiş Milletler’in (BM) ev içi ve kadına yönelik şiddeti önlemede "altın standart" kabul ettiği İstanbul Sözleşmesi’nden, "Cumhurbaşkanı Kararı" adı altında, tek imzayla vazgeçti. Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’de yönetim şeklinin tek adam rejimi olduğunu daha iyi ispat edemezdi.
Kadınlar, kadın örgütleri ve partiler, bu kararın uygulanmasını engellemek için bir umutla yargı yoluna başvurdu. Ne var ki Erdoğan’ın karşısında Danıştay 10. Dairesi de duramadı. Üç hakim, mecliste halkın vekillerinin onayladığı uluslararası bir sözleşmeden, Cumhurbaşkanı‘nın parmağını şıklatmasıyla çıkılabileceğine hükmetti. Erdoğan’ın kararının yargı konusu olamayacağını söyleyenler arasında, bir kadın hakim de vardı. Danıştay hakimliğine Erdoğan tarafından seçilen, eski İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde hukuk müşaviri Lütfiye Akbulut. Danıştay 10. Dairesi’nin bir kısmı, Türkiye’nin "Şahsım ülkesi" olduğunu onaylarken, diğer iki hakim "TBMM’nin onayladığı sözleşmeden çekilme kararının yine TBMM tarafından alınması gerekir" diye hukuku hatırlatıyordu. Danıştay kararı, Türkiye’nin sözleşmeden resmen çekileceği tarihten tam bir gün önce çıktı.
Erdoğan planlamasını da 1 Temmuz’a göre yapmıştı. Cumhurbaşkanı tam da kadınların "1 Temmuz’da İsyandayız" protestosuna hazırlandıkları saatlerde, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Planı’nı açıkladı. Tüm dünyaya kadına karşı şiddetle mücadelede "yerli ve milli" yöntem ne olacak, onu ilan etti. Ama yine lafı aileye getirerek, aileyi her şeyin önüne koyarak. "Mesela aile yapımızla ilgili hassasiyetlerimizde kadın ne kadar sorumluluk sahibiyse, erkek de aynı derecede mesuliyet sahibidir. Her ne sebeple olursa, şayet aile yapımızda bir bozulma varsa, bunun sorumluluğunu sadece kadına veya erkeğe yüklemek sorunun yarısını görmezden gelmek demektir" gibi, asıl sorunu görmezden gelen ifadeler kullanarak.
Kadınlar size neden inansın?
Erdoğan 1 Temmuz konuşmasında, kadına yönelik şiddetle mücadelenin İstanbul sözleşmesiyle başlamadığını ve bu sözleşmeden çekilmekle bitmeyeceğini de söyledi. Öyle olsaydı, Bursa’da bir kadın daha önce yedi kez şikayetçi olduğu adam tarafından hala bıçaklı tehditle kaçırılamazdı. Öyle olsaydı, kadını korumak, tesadüfen oradan geçen bir kadın gazeteciye düşmezdi. Öyle olsaydı, adamın hakkında çoktan uzaklaştırma kararı alınmış olurdu. Adam da ayağında elektronik kelepçeyle evde otururdu, elinde koca bir bıçakla kendisinden ayrılmak isteyen kadının peşine düşmezdi. Daha önce de darp ettiği kadını bıçakla tehdit edemezdi. Öyle olsaydı, kadını arabadan indirip adamın belinden bıçağını alan kadın gazeteci Derya Evren de canını tehlikeye atmış olmazdı.
Dikkatlerden kaçmasın. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, bu olayın ardından sanki marifetmiş gibi gazeteci Derya Evren’i arayıp, tebrik etti, "Bu dosyaya da bakacağız" vaadinde bulundu. Kendisini tehdit eden adamla ilgili yedi kez başvuruda bulunduğu söylenen bu kadının korunmamış olması bir skandal değilmiş gibi.
Eğer Erdoğan’ın dediği gibi AKP kadına yönelik şiddet konusunda samimi bir mücadele içinde olsaydı, "Ben ölmek istemiyorum" sözleri aklımızdan çıkmayan Emine Bulut bugün hayatta olurdu. Boşandığı kocası boğazını kesmeden önce bir karakola sığınan Emine Bulut, şikayet etsin etmesin, çocuğuyla beraber polis korumasına alınmış olurdu. Eski kocası da yakalanır, en hafifinden uzaklaştırma cezasıyla kadından ve kızından uzak tutulurdu. Emine Bulut’la ilgili, "6284 Sayılı Kanun kapsamında herhangi bir risk görmediğini" söyleyen ve koruma tedbir kararı uygulamayan polis memuru da, daha soruşturma sürerken görevine iade edilmezdi.
"Boşanma olmasın da…"
Şimdi "Bu olaylar istanbul Sözleşmesi varken oldu" diyenlere verecek tek cevap var: Siz İstanbul Sözleşmesi’nin sadece adını istediniz. Toplumsal cinsiyet kavramıyla, LGBT+ bireylerin de ev içi şiddetten korunması yükümlülüğüyle karşılaşınca bocaladınız.
Kadının son çare olarak boşanma yoluna başvurmasını istediğiniz, esasta aileyi korumak istediğiniz için bu sözleşmenin size getirdiği yükümlülüklerden kurtulmak istediniz. "Kadınlar boşanmak istemeseler öldürülmezlerdi" gibi argümanlara prim verdiniz. Sözleşme’yi tam olarak uygulamak konusunda isteksiz davrandınız. Bu yüzden kadın cinayetlerinin engellenmemesinde pay sahibisiniz.
Kadını, aile düzeni içine girmezse, anne olmazsa eksik gören, kurduğu bakanlığa "Kadın Bakanlığı" bile diyemeyen, bunun yerine, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı diyen bir iktidara, kadınlar neden inansın?
Hele o koltukta, salgının ilk döneminde kadına şiddet olaylarındaki artışın "tolere edilebilir" düzeyde arttığını söyleyebilen bir bakan otururken? Bu yüzden kadınlar kararlı. "Şahsım"ın sözünü değil, İstanbul Sözleşmesi’nin sözünü esas alacak ve yaşam hakkı için dayanışmaktan ve mücadeleden vazgeçmeyecekler.
Banu Güven
© Deutsche Welle Türkçe
Yazarlar
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.05.2024
29.03.2024
8.02.2024
29.01.2024
18.01.2024
9.01.2024
9.08.2021
2.08.2021
5.07.2021
10.05.2021