Yusuf Ziya DÖGER
- İnsan, Evrende olup biteni kavrama üzerine düşünme eylemini gerçekleştirirken ve kendisini bir anlamda evrenin merkezine yerleştirerek anlama ve kavramaya soyunur. İnsanın bu anlama ve kavrama eylemi, insanı insan yapan temel yetileri ve öğeleri (bunlar sayısızca ve değişken de olabilirler) belirleyebilmeyi mümkün kılar mı?
- Bu öge insan aklının dışında bulunan maddesel bir varlık alanı mı yoksa varlıklar arası etkileşime dayalı, birbiri içine sarmalanmış ilişkiler düzleminde ortaya çıkma ihtimali olan farklı nitelikteki ağların etkileşimi midir?
- İnsan tamamlanmış bir varlık mıdır dünya sahnesinde, yoksa sahnedeki ilişkiler düzlemi içerisinde tekâmülle doğru yol alan bir varlık mıdır?
İnsanın anlama, kavrama ve eylemsel yetileri üzerinde etkili olabilecek unsurlar söz konusu ise, insanın etkin veya edilgen varlık oluşuna sebebiyet veren durum açıklanmaya muhtaçtır. Bu gerekçelerin dayandığı arka plana bakmak gerekir.
İnsanın edindiği kimlikler onda temelde var olmayan bozgunculuk niteliğini ortaya çıkarıyorsa, Bu onun eksikliğine (nakıslığına) delalettir. Dolayısıyla gün yüzüne çıkmamış yapısının bir yerinde gizlenmiş olan arzularının tahakkümüne açık (İblisin fısıldamasıyla Âdem de uyanan yasak meyveden yeme isteği ve orada sonsuza dek kalma arzusu gibi) bir yapıya sahip olduğunu söylemek mümkündür.
Bu durum insanın edilgen mi, yoksa etken bir varlık mı? Sorusunu tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkarıyor.
İnsanın temel yapısı olarak kabul gören fıtratının edilgenliğinden söz edilebiliyorsak, bu onun sosyal çevre tarafından şekillendirildiğini ifade eder. Dolayısıyla masumiyetinin ihtivasına yönelmeyi de zorunlu kılar. Eğer İnsan, masumiyetini bir etki sonucu yitirme tehlikesiyle karşı karşıya ise fıtratının dış etkilere açık olduğuna kapı aralamış oluruz. Bu durumda Âdemin ilk hatasının fıtratı gereği olduğunu söylemekte bir beis olamaz.
Âdem İblisin fısıldamasına açık bir varlık idiyse, insanın şekillenmesini sağlayan sosyal ortamın belirleyiciliğinden söz edilebilir. Ancak sorun şu; aynı sosyal ortamın özdeş niteliklere sahip insanlar ortaya çıkarmadığı realitesiyle karşı karşıyayız. (Âdemin tedrisatından geçen Habil ve Kabil’in durumu gibi) Ki aynı sosyal ortamların farklı felsefi ve inançsal kodlara sahip bireyler ortaya çıkarması da bunu mümkün kılmamaktadır. Dolayısıyla insanın edilgen bir varlık olamayacağı sonucuna varılabilir.
Âdem hataya açık bir varlık idiyse, bu durumda mutlaka belirleme gücüne sahip olması gerekir. Çünkü hatanın farkına varabilme niteliği (Ben nefsime zulm ettim) ancak belirleyebilme gücüyle açıklanabilir. Bu durum ise insanın zorunlu olarak irade gücüne sahip olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla eylemlerinde belirleme gücünün iradeden kaynaklandığı ileri sürülebilir. İradenin devreye girdiği bir varlığın etken olması zorunludur.
İnsanın, bir boyutu ile fıtratının etkisine açık diğer boyutu ile iradesinin belirleme gücüne açık ise, karmaşık bir varlık olduğunu ileri sürebiliriz. Öyleyse sorunu çözmenin yolu ise İrade ile fıtrat arasındaki ilişkide düğümleniyor. Fıtrat kesinlik arz eden biyolojik yasa hükmünde iken irade ise biyolojik varlığın sosyal yaşam alanında kullanılan özgürlüğüne tekabül etmektedir. Bu durum ise ikili arasında bir ilişkinin varlığını zorunlu kılmaktadır. Ancak, bu ilişki, birbirini düzenleyen bir mantığa değil karşılıklı etkileşime açıklığı zorunlu kılmaktadır.
İnsan açısından sorun bu ikili arasında meydana gelen sapmalarda düğümleniyor. Eğer, İrade fıtratla paralel istikamete yönelirse, sanki ortada bir sorunun olamayacağı görüntüsü çıkıyor. Ancak paralel istikamette sapma/hata söz konusu oluyorsa, bunun sınırlarının nereye kadar olduğu problemiyle karşı karşıya kalırız.
Bu durumda iki kavramın evrendeki karşılıklarını belirleme zorunluluğu ortaya çıkıyor. İnsan gerçekliğinin görünürde olmadığını kabul eden anlayış üzerinden hareket edince “fıtrat” Allah’ın bildiği ama yaratılmışların bilmediğine karşılık gelir. “İrade” ise görünüre tekabül eden insanın eylem dünyasındaki duyusal ve zihinsel kavrayışa açık alana karşılık gelir.
Fıtrat biyolojik yapıya tekabül ederken, irade insan olmanın ön koşulu olarak ortaya çıkıp belirleyici ve kaçınılmaz bir sonuç gibi duruyor. Çünkü irade aracılığıyla gerçekleşen tercihin yönü her zaman fıtratın belirlediği şekilde tezahür etmiyor. Mutlak Kudret bu açılım imkânı ile eksiklik içeren biyolojik varlığın kendi kendisini tamamlamasını arzuluyor. Ki bunun sonuçları üzerinden ödül ve ceza ile karşılaşacağını belirliyor. Dolayısıyla insan için belirleyici olanın fıtrat değil irade olduğu sonucuna varmak mümkün gibi duruyor.
O halde, iradenin temel görevi fıtrata gizlenmiş kodları çözerek tözü/hikmeti kavramaktır. “Hikmet” arayışı fıtratla değil irade aracılığıyla gerçekleştiğinden, insanın var edilmesindeki amaç irade aracılığıyla fıtratına yüklü hikmet arayışına yönelmesidir.
Ancak, hikmet/töz mutlak anlamda tek iken, insan formuna indirgendiğinde çoğullaşmaktadır. Ki Mutlak gücün insan iradesinden istediği şeyde tam bu noktada devreye girmektedir. Yani hikmetin tekliğinden yansıyan çoklukta arayışın yönünün ne olacağıdır. İrade, bu çoğullar arasında seçim yaparak yönelimi belirleyen alanı oluşturmaktadır. Ancak sorun iradenin bulduğunu varsaydığı hikmeti tekleştirmesi yine problemdir.
Problemin kaynağı insanın içindeki gizliye/arzuya tapınma eğilimiyle donatılmış olmasıdır. Ki İnsan bu tapınma arzusundan kaynaklanan isteklerle yürümeye zorlanarak kimlik kazanmaktadır. Bu nedenle sosyal yaşamda oluşturmaya çalıştığı kimliği/iradesi çoğu zaman arzularının/fıtratının kölesi durumuna düşer.
Böylece mutlak teklikten yansıyan çokluğu kendi boyutunda tekleştirerek onu mutlaklaştırmaya kalkar. Yani bulduğunu kendisi ve sosyal çevre için kesinleştirdiğinden, mutlak güç karşısında hadsizlik durumuna düşer. Oysa Mutlak gücün muradı bulduğunun kendi tercihi olduğunu itiraf etmesiydi. Fakat arzularına yönelerek bulduğuyla kendisinin mükemmel olduğu saplantısına yönelmeyi tercih etmeye kalkması hadsizlik içine düşmesini kaçınılmaz kılar.
Konuyu bu noktada Epistemolojik boyut üzerinden ele alma zorunluluğu var. İnsan sadece biyolojik yapıdan ibaret olmadığından devreye giren sosyal ortam onu tamamlayan görevi üstlenmektedir. Yani sosyal çevrede tezahür eden irade vasıtasıyla Mutlaklık karşısındaki konumu belirlendiğinden insan kendi formunda bulduğunu mutlaklaştırarak başkasına dayatma hakkına sahip olamaz. Ki insan üzerinden tekliğin çoğullaşması zorunlu olarak rolatifliği/göreceliliği doğurmaktadır. Allah, ise insanın bu göreceli tutumunu tek mutlaklık olarak ortaya koymasını (başkasına dayatmasını) kabul etmemektedir.
İnsan üzerinden farklılaşan mutlaklık, kavrayışa/anlamaya denk geldiğinden her birey zorunlu olarak kendi kavrayışından sorumlu olacaktır. Ancak bireysel kavrayış ise hikmetin sadece bir boyutunu kapsayabilir. Dolayısıyla İslam da dâhil tüm dinler insanların aynı kavrayışa ulaşması yerine onların kendi kavrayışlarını önemsemektedirler. Ki dayatmaya dönüşen bireysel kavrayış hakikat olmaktan çıkarak, fıtrata gizlenmiş arzunun hem kendisine hem de sosyal yaşama tahakkümü etmesine yol açar. Bu nedenle sosyal yaşamda dinlerden kaynaklandığı ileri sürülen sorun, dinlerin özü ile alakalı olmayıp arzu çerçevesinde ona yüklenilen anlamla alakalıdır.( Allah yolunda savaşanların gerçek bir iradenin ve sorgulamanın ürünüyle hareket etmekten çok, içlerindeki kin ve öfkenin dışa vurumuyla yaşayacağı mutluluğu ve hazzı tanrının emriyle örtmesi gibi)
O halde; Yapıya gizlenmiş arzunun Hikmetle ilişkisinin nasıl gerçeklik kazandığına bakmak gerekir. Arzu egemenlik oluşturma duygusunu temel aldığından, Hikmetle egemenlik arasındaki bağ üzerinden ele alınmalıdır. Hikmet bir anlamda bilinmezlik içerdiğinden, egemenlik/arzu bu bilinmezliğe kendi formunda çözüm ürettiği iddiasını dillendirerek onu dayatmaya çalışır. Yani iktidarına hikmet boyutu katarak onun bir hak olduğu algısını yaratıp sosyal yaşamı dizayn aracı olarak kullanır. ( Allah’ın Âdeme isimleri öğretmesi üzerinden kendisini de seçilmiş/belirlenmiş kişi/yapı olarak lanse eder. Tarihte birçok örneğine şahit olduğumuz bu durumun normalleştirilerek mutlak gereklilik olduğu inancının yerleştirilmeye çalışması gibi)
Sonuç.
Fıtrat biyolojik beşer formuna denk gelirken, irade sosyal yaşama indirgenmiş insan formunu ifade eder. Fıtrat iradeyi belirlese de İradenin hareket alanına müdahil olamaz. İradenin kullanılması insanın epistemolojik formuna delalettir. Böylece hikmet yürüyüşüne çıkan insan, onun çeşitli boyutlarından birini fark ederek tekâmüle doğru yelken açar. Ancak gerekli olan bunu hem kendisi hem de sosyal çevre için tek mutlaklığa çevirmemesidir. İşte arzunun beslediği iktidar aracılığıyla elde edilen egemenlik tam bu noktada iblisleşerek kendi bildiğini mutlaklık olarak dayatır.
Alusi tefsirinde Bakara 137. ve Nahl 15. Ayetlerinin tefsirine şu açıklamayı düşmüş. “Hedefin Vahdeti ve tek oluşu yolların ayrı ayrı olmalarına kesinlikle engel değildir. Zira Allah’a giden yollar mahlukatların adedi ve çokluğu kadardır.”
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
29.05.2018
21.02.2018
13.10.2017
24.09.2017
27.03.2017
27.02.2017
16.02.2017
31.01.2017
28.01.2017
22.01.2017