Kemal CAN
1999 depreminin akıllarda kalan, senelerce her yıldönümünde televizyonların program jeneriklerinde hatırlatılan nidasıydı: “Sesimi duyan var mı?” Günlerce süren kurtarma ve enkaz arama çabalarında, dikkatlice sağlanan sessizlik anlarının öncesinde yankılanan iç burkan bir ses. Herkesin duyduğunda aynı olayı hatırladığı, aynı duyguyu yaşadığı bir söz. Yaşanan büyük acının her veçhesi için sembole dönüşmüş ama ayrı ayrı anlamlar da kazanmış bir çağrı: Sevdiklerinden yaşadıklarına dair bir işaret almak için yakarış. Gelen tehlikeyi göstermek için çırpınan bilim insanlarının uyarıları. Ölçüsüz bir açgözlülükle talan ve tahrip edilen doğanın, kentlerin sessiz çığlığı. Her ayrı anlamı için, ancak bir karşılık geldiğinde değer kazanacak bu söz, geçen yirmi yılda beklediği cevabı bir türlü alamadı. Hazırlıksız ve beceriksizce sürdürülen kurtarmalarda duyulan cılız seslerin ardından, seneler süren bir sessizlik, kayıtsızlık hüküm sürdü. Hatta yetmedi bu sesin çağırması gereken her şeyin tam tersi yapılmaya devam etti.
Aynı tarihten gelen, belki daha “bozguncu” bulunduğu için o kadar sık hatırlatılmayan başka bir ses daha var: Çoğunlukla felaket anlarının çaresizliğinin haykırışı, “Nerede bu devlet?” sorusu. Acılı insanların arasında dolaşan kameraların kaydettiği, kırpılmamış sokak röportajlarındaki isyanın sesi. Varlığı ve devamı (bekası) söz konusu edildiğinde kalan her şeyin teferruat olması beklenen, kahir ekseriyetin de buna itaat ettiği güçlü-kollayıcı devlet fikrinin, lazım olduğunda nasıl sıvıştığının görülmesinin yarattığı acılı şaşkınlığın ifadesi. İki itiraz sloganı atan beş ortaokul öğrencisine on dakikada 200 polisle çullanabilen devletin, yardım bekleyen on binlerce vatandaşına günlerce iki yardım görevlisini gönderemediği beceriksizliğe isyan. 20 yıl önce yardım bekleyen insanların sorduğu bu soruya devletten gelen cevap deprem vergileriydi. Çöken binaların harcındaki deniz kumundan, muhallebi kıvamındaki arazilere verilen imar izinlerinden kafasını uzatan –zaten hep yıkıntıların içinde olduğunu belli eden- devlet, para isteyerek kendini hatırlattı, “işte buradayım” dedi.
Epey uzun bir bahis bu: İnsanlık –ya da her kim hangi ihtiyaç için- devleti neden icat etti. Ayrıca bu uzun bahsin tek bir cevabı ve söz konusu aygıtın tek bir biçimi yok. Bu konuda çok sayıda farklı hikaye, derin tartışmalarla örülü zengin bir külliyat mevcut. Fakat devlet denilen şeyin varlık ve devamı için büyük kalabalıkları iknada –ikna olmasa da dayatma olarak- kullanılan en önemli argümanlar –büyük yalanlar- bu iki sesin arkasındaki karanlık alanda saklı. Devlet, üzerinde hüküm sürdüğü halkın ihtiyaçlarınızı duyacak ve karşılayacak, hayatın güvenli devamı için güç-para kullanma tekeline kamu adına sahip olacak bir yapı olduğu iddiasında. Duyulması gereken sesi duyacak, olması gereken yerde bulunacak, herkese yerini bildirecek olan o. İtaat edilecek ve güvenilecek yegane güç (şiddet) örgütü. Hepimizden aldıklarıyla bazılarını koruyacak olsa da hepimizden itaat bekleyen. Biliyoruz ki –genel olarak devlet- özel olarak “güvenlik devleti”, sesleri duymaya değil –”gereğini” yapmak için- tespit etmeye göre örgütleniyor. Bulunması gereken yerlere ilişkin önceliklerini de insanların ihtiyaçlarına göre değil mevcudiyetinin gereklerine göre belirliyor.
1999 yılında yaşanan büyük bir felaketti. On binlerce insan öldü. Binlerce bina yıkıldı. Türkiye hep birlikte kolektif bir çabanın mahsulü olan büyük bir enkazın altında kaldı. Bu yaraları sarma ve yenilerini önleme gerekçesiyle ve herkesin taşın altına elini sokması bahanesiyle, geniş bir konsensüs sağlanarak deprem vergileri getirildi. Geçici olan bu vergiler, dönemin ekonomik programına uygun görüldüğü için kalıcı hale geldi ve yirmi yılda tam 36 milyar dolar para toplandı. Bugün 5.8 seviyesindeki bir sarsıntının sonrasında –aslında bilineni hatırlayarak- öğreniyoruz ki, bu kaynak iddia edilen amaç için kullanılmadı. Epey şey yapmayı mümkün kılacak hayli ciddi bir kaynak heba edildi, amacı dışında –belki de hilafına- kullanıldı. Şimdi geçen bu sürede önlemlerin neresindeyiz diyenlerin karşısına, “panik olmayın, kişisel önlemlerinizi alın” diye çıkan devletin sesiyle karşı karşıyayız. Devletin, meclisin ve aslında genel olarak siyasetin asli varlık sebeplerinden biri olan vergilendirme ve vergi denetimi açısından da, kendini inkar eden bir rezaletle yüz yüzeyiz.
Bir benzerini işsizlik fonunda da yaşadık. İşsizler için toplanan kaynak özel sektörü fonlamak için kullanıldı. Şimdi yönetimdeki keyfiliği eleştiren bazı bakanlar gururla açıkladığı için biliyoruz ki, deprem için toplanan paralarla duble yollar yapıldı. Bugün varlık fonunda toplanan kaynağın iktidar müteahhitlerinin kurtarılması için kullanılacağını öğreniyoruz. Deprem önlemlerine kuruş ayırmayan belediye kaynaklarının vakıfların ve medyanın ihyasına nasıl akıtıldığını görüyoruz. Peki bütün bunların olup bitmesine itiraz edenlerin güçlü bir sesi var mı? Bu sesi çoğaltan siyasi bir hareketlilik ve bu sesi duyuran etkili bir medya? En önemlisi bu sesi işiten ve harekete geçen kalabalıklar mevcut mu? Vatandaşın devletle olan mukavelesinin temelindeki, kendisinden alınan paraya verdiği onayın nereye gittiğinin hesabını sorma koşulu, sorumluluğu daha geniş bir alana taşıyor. Böyle bakınca, çıkartılacak ses de, duyacak olan da başkalaşıyor. “Nerde bu devlet?” sorusunun cevabı da, “bu yaşananların tam göbeğinde” şeklinde netleşiyor. Sesleri duymaya değil bastırmaya odaklanmış devlet, hepsinin içinde, başında ve sonunda.
Siyaseten hesap vermek veya hesap sormak, bitmiş işin faturası, ortaya çıkan sonucun mahkemesinden ibaret olmamalı. Siyasi sorumluluk ya da siyasi bedel yapılanın sonrasına ertelenecek bir hesap kapama işi değil, yaparken de yüze vurulması, durmadan hatırlatılması gereken bir gerçek. Bu yüzden yıllardır herkesin gözü önünde yapılanlar, Kuzey Anadolu fayı sallamaya başladığında hatırlanacak, günahı sadece yapanlara bırakılacak bir “eksiklik” olarak ele alınamaz. Kutsanan devletin karşısında her felakette –Hakkı Özdal’ın yazısında söylediği gibi- “herkesin ‘başının çaresine’ bakacağı bir tablo göreceksek, panik olmamaktan sonraki ikinci adımımız nedir? Bu sorunun yanıtı, ‘panik olmayın’ diyenler de değil, bizlerde olsa gerek.” “Sesimi duyan var mı?” diye bağırırken yüzlerin çevrildiği taraf, “nerede bu devlet?” diye sorarken mesele edilen hadise yeniden gözden geçirilmek zorunda. Siyaset denilen enstrümanla devlet denilen aygıta verilen her onayın ve sorulmayan her hesabın vebali bu iki sesin arasında bir yerde kayboluyor.
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTürkiye’nin Kürt Sorununu çözecek yaklaşım neden Suriye’de uygulanmasın? 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'nin umudu eğitim: Cumhuriyet’in en önemli başarısı, bugün sınav usulsüzlüğü ve fırsat eşitsi 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞGürsel Tekin konusunun pek konuşulmayan tarafı 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇKudüs, ey Kudüs! 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025