Kemal CAN
Korona krizi, krizin devamına dair tartışmalar, saat saat değişen durum epey uzun sürecek bir gündem. Defalarca ve belki aynı temaların üzerinden tekrar tekrar geçerek konuşacağımız aktif bir başlık olacağına şüphe yok. Bu yüzden bazı küçük fasılalarla başka mevzulara değinmek, dimağı canlı tutmak için faydalı. Bu gerilimli günleri akıl sağlığını koruyarak geçmek için, eski rutinlere veya alışılmış tekrarlara başvurmayı ısrarla öneriyorlar. Durum aynıymış, şimdilik pek bir şey değişmemiş gibi yapıp yavaş adaptasyon, tıpkı salgını zamana yaymak gibi faydalı olur deniyor. Bu nedenle, ayın ikinci birikim yazısında baskın gündemin –gerçi çok da uzağında sayılmaz ama- biraz dışına, pek sevilen siyasi tartışma rutinlerine dönmeyi deneyeceğim. Önce meselenin korona gündemi ile yakın ilişkisine kısaca temas edip sonra hızla uzaklaşalım. Mevzu, geçtiğimiz haftalarda yine korona krizi çerçevesinden mülhem Soylu’nun istifası etrafındaki siyasi senaryolar. Malum hadisenin sonrasında, hem bu olayın neden cereyan ettiği hem de nasıl sonuçlar yaratabileceği hakkında etraflıca konuşuldu. Olay korona gündemi dahilinde olmakla birlikte, ne evveliyatı ne de sonrası hakkında ileri sürülenler bu konuyla sınırlıydı. Hatta tartışmalar, popüler siyasi analizlerin kadim başlığı “sağda yeni oluşum” iddialarına kadar ilerledi. Bu yazıda, akut bir gelişme ile yeniden tetiklenen siyasi öngörüler için bir takım soru başlıkları ve bazı yeni tartışmalar önereceğim.
Soylu hadisesinin tetiklediği tartışmaların en çarpıcı varsayımı; Türkiye’nin siyaset gündeminde -açık veya örtülü biçimde- mevcut iktidar kombinasyonunun devamına dönük bir post-Erdoğan döneminden bahsedilebileceği, hatta bunun üzerine hesapların yapıldığı ya da yapılabileceği fikri. Hem Soylu’yu istifaya götürdüğü iddia edilen iktidar içi çekişmelere dair hikayelerde hem de bu gelişmenin kimin gücünü pekiştirdiği değerlendirmelerinde, belirsiz bir gelecek üzerine öngörüler ileri sürülüyor. O zaman ilk soruyu bu varsayım için kurabiliriz: Yakınlaşmış veya olgunlaşmış, işlemeye başlamış bir Post-Erdoğan dinamiği sahiden var mı? Aslında on yıldır ama referandumu başlangıç tarihi alırsak dört yıldır, şahsileş(tiril)miş merkez, tüm siyasi alanı biçimlendiriyor. İster mutlak güce kavuşmuş tek adam sisteminden bahsedilsin isterse dengesiz bir koalisyonun desteğine muhtaç güçsüzleşmiş lider tespiti yapılsın, siyasetin mevcut ve olası biçimlenişi Erdoğan’ın şahsi pozisyonundan çok uzaklaşarak açıklanamıyor. Hatta bu merkezi pozisyonu “Erdoğanizm” şeklinde kavramsallaştırma önerileri de mevcut. Öyleyse yeni sorumuz, kurumsallaşmış olsun veya olmasın, güçlenmiş ya da zayıflamış olsun, böylesi merkezi bir siyasi rolün –içeriden veya dışarıdan- alternatif adaylarla doldurulabilir olduğunu düşünebilir miyiz? Mevcut iktidar yapısı –bazı revizyonlarla- korunarak oluşabilecek post-Erdoğan dönemi gerçekçi bir olasılık mı? Bu başlık hemen iki alt soruyu da çağırıyor elbette: Bu varsayıma (sorulara) pozitif yaklaşmanın, liderliğin merkezi rolü açısından ve taban dinamikleri bakımından verebileceği cevaplar nelerdir?
Türkiye sağında liderlik meselesi ve aktörlerin siyasetteki şahsi ağırlıkları konusu, gündelik gelişmeler penceresinden konuşulurken biraz sorunlu hale geliyor. Genel olarak bütün partilerin ama özel olarak sağ partilerin fazlasıyla lider merkezli oldukları, popüler analizlere kolayca giren gelenekselleşmiş bir kabul sayılabilir. Ancak -geçmişte daha belirgin olan- lider isimleriyle taraftarlık tanımlamasının yaygınlığına rağmen, sağ seçmen kitlesinde kişilere değil sonuç alabilecek dalgalara dönük ilginin hep daha etkili olduğunu düşünenlerdenim. Genellikle aktörler de o dalgaların üzerine yakışıp yakışmadıklarına veya sörf yeteneklerine göre ilgi görüyor. Sağ seçmen reflekslerindeki pragmatizm etkisinin, bütün ideolojik hassasiyetlerden daha güçlü olduğunun çok sayıda işareti ve yaşanmış örneği mevcut. Üzerine binebileceği kuvvetli bir dalga olmadan, kişisel vasıflarıyla (popülaritesiyle) bir hareket yaratabilmiş siyasi aktör pek hatırlamıyorum. Sadece popülerlikten siyasi sonuç çıkmayacağının ise çok sayıda –bazıları hazin- örnekleri var. Burak Bilgehan Özpek’in medyascope yayınında (https://www.youtube.com/watch?v=6z1egeFC4Ns) dile getirdiği görüş dikkat çekici: “Şimdiye kadar Erdoğan’a karşı çıkışlar elit düzeydeydi. Erdoğan halkla kurduğu ilişkiyi kullanarak bunları bertaraf edebildi. İlk defa Erdoğan’ın halkla kurduğu ilişkinin arasına (Soylu kastediliyor) bir siyasetçi girebiliyor.” Aynı yayında Murat Yetkin de “ittifaklı denklemde Soylu’nun kullanabileceği bir tabanı oluştu” değerlendirmesi yapıyor.
Mevcut dengede liderlik perspektifi açısından oluşabilecek gelişmeler üzerine kafa yorulması gereken bu tezler, “sağ seçmen aktör değil dalgayı bekler” fikrimden dolayı yeni bir soruyu daha tetikliyor: Soylu veya bir başkası ya da parti dışına çıkarak tahkimata başlamış alternatif adaylar için, Erdoğan’ın liderliğine –şimdilik potansiyel seviyesinde olsa bile- alternatifi destekleyecek bir dalgadan söz edebilir miyiz? Elbette paralel bir diğer soru, mevcut iktidarın devamını sağlayan siyasi desteğin, aktör odaklı bir tazelenme ihtiyacı, arayışı veya böyle bir istidadı var mı? Sağ popülizmin yükselişiyle, dünyanın bambaşka coğrafyalarında benzer aktörlerin boy göstermesi, meseleye kuvvetli bir dalga görüntüsü kazandırıyor olabilir. Süreklileşmiş, uzun ve derin krizli bir konjonktürün, bu dalganın otoriter versiyonlarını beslemesi de güçlü olasılık. Fakat Türkiye’deki kişiselleştirilmiş iktidar konseptinin müracaat ettiği sağ popülist yöntemler, ne başlangıcında ne de bugün bir yükseliş stratejisinden kaynaklanıyor. Erdoğan iktidarının destekçileri tarafından da kabul görmüş, kısmen de dahil olunmuş bir savunma refleksinin mahsulü. Çeşitli gerekçelerle mevcut iktidarın devamı konusunda en kararlı tutumu sergileyenler bile, yeni bir yükselişten çok, mevcudun tahkimatını daha hayati bulduklarını açıkça gösteriyorlar. Ayrıca “liderlik” tartışması, “reisin” yanındakiler (çevresi) ve üzerinde etkili olanlar konusunu aşabilmiş –böyle bir niyet de yok- değil. Çünkü şu anda yürürlükte olan tasarım, zaten iki yenilenme yaşamış üçüncü sürüm bir iktidar kombinasyonu. Bu versiyon, uygun bir lider bulunduğunda devam edebilecek bir tasarım olmadığı gibi fazlasıyla kişiye özel kötü bir terzilik ürünü.
İktidarın Post-Erdoğan yeni sürümünü zorlaştıran unsurların, tasarımdan ve liderin vasıflarından gelen tarafları yanında, çok önemli bir başka noktayı da Menderes Çınar “100. Yılında TBMM” yazısında (100. Yılında TBMM) işaret ediyor: “Yükselen popülist lider siyaseti, popülist liderin milletin yalnızca ve ta kendisi olduğunu iddia etmesi bakımından mutlakiyetçilik eğilimli bir siyasettir. O kadar ki popülist lider siyaseti, sadece toplumun farklı kesimlerini ve onların temsilini gereksizleştirmez, bizzat kendisinin ‘otantik’, ‘gerçek’ toplum saydığı toplum kesimlerinin temsilini de gereksiz bulur.” Bir süredir bu kesimlerin insiyaki olarak bunu sezdikleri ve mevcut iktidarla kurdukları destek ilişkisini, geleceğe doğru bir temsil ihtiyacından, yakın tehlikelere karşı geçici korunma refleksine çevirdiklerine dair kuvvetli şüpheler taşıyorum. Yıl başında yine burada yazdığım “AKP’de taban kaymıyor, tavan uzaklaşıyor” başlığında (AKP'de Taban Kaymıyor Tavan Uzaklaşıyor) tartışmaya çalıştığım üzere, mevcut iktidarın hala yeterli güçte görünen desteğinin, niteliksel bir değişim geçirmeye başladığı fikrim devam ediyor. Türkiye’nin yakın gelecekteki siyasi biçimlenişinde önemli ağırlığı olacağı ve bu anlamda hesaba katılmadan ilerlenmesi mümkün olmayan iktidar tabanı, sürüm tazeleme ile devam konusunda fazla hevesli durmuyor. Yapılan araştırmalarda, özellikle bu bloktaki nispi tercih katılığına rağmen dikkat çeken güven, memnuniyet ve beklenti değişimleri bunu destekliyor. Özetle, iktidar içindeki çekişmelere ilişkin güncel durumdan geleceğe (sonraya) dair sonuçlar çıkartmak için daha fazla soruya cevap bulma ihtiyaç var. Hatta konunun bugünü açıklayan taraflarına dikkatli bakınca bir geleceksizlik hali daha öne çıkmıyor mu?
Birikim
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTürkiye’nin Kürt Sorununu çözecek yaklaşım neden Suriye’de uygulanmasın? 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'nin umudu eğitim: Cumhuriyet’in en önemli başarısı, bugün sınav usulsüzlüğü ve fırsat eşitsi 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞGürsel Tekin konusunun pek konuşulmayan tarafı 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇKudüs, ey Kudüs! 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025