Kemal CAN
İktidarı oluşturan iki parti bir hafta içinde kongrelerini yapacak: 18 Mart’ta MHP, 24 Mart’ta AKP. Yani Türkiye’yi yönetmekte olan siyasi iradenin tepesinin şekilleneceği olaylardan bahsediyoruz. Normal olarak siyasi gündemin en üstünde yer alması, şimdiye kadar epey konuşulmuş, hâlâ heyecanla takip ediliyor olması beklenirdi. Ancak kamuoyu ve medya ilgisi neredeyse yok mertebesinde. Talimatla lebaleb doldurulan salonlardaki kalabalık bile olup bitenle fazla ilgili değil. Mesela, AKP İl Kongrelerinde elli küsur il başkanı değişmiş. Onlar neyi değiştirecekmiş, ne kimsenin bilgisi var ne de ilgisi. MHP’de, o kadarından bilgisi olan veya bahseden bile yok. AKP’de olası parti yönetimi değişiklikleri, kabine revizyonları hatta Erdoğan’ın partiyi bırakıp bırakmayacağı gibi son derece çarpıcı iddialar, saman alevi kadar hararet üretmiyor. Çünkü her iki partide olup bitecekler, bu siyasi hareketlerin içindeki eğilimler veya kanatların dertleri ve niyetleriyle ilgili değil. Daha doğrusu siyasal partilerde ne olacağı, onların temsil ettikleri siyasi dinamiklerden fazlasıyla bağımsız. Sadece başında bulunanların kafasındaki hesaplarla ilgili.
Türkiye’de siyasal partiler sistemi hep sorunluydu denebilir ve çok doğrudur. Lider merkezli ve pek de demokratik olmayan, hatta bunu meşru gören bir siyasal kültür olduğunu söylemek de hiç yanlış değil. 2017 referandumuyla getirilen sistemin, parlamentoyla birlikte partileri de işlevsiz hale getirdiği de ortada. Kutuplaştırma ile iyice derinleşen anti-siyaset ikliminin, partileri ruhsuz, dilsiz bıraktığı da açık. Fakat bütün bunlar, iki iktidar partisinde yaşananları açıklamak için yeterli değil. Erdoğan ve Bahçeli’nin özel etkisini, değişimi ve şartları nasıl yönettiklerini gözden uzak tutmamak gerekir. Çünkü her iki lider de -farklı yöntemler izleyerek- güçlü dava geleneğiyle biçimlenmiş partilerini, “şahıslarına” bağlı ve bağımlı, şekilsiz araçlara –kendi uzuvlarına- çevirebildiler. Bir anlamda, davaları –hamaset dozunu artırmalarına rağmen- fazlasıyla dünyevileştirerek, partilerini “şahıslarının” kıldılar. İktidar formunda nesneleşen bir dava ve onun “asker alma dairesine” dönüşen bir parti. Bu durumu tartışırken, siyasetin genel yapısal sorunları, değişen normlar ve şartlardan biraz daha fazlasına ihtiyaç var. “Lider partisi” tanımından çok daha farklı bir ilişkilenme biçiminden söz etmek gerekiyor.
Son yıllarda, özellikle de Gelecek ve Deva Partisi kopmalarıyla birlikte, Erdoğan’ın AKP’yi nasıl “şahsının örgütü” haline getirdiği daha çok tartışılıyor. Birlikte yola çıktığı isimleri birer birer tasfiye etmesinden bahsediliyor. Yeni yönetim sistemi sayesinde iktidarı hızla kişiselleştirmesi, damat tartışmalarıyla bir aile işletmesine çevirmesi hakkında tartışılıyor. Ancak bunların daha gerisinde, AKP’nin taşıdığı siyasi temsilin, “reisçilik” biçiminde özel bir kimliğe dönüşmesi var. Buna, Erbakan için kullanılan “savunan adam” sloganının, Erdoğan için “savunulan adam”a dönüşmesi de diyebiliriz. Liderlerin, kimlik kalabalıklarını, “egemenlere karşı” savunan ve temsil eden sembollere dönüşmesiyle ilerleyen popülizmin, özel bir formu bu. Abdülhamit’ten başlayıp Menderes, Özal’a kadar taşınan “yedirmeyiz” refleksi için, 15 Temmuz “Allah’ın lütfu” olmuştu. Ama imalatın daha önceden başladığını hatırdan çıkartmamak gerek. Erdoğan, Cemaat ile kapışma, dış konjonktürdeki bozulma gibi faktörlerle, “beni kullanın” diyeceği odakları değiştirmek zorunda kaldı. Tedarik ettiği siyasi gücü daha da şahsileştirmek ve şahsını da “devletleştirmek” için başka bir kapının açılması gerekiyordu.
İşte tam bu noktada, Bahçeli bu özel anti-siyaset sürecindeki en kritik aktör olarak öne çıktı. Bahçeli, 1997 yılında çalkantılı bir süreçte genel başkan seçilmesini sağlayan, 2002’deki seçim yenilgisini hareketin “beka davası”na çevirerek yine şaşırtıcı bir kişisel çıkış yaratabilen sıkı bir tecrübeden geliyor. Erdoğan’ın aksine, kişisel karizması, çok kuvvetli siyasal desteği olmadan partisindeki etkinliğini artırmış, en azından “şahsını” önemli badirelerden geçirebilmişti. Diğer yandan tıpkı Erdoğan gibi, en yakınındaki isimleri kolayca tasfiye etmiş, en sert muarızlarını yeniden kendisine biat edecekleri pozisyonlara getirerek kullanabilmişti. 2015 dönemecinden sonra herkesin görebileceği bir ortaklığa ilerleyen Erdoğan ve Bahçeli ilişkisi, siyasetin ve Türkiye’nin kaderini belirlerken, kendi siyasal kariyerlerini de şekillendirdi. 2015 Kasım seçimi, 15 Temmuz darbe girişimi ve 2017 referandumu olaylar serisi, her iki aktörün partilerini “şahıslarının” örgütüne dönüştürmesinin hikayesiydi. Dışardan bakılınca ilk görülen, birinin iktidarı diğerinin genel başkanlığını kurtarmak için sağladığı “normal dışı” destekler. Meşrebine göre herkes farklı tarafa hayret etti, başka tarafın çaresizliğine dikkat çekti. Ortakların başardıkları ise, partileri olmadan –siyaset yapmadan- siyaseti yönetmenin yolunu açmaktı.
Bugün diğer partilerde de liderlerin belirleyiciliği, anti-demokratik olma eleştirilerine konu olan genel merkez ağırlığı tartışmaları görülüyor olabilir. Ancak önümüzdeki bir hafta içinde kongre yapacak olan iki iktidar partisinde gördüğümüz “şahsımın partisi” tablosundan bahsetmek mümkün değil. Erdoğan ve Bahçeli, elbette yürüttükleri bazı hesaplara, korumaya çalıştıkları bazı dengelere ve ihtiyaçlarına göre birtakım düzenlemeler yapacaklar. Fakat her iki parti için de, liderlerin kafasında dönenleri tahmin etmeye çalışmaktan başka bakılabilecek bir yer kalmamış olması son derece önemli. Bakmayın bu partilerin içinde birtakım rahatsızların varlığından bahseden değerlendirmelere. Elbette, en başta artık bir parti bile olmamaktan başlayarak pek çok konuda rahatsız olanlar vardır. Sonuçta uzun bir geçmişten gelen ve milyonlarca insanın gelip geçtiği koca hareketlerden bahsediyoruz. Ancak bugün ortalıkta kulis diye gezdirilen söylentilerin çoğu, liderin kafasında olması umulan hüsnü kuruntular veya olur da kulağına çalınır ve aklına düşer mi diye yine ona duyurulmaya çalışılan şeylerden ibaret. Bu yüzden, önceden merak uyandırmayan kongreler, gelip geçtikten sonra da fazla konuşulmayacak. Çünkü şaşırtıcı gelişmeler olsa bile, bunların öznesi yine partiler olmayacak.
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTürkiye’nin Kürt Sorununu çözecek yaklaşım neden Suriye’de uygulanmasın? 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'nin umudu eğitim: Cumhuriyet’in en önemli başarısı, bugün sınav usulsüzlüğü ve fırsat eşitsi 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞGürsel Tekin konusunun pek konuşulmayan tarafı 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇKudüs, ey Kudüs! 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025