Alper GÖRMÜŞ
Gürbüz Özaltınlı, seçim sonrasını değerlendirdiği yazılarının birinde (Serbestiyet, 3 Nisan), “Türkiye’nin Putinleştirilememesinde” iktidara karşı laiklik ve sekülerlik üzerinden direnç gösteren kesimlerin rolüne dikkat çekti:
“Bu sosyolojinin zihinsel evreni, muhafazakarları kamusal alanın dışında bırakan, değersizleştiren, katı bir laiklik üzerinden şekillendi. Gösterdiği bütün ontolojik reflekslerle, son yirmi yıldır tanık olduğumuz iktidar pratiklerinin de sorumluluğunu paylaşıyor; bu doğru. Fakat bu katı ve dirençli kimliği ve geniş gövdesiyle Türkiye’nin Putinleştirilememesinin de önemli bir dayanağını oluşturuyor. Rejimin seçimsiz bir diktatörlüğe dönüştürülememesinin de seçimlerin göstermelik değil, iktidarın mecbur kaldığı zayıf karnı olarak önemini korumasının da altında yatan nedenleri düşünürken bunu ihmal edemeyiz kanısındayım.”
Özaltınlı’nın değerlendirmelerinin ‘nalına’ kısmına tamamen katıldığımı söylememe sanıyorum gerek yok; yirmi yıldır laik-seküler kesimleri eleştiren yazılar yazıyorum. Keza yazının ‘mıhına’ kısmına da aynen katılıyorum, ki zaten okumakta olduğunuz yazının birinci bölümünün başlığı da bunu gösteriyor: “Seküler hayat tarzının gizli çekiciliği ve otoriterliğe karşı direnişteki rolü” (Serbestiyet, 20 Nisan).
Otoriter iktidarın Rusya’da, Türkiye’dekinin tersine, yüzde 70-80’lik bir toplumsal rıza üretebilmesi ya da tersinden, muhalefetin bir türlü yüzde 30’u aşamamasının temel nedenini, iki ülkedeki iktidar karşıtlığını güdüleyen temel faktörler arasındaki farkta aramak yanlış olmaz. Mesele şu ki, Rusya muhalefeti Türkiye muhalefetine canlılığını veren esas direniş motifi olan laik devlet ve seküler toplum savunusu kadar güçlü bir motife sahip değil. Çünkü Rusya’nın laik-seküler kesimlerinde, Putin iktidarının devleti ve toplumu dinsel normlar üzerinden düzenleme eğiliminde olduğuna dair kuşkular yok. Orada gündelik hayatını seküler tarzda yaşamak isteyenlere “buyurun” deniyor, “yeter ki siyasi özgürlük taleplerinde çizmeyi aşmayın.”
Parantez: Laik-seküler muhalefet motifinin Türkiye’nin Putinleştirlememesinde oynadığı hayati ve hayırlı rol, onun büyük problemlerini izale etmez, fakat bu yazının konusu bu değil.
Rusya-Türkiye karşılaştırması, benim başlığımı da revize etmem gerektiğini söylüyor bana: “Seküler hayat tarzının otoriterliğe direnişteki rolü” yerine “seküler hayat tarzının muhafazakâr otoriterliğe direnişteki rolü” demek daha doğru olacak.
Seküler hayat tarzı neden cazip?
Geçen yazımın sonunda, Dücane Cündioğlu’nun gündelik hayatın seküler ve dindarâne yaşandığı İstanbul semtlerini karşılaştırdığı eski bir yazısından söz etmiş; yazıdan, vardığı noktayı özetleyen şu alıntıyı yapmıştım: “Evet, içim yanarak söylemek zorundayım, neş’eden ve hüzünden uzak bir dindarlık bu. Farklı olanı (hoş)görme yetisinden neredeyse mahrum. İlmihal sadeliğinde ve namaz hocası katılığında.”
Şimdi de Cündioğlu’nun Kadıköy-Beşiktaş-Beyoğlu üzerinden ‘canlı’ seküler hayatı nasıl tasvir ettiğine bakalım:
“İstanbul’un en çok kitap satılan semt ve/veya ilçelerinin hangileri olduğu sorulsa, sanırım listenin hemen başında İstanbul’un şu üç ilçesi yer alır:
Beyoğlu, Beşiktaş, Kadıköy.
İlk ikisi Boğaz’ın Avrupa yakasında, üçüncüsü ise Anadolu yakasında.
Kitabın en çok satıldığı, yani en nitelikli kitapların değil sadece, en nitelikli kitapçıların da bulunduğu yerlerin başında geliyor bu üç ilçe.
Sevimsiz bir yükü omuzlamaktan kaçınamam, açıkça sormak zorundayım bu yüzden.
Acaba Fatih, Eyüp, Üsküdar gibi görece muhafazakâr ilçeler bu koca şehirde kitaba ve kitapçılara evsahipliği yapmaktan kaçınırlarken, onları, niçin Beyoğlu, Beşiktaş ve Kadıköy ilçeleri bağırlarına basmakta?
Bir rastlantı mı? Şehre özgü ulaşım olanaklarının kahredici bir cilvesi mi? Yerel yöneticilerin basireti ve/veya basiretsizliği mi? Niçin Eyüp değil de Beyoğlu mesela, Üsküdar değil de Kadıköy, yoksa bu karşıtlık nasıl işlediğini bilmediğimiz bir mekanizmanın mı eseri?
Karşıtlığın nedenlerini belirgin kılmak istiyorsak, soru sormaya devam etmeli, örneğin yanısıra kafelerin, restoranların, bar ve meyhanelerin, kültür ve eğlence yerlerinin yoğunlaştığı semt ve/veya ilçelerin hangileri olduğunu da sormalıyız.
Bu sefer alacağımız yanıtlar bir farklılık arzedecek mi?
Hiç sanmıyorum, çünkü kitapçıların yanısıra eğlence mekanlarının, tiyatroların, sinemaların, barların en çok yoğunlaştığı semtler de yine bu üç ilçe içerisinde yer almakta. Beyoğlu’nda, Beşiktaş’ta, Kadıköy’de. Üstelik birbirinden yalıtılmış bölgecikler halinde değil, yanyana, bitişik halde, neredeyse içiçe. Üç uzun cadde. İstiklal, Ortabahçe, Mühürdar caddeleri.
İstiklal caddesinin renkliliğini ayrıca tasvire ne hacet, sade tasavvuru bile yeterli. Beşiktaş’ta (Ihlamurdere’ye çıkan) Ortabahçe caddesi sizi iki büyük kitapçının arasından hoşâmedi ederken, daha ikinci adımınızı atmışken Çarşı size hemen ellerini uzatır. Kadıköy’de Mühürdar caddesi iki taraflı kitapçı dükkanlarının arasından bir lalezar gibi sizi sînesine davet ederken, cafe ve restoranlar biraz ötenizden size seslenirler. Hele akşam olmaya görsün, ışıl ışıl yanar her yer.”
Söylemeye gerek yok, bu mesele Erdoğan’ın “kültürel iktidar” yakınmasıyla da doğrudan ilgili ve hattâ ikisi aynı madalyonun iki yüzü. Yani aslında seküler hayat tarzına savaş açarak muhafazakâr bir kültürel iktidar kuramazsınız.
Erdoğan’ın birinci yakınması iktidarının on beşinci (2017), ikincisi on sekizinci (2020) yılına denk düşüyor. Fiziki ve siyasi ömrü yeterse, Erdoğan on yıl sonra da böyle konuşmak zorunda kalacak; başka bir ihtimal yok.
Erdoğan, ‘halinden memnun’ gençleri nasıl Atatürkçü anne babalarının saflarına itti?
AK Parti’nin ilk yıllarında ekonomik refahın da etkisiyle rahat ve memnun yaşayan, iktidara ciddi bir itirazı olmayan ‘apolitik’ genç kesimlerin pozisyonu, 2011’den itibaren algılamaya başladıkları gündelik hayatlarına müdahale çabalarıyla birlikte değişmeye başladı.
Başlangıç olarak 2011 diye kesin bir tarih verdim, hattâ gün de verebilirim, çünkü o zamana kadar hiç olmayan bir şey ilk kez o gün gençlerin hayatına dahil oldu: 7 Ocak 2011’de yürürlüğe giren Tütün Mamulleri ve Alkollü İçeceklerin Satışına ve Sunumuna İlişkin Yönetmelik’le 24 yaş altı gençlerin alkollü konserlere girişi yasaklandı. Yanlış yazmadım; 18 değil, 21 de değil, 24!
Yasağın Danıştay tarafından iptal edilmesine kadar geçen birkaç ay, yurtdışından gelenler de dahil sevdikleri müzik gruplarını ve şarkıcılarını izleyemeyen gençlerin öfkeli tepkileriyle geçti.
Bu yasak kaldırıldı ama onu 2012’de yine çok tepki çeken Bilgi Üniversitesi’ndeki ‘bira yasağı’ izledi. Üstelik bu defa ‘ben yaptım oldu’ yöntemiyle:
“11. One Love Festivali bugün Santralistanbul’da başladı ancak konser alanında içki satışı yasaklandı. Saat 14.00’da başlaması gereken festival, kapıların açılmasından 10 dakika önce içki satışının yasaklanması nedeniyle saat 15.15 civarında başladı. Alandaki dev ekranlarda, One Love Festival Yönetimi imzalı şu yazı yer alıyor: ‘Yazılı anlaşmalarımız olmasına ve mevzuatlara uygun olmasına rağmen, işletme sahiplerinin ruhsatlarını kullandırmaması nedeniyle, etkinliğimiz süresince alkollü ürün satışı yapılamayacaktır. Tarafımıza çok kısa süre önce bildirilen bu durum nedeniyle tüm müzik severlerden özür dileriz.’ (…) “Festival yetkilileri, işletmelerin İstanbul Valiliği’nden çekindiği görüşünde.”
Sonrasını biliyorsunuz: İçkili-içkisiz konser yasakları, kızlı-erkekli yurtlar tartışması, bitmek bilmez tuhaflıklar…
Erdoğan böylece uyuyan devi uyandırmış, o zamana kadar anne babalarının öforik muhalefet tarzlarını abartılı bulan gençleri sert iktidar karşıtları haline getirmişti.
İktidar şimdi başka yanlışlarının yanında, ‘yanlış’ hayat tarzlarına karşı açtığı savaşın da bedelini ödüyor.
Bitirirken Rusya-Türkiye karşılaştırmasına dönmek ve bir soru sormak istiyorum: Acaba bizim otoriterliğimiz de Rusya’daki gibi salt “millilik” ve “devlet” temelli olsaydı, yani laiklikle-sekülerlikle bir derdi olmasaydı, toplumun yüzde kaçının rızasını kazanırdı? Rusya’ya benzer miydi?
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları




















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025