Ayşe HÜR-Taraf yazıları

İnternete ‘düşen’ bant kayıtlarından, yakın tarihe kadar doğrudan barış görüşmeleri yaptığı anlaşılan (ki bu konuda kendilerini tebrik ediyorum) AKP ve PKK’nın neden tekrar silahlı çatışmanın eşiğine geldiğini anlamak biz sıradan fanilerin harcı değil. Anlaşılan ne Kürt tarafı ne Türk tarafı yeterince kan döküldüğünü düşünüyor. Madem bu kadar savaş meraklısı bir toplumuz, o halde size bir başka ‘savaşa giriş’ hikâyesi anlatayım. Çoğumuz biliyoruz ama bilmeyenler için savaştan nasıl çıktığımızın hikâyesini de bir zaman anlatırım.
Not: Bazı okurlar, sıcak gündem maddesi olan İsrail-Filistin konularında neden yazmadığımı soruyorlar. Halbuki 6-9 Ocak 2009 tarihlerinde Taraf’ta yayımlanan “90 Yıldır Kanayan Yara: Filistin” başlıklı yazı dizisinde konuyu kapsamlı biçimde ele almıştım. Gazetenin internet sayfasındaki “Diziler” linkinden ulaşılamayan bu diziyi tek bir yazı halinde Tarih Defteri’nin internet sayfasına koyduk. İlgilenenlere duyururum.
1914 yılına girildiğinde havada savaş bulutları dolaşıyordu. Almanya’da Pan Germenistler, Rusya’da Pan Slavistler, Fransa’da İntikamcılar, İtalya’da Irredendistler, Britanya’da İmparatorlukçular Avrupa’yı savaşın eşiğine getirmişlerdi. İş bahane bulmaya kalmıştı.
Kıvılcımı 28 Haziran 1914’te Almanya’nın müttefiki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Franz Ferdinand ve karısının bir Sırp milliyetçisi olan Princip tarafından öldürülmesi çaktı. Sırbistan’ın özrünü yeterli görmeyen Avusturya-Macaristan 28 temmuzda Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ı bombaladı, 31 temmuzda Rusya seferberlik ilan etti, 1 ağustosta Almanya Rusya’ya savaş açtı. 3 ağustosta Almanya Fransa’ya, 5 ağustosta da Britanya Almanya’ya savaş açınca eski tabirle ‘Cihan Harbi’ başlamış oldu.
Bunlar olurken, bu yeniden-paylaşım savaşından kendi paylarını almak isteyen İttihatçı paşalar savaşa kimin yanında girerlerse kârlı çıkacaklarını belirlemek için nabız yokluyorlardı. Bir yanda 1894, 1904 ve 1907 yıllarında çeşitli vesilelerle ittifaklar kurmuş Fransa, Britanya ve Rusya vardı, öte yandan uluslaşma süreçlerini geç tamamladıkları için koloniler edinmekte geç kalmış Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya vardı. Aslında Osmanlı Devleti kiminle ittifak kurarsa kârlı çıkardı sorusundan çok, kim görünüşü heybetli, içi kof Osmanlı Devleti’ni sırtında taşımayı göze alırdı sorusu daha anlamlıydı ama o günlerde kimse bunun farkında değildi.
Önce Ruslar, sonra İngilizler
İttihatçıların (ve günümüzdeki temsilcilerinin) iddiasına göre, savaşa girmeden önce bütün ittifak olasılıkları denenmiş, sonunda çare kalmadığı için Almanya ile ittifak kurulmuştur. Ancak söz konusu ülkelerin arşivlerinde bu iddiayı destekleyen ciddi belgeler yoktur. Sadece İttihatçı kadroların ileriki yıllarda anlattıkları hikâyeler vardır.
İttihatçıların iddiasına göre Osmanlı Devleti’nin Britanya ile ilk ittifak girişimi, 31 Eylül 1911’de, Trablusgarp Savaşı sırasında Ruslar gemilerini Boğazlardan geçirmek istediklerinde; ikincisi ise 12 Haziran 1913’te Ruslar 1878 Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi uyarınca Doğu Vilayetleri’nde yapılması gereken Ermeni Islahat Planı ile ilgili baskı yaptığında yapılmıştı. Ama İngilizler her iki teklifi münasip gerekçelerle geçiştirmişlerdi.
Yine İttihatçıların iddiasına göre Talat Paşa, savaş tamtamlarının çaldığı 1914 mayısında yaz tatilini geçirmek üzere Kırım’a gelen Rus Çarı’nı selâmlamak üzere Livadya’ya gittiğinde Rus Hariciye Nazırı Sazonov’a askerî ittifak teklifinde bulunmuştu. (Osmanlı Devleti Kırım’ın 1783’te Rusya tarafından ilhakını hiçbir zaman kabul etmemişti. Bu nedenle, Çar ne zaman Livadya’ya gelse, sanki evsahibi Osmanlı Devleti imiş gibi, Livadya’ya bir ‘hoş geldin heyeti’ gönderilmesi âdettendi. Talat Paşa da bu geleneği devam ettiriyordu.) Teklifte Balkan Savaşlarından sonra Yunanistan’a geçen Midilli, Sakız ve Sisam adalarının Osmanlı Devleti’ne geri verilmesi karşılığında Rusya ile birlikte davranılması vardı. Ancak Ruslar bu teklifi reddetmişti.
Fransızlar reddedince
Son olarak, Cemal Paşa’nın ölümünden sonra yayımlanan hatıratında 1914 yılı temmuz ayında Fransızlardan gelen teklif üzerine Paris’e gittiğinde Osmanlı hükümetinin de muvafakatiyle bir Osmanlı-Fransız ittifakı tesisi yolunda temaslarda bulunduğunu iddia ediyorsa da Fransız arşivlerinde bu konuda herhangi bir kayıt yoktur. Dolayısıyla Cemal Paşa’nın ciddî bir ittifak girişimi olarak sunduğu görüşmeleri en fazla gayrı resmî görüşmeler olduğunu söylemek mümkün.
İttihatçılara göre, hâl böyle olunca da Osmanlı Devleti Almanlara bir anlamda mahkûm olmuştu. Aslında Alman genelkurmayı ve hükümeti Osmanlı Ordusu’nun geriliği ve yıpranmışlığı yüzünden ittifakı istemiyordu. Örneğin İstanbul’daki Alman Sefiri Wangenheim, Sadrazam Sait Halim Paşa’ya “Avusturya-Sırp ilişkilerinin pek ciddi bir biçim alabileceği, dolayısıyla durum aydınlanmadan herhangi bir ittifak yapmamak gerektiği”ni söylemişti. Aynı şekilde İstanbul’daki Alman askeri misyonundan Liman Von Sanders’in Mart 1914 ortalarında gönderdiği raporlara dayanarak bir değerlendirme yapan Alman Genelkurmay Başkanı Moltke, Avusturyalı meslektaşı General Conrad Von Hötzendorff’a şunları yazmıştı: “Türkiye askerî bakımdan bir sıfırdır. Askerî heyetimizin raporları tamamen umut kırıcıdır. Ordu, anlatılması olanaksız bir durumdadır. Daha önce Türkiye’den ‘Hasta Adam’ olarak söz edildiğine göre şimdi ölen adamdan söz edilmesi gerekiyor. Artık yaşam gücü kalmamıştır ve kurtarılması olanaksız bir can çekişme halinde bulunuyor. Askeri heyetimiz, şifasız bir hastanın ölüm döşeği başında bulunan doktorlar heyetine benziyor.”
Ancak Almanya’nın yeni sömürgeler bulmazsa yok olacağını düşünen Kayzer II. Wilhelm onlar gibi düşünmüyordu. Nitekim kısa süre sonra Sanders Kayzer’i mutlu etmek için olsa gerek, “Osmanlı ordusunun yeniden teşkilatlandığını, üç büyük savaş kaybetmiş olmasına rağmen gücünü toparladığını ve beklenenden daha fazlasını yapabileceği” yönünde raporlar yazmaya başlayacaktı.
Sultan Osman ve Reşadiye
Enver Paşa Alman Büyükelçisi Wangenheim’a, Said Halim Paşa da Avusturya-Macaristan Büyükelçisi Pallavicini’ye anlaşma teklifi yaptığında takvimler 22 Temmuz 1914’ü gösteriyordu. Altı gün sonra bu yakınlaşmaya gözdağı vermek isteyen Britanya Donanma Bakanı Churchill’in emriyle, Newcastle tersanelerinde inşa edilmekte olan Sultan Osman-I ve Reşadiye dretnotlarına el konuldu. Bu karar halkta büyük öfke uyandırdı çünkü gemilerin 30 milyon sterlin tutan inşa masraflarının büyük bir kısmı halktan bağış olarak toplanmıştı. Bu atmosfer, İttihatçıların ve Almanların ittifak yanlısı kanadının arayıp da bulamadıkları fırsatı sundu.
Enver Paşa’nın 28 Temmuz 1914 günü Alman Büyükelçisi Wangenheim’a önerdiği ‘savunma amaçlı ittifak’ (Defensivbündnis) metni üzerinde 31 temmuz günü karar verildi. Yine iddiaya göre 2 Ağustos 1914’te, Sadrazam ve Hariciye Nazırı Mehmed Said Halim Paşa’nın yalısında toplanan Alman Büyükelçisi Baron von Wangenheim, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Dâhiliye Nazırı Talat Paşa ve Meclis-i Mebusan Başkanı Halil (Menteşe) Bey gizli bir anlaşma imzaladılar. Benzer bir anlaşma Said Halim Paşa’nın aracılığıyla Avusturya Sefiri Pallivicini ile de imzalandı. Talat Paşa ve şürekâsının devletin geleceği için bu anlaşmaya ne kadar bel bağladıkları, anlaşmanın 1920’ye hatta 1926’ya kadar uzatılması için verdikleri mücadeleden anlaşılıyordu.
İbn-i Haldun’dan dersler
Antlaşmanın imza töreni için evini açan Sadrazam Sait Halim Paşa’nın İttihatçı liderlere İbn-i Haldun’un tarih felsefesini hatırlatarak “Turan ve Mısır fütuhatı (fetihleri), Trablus, Tunus, Cezayir vesaire gibi âmâli (emelleri) rica ederim bırakalım. Biliyorsunuz ki her milletin üç devri vardır. Fütuhat (fetih) devri, Tevakkuf (durma) devri, İnhitat (çökme) devri. Binaenaleyh inşallah bizimki ‘devr-i inhitat’ değildir, fakat herhalde ‘fütuhat devri’ (fetihler devri) olmadığı da bellidir ve devrimiz ‘devr-i tevakkuf’tur. Hudutlarımızı muhafaza edelim, bu suretle bitaraf (tarafsız) kalırız” diyor, Bir yandan “memleketi harp felaketinden kurtarmak için (...) hiç olmazsa fiilen bitaraf kalalım, tecavüz ve taarruz etmeyelim. Bu suretle bitaraflığımızı muhafaza etmiş oluruz ve memleket de harp felaketinden kurtulur” dediği, ancak bu sözlerin muhatapları tarafından istihza ile dinlendiği ileri sürülür. İddiaya göre İttihatçıların en aklı başında adamlarından Ziya Gökalp bile sessizce dinlemişti kendisini.
Eğer inanmak gerekirse, antlaşmadan bu kişiler dışında kimsenin, örneğin Maliye Nazırı Cavit Bey’in, örneğin Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın, örneğin Şeyhülislam Hayri Efendi’nin haberi olmamıştı. Dahası devletin başı padişahın bile haberi yoktu!
Savunma amaçlı mıydı?
Resmî tarihçiler bu gizli anlaşmayı ‘savunma’ amaçlı bir anlaşma olarak sunmayı çok severler. Buna dayanak olarak da anlaşmanın 2. maddesindeki “Eğer Rusya askerî olarak karışır ve Avusturya ile Rusya savaşır ve Almanya da Avusturya’nın yardımına gitmek zorunda kalırsa Osmanlı Devleti de savaşa girecektir” ifadelerini gösterirler. Hâlbuki imzadan bir gün önce Almanya Rusya’ya savaş ilan etmişti. Yani savaşa girmenin koşulu oluşmuştu. Nitekim aynı gün seferberlik ilan edilmiş, ülkenin eli silah tutma yaşındaki nüfusu silahaltına alınmaya başlamıştı.
Seferberlikten sonra sıra Rusları kışkırtma planlarını yürürlüğe koymaya gelmişti. Bu iş için Alman Amiral Souchon komutası altında, İtalya’nın Messina limanında bekleyen Alman savaş gemileri Goeben ve Breslau seçilmişti. Resmi teze göre 4 Ağustos 1914 tarihinde veya birkaç gün sonra, gemiler “İngiliz gemilerinin kovalaması sonucu Osmanlı Devleti’ne sığınmışlardı”.
Buradaki anahtar kelimeler ‘kovalanmak’ ve ‘sığınmak zorunda kalmak’tı. Hâlbuki bugün biliyoruz ki, ittifak anlaşması imzalandıktan sonra Wangenheim’in Souchon’a gemileri derhal İstanbul’a götürme emri verilmişti. Öte yandan gemiler kovalanmışlarsa da bunun nedeni iki geminin İstanbul’a gelirken, Fransız sömürgesi Cezayir’deki iki limanı bombalamasıydı. Gemilerin Boğazlardan içeri alınmasıyla ilgili emri Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa kabineye danışmadan vermişti. Emrin tarihi de 4 Ağustos 1914 idi. O günlerin hukukuna göre, İstanbul’un geçişe izin vermesi, savaşta tarafsız olmadığını ilan etmesi anlamına geliyordu. Kısacası Osmanlı tarafı ‘savunma’ pozisyonundan ‘saldırı’ pozisyonuna doğru hızlıca yol alıyordu.
Gemiler satın alınmış mıydı?
Gemiler 10 ağustosta Çanakkale Boğazı’nın önüne gelmişler, hükümetin geçiş izni vermesinden sonra mayınlara çarpmaması için kılavuz eşliğinde Marmara’ya getirilmişlerdi. Enver Paşa, Sait Halim Paşa’nın yalısında kendisini bekleyenlere “bir oğlumuz dünyaya geldi” diye vermişti müjdeyi. 16 ağustosta İstanbul limanına giren gemiler, Halil (Menteşe) Bey’in önerisi ile ‘80 milyon marka satın alınmış gibi yapılarak’ Osmanlı donanmasına katıldı. (Satışın göstermelik olduğunun bir kanıtı, Birinci Dünya Savaşı boyunca Alman-Osmanlı yazışmalarında gemilerin orijinal isimlerinin kullanılmasıydı.) Goeben gemisine, ‘Yavuz Sultan Selim’ (ileriki yıllarda kısaca Yavuz diye anıldı), Breslau ise ‘Midilli’ adı verilerek Alman Amirali Souchon’un yönetimine teslim edildi. Mürettebata Osmanlı askerleri katıldı, Alman askerlerine fes giydirildi, göndere Osmanlı bayrağı çekildi. ‘Yavuz’ adının Cemal Paşa’nın hayalindeki Mısır seferini ima ettiği, ‘Midilli’ adının ise hem Cemal Paşa’nın Midilli doğumlu olmasından hem de Balkan Savaşları’nda kaybedilen Midilli’den vazgeçilmediğini ima ettiği anlaşılıyordu.
Gelişmelerden haberdar olan İtilâf Devletleri, Osmanlı Devleti’ne 19 ağustosta şifahen, 28 ağustosta yazılı olarak savaşta tarafsız kalması karşılığında toprak bütünlüğü garantisi verdi. Dahası Britanya Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey, Osmanlı Devleti’nin tarafsız kalmaması durumunda “geleceğinin ne olacağının kestirilemeyeceği” tehdidinde bulundu. Bu tarafsızlığın şartları ise Alman gemileri ve askerî personelinin sınırdışı edilmesi, Osmanlı seferberliğinin durdurulması ve İtilâf Devletleri korumasının kabul edilmesiydi. Ama artık ok yaydan çıkmıştı. İttihatçılar kararlarını vermişlerdi. 8 eylülde Osmanlı Devleti mali ve adli kapitülasyonları kaldırdığını ilan etti. 9 eylülde Souchon resmen Osmanlı donanmasının başına getirildi. Sıra Almanya ile işin parasal yanını konuşmaya gelmişti.
Alman yardımı yolda
Çünkü eylül ayının son günlerinde Bâbıâli’nin kasasında memur maaşlarını ödeyecek kadar bile para kalmamıştı. Devletin dış borçları 152 bin lira, geliri 26-27 bin lira civarında idi. (Bu durum yıllardır böyleydi ama seferberlik üstüne tüy dikmişti. O yıl pek çok yerde hasat yapılamamıştı. Hâlbuki 1914 ürünün çok iyi olduğu bir yıldı. Kısacası İttihatçılar savaş kararı alarak zaten bozuk olan ekonomiyi daha da bozmuşlardı.) İttihatçılar Almanya’dan beş milyon altınlık bir yardım talebinde bulundular. Berlin’deki Osmanlı Sefiri Ahmet Muhtar Paşa, Almanları, 500 bin altınlık bir ön ödemenin Alman-Osmanlı ittifakını savunanların elini güçlendireceğini söylemişti. Almanlar teklifi kabul ettiler.
İttihatçıların Maliye Bakanı Cavid Bey, 12 Ekim 1914 tarihli günlüğüne şöyle yazmıştı: “[Almanlar] Anlaşma imzalandıktan on gün sonra 250 bin lira, Rusya’ya ya da İngiltere’ye karşı savaşa girmemizden on gün sonra 750 bin lira ve geri kalanı (dört milyon lira) savaş ilanından 30 gün sonra 400 bin lira aylık taksitler halinde verecekler.”
Para, umulandan daha hızlı gelmeye başladı. Çünkü Almanlar Marn’da ve Varşova’da yenilmişlerdi. İki milyon altın lira iki parti halinde İstanbul’a ulaştığında Enver Paşa 22 ekimde Donanma Kumandanı Amiral Suchon Paşa’ya hem Almanca hem de Türkçe şu emri yazdı: “Donanma-yı Hümayûn, Karadeniz’de hâkimiyet-i bahriyeyi kazanacaktır. Bunun için Rus donanmasını, nerede bulursanız ilân-ı harp etmeden ona hücum ediniz.”
Yavuz ve Midilli Karadeniz’de
27 Ekim’de Amiral Suchon komutasındaki Yavuz, Midilli, Hamidiye, Berk, Gayret ve Numune gemilerinden oluşan Osmanlı filosuyla Karadeniz’e açıldı. 29/30 ekimde Rusya’nın Sivastopol ve Odessa limanlarını top ateşine tutuldu, iki de Rus gemisi batırıldı. Suchon’un olayı Bahriye Nezareti’ne anlatan 29 Ekim 1914 tarihli telsiz raporunun arkasında, kimi çevreler tarafından ‘savaşa karşı’ olduğu iddia edilen İttihatçıların üçüncü adamı Cemal Paşa el yazısı ile şunları yazmıştı: “Karadeniz olayı için yarın basında resmî bir bildiri yayımlanması uygun olur. Herhalde Rusları en evvel saldırgan göstermek pekâlâ olur. Ve yarın büyük devletlere Rusların bu harekâtını protesto etmek üzere resmî yazı dahi gönderilmelidir.”
Bütün bunlar olurken Alman görevlilerin başkanlığındaki Teşkilat-ı Mahsusa elemanları Erzurum’a ve Trabzon’a gönderilmişler, cezaevlerinden salınan mahkûmlar ve Gürcü sabotajcılar, Arhavi’den Rusya’ya sızmışlar ve sabotajlara başlamışlardı. O sırada Harekât Dairesi Şefi olan Ali İhsan (Sabis) Paşa, örtülü ödenek bütçesinden finanse edilerek ve devletin resmî kurumlarından gizli olarak faaliyet gösteren bu birliklerden “Karargâh-ı Umumi’nin (Genelkurmay Başkanlığı’nın) haberdar olmadığını, bu birliklerin Harbiye Nezareti’nde, Enver Paşa’nın emri altında çalışan bir büro tarafından yönlendirildiğini söyler. Paşa’ya göre bu iş için ayrılan ödenek 300 bin lira gibi büyük bir miktardır.
En sonunda tahrikler meyvesini verir. 4 kasımda Rusya, 5 kasımda da Britanya ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ederler. Britanya ayrıca 1878’de II. Abdülhamit tarafından kiralanan Kıbrıs’ı ilhak eder. Düyûn-u Umumiye’deki İngiliz temsilcisi Sir Adam Block, o günlerde İstanbul’dan ayrılırken şöyle diyecektir: “Eğer Almanya kazanırsa, Alman kolonisi olacaksınız. Eğer İngiltere kazanırsa mahvoldunuz!”
Rus Abidesi yıkılırken
İttihatçıların savaşa kendi iradeleriyle girdikleri konusunda hâlâ ikna olmayanları herhalde Cemal Paşa’nın 18 Kasım 1914 günü, 1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşı’nı (‘93 Harbi’) kazanan Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin izniyle Florya Şenlikköy’de yaptırdığı Ayastefanos Rus Abidesi, İttihatçıların organize ettiği kitleler tarafından içine yerleştirilen tahrip kalıpları ile yıkılırken kalabalığa haykırdığı şu sözler ikna edecektir: “Karadeniz’de donanmamız tarafından vuku bulan hareketler, bazı korkakların zannettikleri gibi sırf Alman amiralinin Hükümet-i Osmaniye’yi bir emrivaki karşısında bulundurmak için kendiliğinden yaptığı bir teşebbüs değildir. Bu hareket emri mahsus (özel emir) ile yapılmıştır. Alman generalleri ve amiralleri Hükümet-i Osmaniye’nin emrinde birer icra vasıtasından başka bir şey değildirler. Osmanlı milletinin mukadderatını idare etmek mesuliyetini deruhte etmiş olan insanlar, kimsenin nüfuz ve tesiri altında olmayıp fikir ve kararlarında müstakildirler. Türkler zelilâne yaşamaktan ise, milli istiklal ve haklarını silahlariyle temin etmek veyahut şerefle ölmek için harbe girmişlerdir...”
Peki, İttihatçıların yeniden paylaşılan dünyadan bir pay kapmak için girdikleri bu savaşta kaç kişi şerefiyle öldü dersiniz? Araştırmacı Cemalettin Taşkıran’a göre Birinci Dünya Savaşı’nda 2.608.000 kişi silahaltına alınmıştı. Bunlardan 335 bini çeşitli şekillerde ölmüş, 400 bini yaralanmış, 1.560.000’i hasta, firar, esir ve kayıp olmak üzere savaş dışı kalmıştı. Şehit sayısını 550 bin olarak veren kaynaklar da var. Sivillerden ne kadar kaybımız olduğunu ise hâlâ bilmiyoruz.
Özetin özeti, İttihatçılar, resmî tarihçilerin iddia ettiğinin tersine, savaşa bile isteye girmişler ve ‘Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan’ olmuşlardı. Ama esas kaybeden Osmanlı halk çocukları olmuştu. Umarım AKP hükümeti de, Türkiye halkları da aynı akıbete uğramaz.
Özet Kaynakça: Hatıralar, Cemal Paşa, (Hazırlayan: Alpay Kabacalı), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2001; Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım, Güneş Matbaası, 1951; Kâzım Karabekir, Cihan Harbine Neden Girdik, Nasıl Girdik, Nasıl İdare Ettik (İstanbul: Tecelli Basımevi, 1937), C.2, Emre Yayınları, 1994; Güngör Şenkal, “Bir Başka Açıdan ‘Goeben’ ve Braslau’”, Resmi Tarih Tartışmaları-3 (Editörler: Fikret Başkaya, Sait Çetinoğlu), Özgür Üniversite Kitaplığı, 2007; Ulrich Trumpener, “Turkey’s Entry into World War I:An Assesment of Responsibilities”, The Journal of Modern History, Vol. XXXIV, December 1962, No:4, s. 369-380.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.05.2012
22.04.2012
15.04.2012
8.04.2012
1.04.2012
25.03.2012
18.03.2012
11.03.2012
4.03.2012
26.02.2012