Hakan TAHMAZ

Hak, özgürlük mücadelesi – Devletin güvenliği siyaseti
4.11.2025
86
Özgürlükler ve haklar temelli siyasetin yerini “otoriter devletin ve yönetimin güvenliği” siyasetinin alması, hareketin tarihsel özgünlüğünü ortadan kaldıracak gelişmelerdir. Çünkü artık bu ikisi aynı şey haline gelmiştir. Devletin kurumları büyük oranda AK Parti’nin kurumları gibi işlemektedir. Türkiye, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının başında, tıpkı ilk yüzyılın başında olduğu gibi, Kürtlerle ilişkilerini eşitlikten uzak bir biçimde yeniden tanzim etmektedir.

Türkiye son yirmi yıldır çok şeye alıştı. İktidar partisi döneminde dünyaya gelenler, “Türkiye’nin siyasi normali nedir?” sorusuna çoğunlukla “Bilemiyorum.” yanıtını verir.
Bunun nedeni, kuralsızlığın kural, hukuksuzluğun hukuk haline gelmesidir. Bir anlamda bu sorunun yanıtı ancak “Reisin bildiği, söylediği ve iktidarını sağlayan her şey Türkiye’nin siyasi normalidir.” şeklinde olabilir.

İktidar partisi, 2016 sonrasında bu kapsamda içerde ve dışarda beka (güvenlik) siyasetini başat bir sorun olarak siyasi piyasaya sürdü. Yeni bir milli güvenlik siyaseti stratejisiuygulamaya koydu.
Bu stratejinin merkezinde darbe girişimi ve Kürt sorunu vardı. Muhalefet bu stratejiyi benimsediği için Kürt siyasetçilerin birçoğu yıllardır cezaevinde. Fethullah Gülen yapılanmasıyla ilişkili olup darbe girişiminden habersiz binlerce insan ise işini kaybetti, tutuklandı. Her geçen gün ülke biraz daha cezaevine döndü.

Yeni çözüm sürecinde de iktidar partisini ve ortağını esas motive eden unsur; İsrail, Suriye süreci ve iç güvenliktir. PKK’nin silahsızlanması konusuna yaklaşımı da bu çerçevededir. Bu nedenle hak, hukuk, demokratikleşme veya siyasi iyileştirmeler konularında oldukça uzak bir siyasi pozisyon sergilenmektedir. İktidar partisinin toplumsal rıza üretmek gibi bir sorunu yoktur. Bu durum, süreci tehdit eden önemli bir unsurdur.

Sürecin Başarısı ve Toplumsal Rıza

Silahların siyasal ve toplumsal yaşamdan topyekûn bir biçimde çıkarılması hiç kuşkusuz demokratik siyasetin, hak ve özgürlüklerin gelişmesi acısında tarihsel bir fırsat ve olanaktır. Ancak sorunun bununla sınırlı olmadığı çok açık bir gerçek.  Toplumun her kesiminin güçlü bir biçimde rızasını almadan, ülke sınırlarını da aşan Kürt sorununun kalıcı eşit, demokratik çözümü yolunda başarılı olunması oldukça zayıf bir ihtimaldir.
AK Parti, sürecin başarı çıtasını PKK’nin Türkiye’ye karşı silah kullanmayı durdurmasına ve Rojava’daki Kürtlerin yeni rejimle uyumlu bir pozisyona rıza göstermesine indirgemiş durumda. PKK’nin silahlı varlığını Türkiye için tehdit olmaktan çıkarmakla sınırlı bir süreç planlıyor. Üstelik bunu, partisinin hiçbir siyasi fatura ödemeyeceği bir biçimde gerçekleştirmeyi hedefliyor.

İktidarı, PKK’nin siyasi dönüşümü hiç ilgilendirmiyor. Böylesine tarihsel bir fırsat ve siyasal gelişme umurunda dahi değil. İktidar bu sürecin yalnızca kendi açısından, sınırlarımız içinde ve dışında (bölgede) girdileriyle çıktılarıyla ilgileniyor. Sürecin, kendi çıkarlarına aykırı bir güzergâha girmesine veya kontrolü dışına çıkmasına kesinlikle izin vermemek için her türlü tedbiri almış durumda. 

Sürecin bu çıkmazdan kurtulması, her şeyden önce iktidar partisinin “dış ve iç güvenlik” bahanesiyle meseleden uzak durmasını gerektiriyor. Olası her türlü fırsat veya ilişki, yarım asra varan hak, eşitlik ve özgürlük mücadelesi içinde billurlaşan evrensel değerler ekseninde ele alınmalıdır.

Silahsızlanma sürecinde geri çekilme gibi tek taraflı girişimler veya sürecin olmazsa olmazı olarak ileri sürülen çeşitli hususların, iktidar tarafından “ülke güvenliği” gerekçesiyle karşılanmaması; “özveri” söylemleriyle geri çekilmesi, hareketin mücadelesini ve taleplerini değersizleştirme, içini boşaltma ve inandırıcılığını yitirme potansiyeline sahiptir.

İsrail’in bölgesel hegemonyasını artırma amaçlı girişimlerini “dış risk” olarak kodlayıp Kürtlerin, Kürt olmaktan kaynaklı temel evrensel haklarını kullanmasını engelleyen politik bir dile başvurmak, hareketin kendi varoluşsal hakikatine ters bir yönelim olacaktır.
Bu durum, yeni çözüm sürecinin müzakeresinin ve mücadelesinin otoriter yönetimin toplumsal olarak pekişmesi ve güçlenmesi anlamına gelecektir. En azından, iktidarın otoriter güç gösterisine ve toplumsal algı operasyonlarına farkında olmadan odun taşımak sonucunu doğurur.

Bu türden taktiksel adımları, gerçekle bağdaşmayan siyasal bahanelerle tanımlama çabaları; derin siyasal savrulmalara yol açabilecek gelişmelerin önünü açar. Bu savrulmalar, zamanla hareketin demokratik siyasal alandaki konumunun değişmesine neden olabilir. Türkiye’nin siyasal güç dengeleri düşünüldüğünde, böylesine bir yer değişikliği ya da siyasal savrulma, ülkenin demokratikleşme, eşitlik ve özgürlük yönündeki ciddi siyasal birikiminin barış yolculuğunda heba edilmesi anlamına gelecektir.

Kürtlerin özgürlükleri ve hakları düşünülerek başlatılan bir süreçte devletin güvenliğinin sürekli vurgulanması iyiye alamet değildir.
Bu tür söylem, ifade ve gerekçeler; “değerler partisi” olarak kendini tanımlayan ve bu konuda politik iddiası bulunan DEM Parti’yi zora sokacak bir ortaklaşmadır. Bu durum, hareketin özünü boşaltan ve yeni sürece adaptasyonunu zorlaştıran riskler içermektedir.

İktidar partisinin ve gayriresmî ortağının siyasal ajandasında, Kürt siyasal hareketinin böylesine bir güç kayması ve pozisyon değişikliğine zorlanması planları bulunduğuna hiç kuşku yoktur. Bu da sürecin, “tek adam” rejiminin ve yeni otoriter yapının sağlamlaşmasıyla sonuçlanma olasılığının yüksek olduğunu göstermektedir.

Bu süreçte, Kürt siyasal hareketinde yaşanabilecek siyasal savrulmaların yanı sıra, bunun doğal bir sonucu olarak demokratik Kürt siyasetinin muhalefet arasındaki siyasi mesafesinin daha da açılması da getirecektir. Toplumsal ve siyasal dinamiklerin durumu buna oldukça müsaittir.

Özgürlükler ve haklar temelli siyasetin yerini “otoriter devletin ve yönetimin güvenliği” siyasetinin alması, hareketin tarihsel özgünlüğünü ortadan kaldıracak gelişmelerdir. Çünkü artık bu ikisi aynı şey haline gelmiştir. Devletin kurumları büyük oranda AK Parti’nin kurumları gibi işlemektedir. Türkiye, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının başında, tıpkı ilk yüzyılın başında olduğu gibi, Kürtlerle ilişkilerini eşitlikten uzak bir biçimde yeniden tanzim etmektedir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar