Hilâl KAPLAN

İsrail'in önünde diz çökecek miyiz?
18.10.2013
2291

 Bir ülke yönetiminin bir diğer ülkenin istihbarî yönetimi aleyhinde açıktan propaganda yaptığı görülmemiştir. Bu ilk kez, 2010 yılında, MİT'in başına Hakan Fidan atandığında gerçekleşti. Binyamin Netenyahu ve Ehud Barak, Fidan'ı İrancı olmakla suçlayan sert açıklamalarda bulundular. Aslında bu özetle 'Şimdiye dek Türkiye istihbaratı MOSSAD'ın bazen güdümünde bazen yönlendirmesiyle İsrail'in çıkarlarıyla hep örtüşen işler yaptı. Ancak bundan sonra dalganın yönü değişebilir' şeklindeki bir 'ön alma' çabasıydı. İşe yaramadı.

Türkiye, Suriye politikasından anlaşılacağı üzere ne İran'ın ne de İsrail-ABD'nin güdümünde hareket etti.

Mısır darbesi boyunca Suudi Arabistan, İran, Suriye, İsrail ve ABD aynı çizgide buluşurlarken, Türkiye kendi yolunu çizmeyi tercih etti.

Çözüm sürecine üçüncü bir yabancı devleti araya sokmadan (Örneğin Oslo sürecinde İngiltere devredeydi) kendi barış istikametini çizmeyi tercih etti ve daha önceki süreçlere göre de şimdiden daha uzun mesafe kat etti, ediyor. Bu üç politikada da yöneten Başbakan Erdoğan olsa da, şekillendirici ortak isim MİT Müsteşarı Hakan Fidan'dı.

7 Şubat'ı şimdi anladınız mı?

Geçtiğimiz sene 7 Şubat tarihinde, bir savcının elindeki yarım yamalak bir suç dosyasıyla 'kelle'si alınmaya çalışılan Fidan'ın, ABD ve İsrail'in bir numaralı hedeflerinden biri olduğu geçtiğimiz günlerde daha net biçimde ortaya çıkmış oldu. 

Bir hafta içinde Washington Times, Wall Street Journal ve en son Washington Post'ta Fidan aleyhinde saldırganlık dozu gittikçe artan makaleler yayımlandı. Bundan üç yıl önce, bir MİT Müsteşarı hakkında  iki satır okumanın haber sayılacağı günlerle bugün arasındaki fark, MİT'in gelmiş olduğu noktayı ve bu noktanın uluslararası bağzı koalisyonlar açısından ne kadar rahatsız edici olduğunu gözler önüne seriyor.

Wall Street Journal'da, 'Türkiye'nin istihbarat şefi Suriye'de kendi yolunu çizdi' başlığıyla yayınlanan haber, Fidan'ın Suriye politikasındaki etkinliğini ele alıyor. Araya birkaç güzel cümle serpiştirilmiş olsa da, makale, özellikle ABD'nin Esed rejimine askerî müdahaleden geri adım atmasına mukabil, Türkiye'nin de Suriye politikasında değişime gitmesine yönelik bir baskı işareti olarak okunabilir. Fidan'ın direk hedefe oturtulmasıysa, şahıslar üzerinden operasyonel mesaj vermenin bir örneği olarak görülebilir.

Dün de, Türkiye kamuoyunca 'one minute' hadisesinde, Başbakan Erdoğan'ın ısrarla sözünü kesmeye çalışmasıyla hatırlanan David Ignatius, Washington Post'da bir makale yayımladı. Uluslararası bir gazetede çıkmamış olsa ciddiye alınması zor bir yazıydı bu. Zira 'bilgili kaynaklar'a dayandırılan bir haber, 'şöyle söyleniyor' şeklinde bir dedikodu metni söz konusuydu.

Bir tane doğrulatılabilen kaynak ismi geçmezken, yazı MİT'in İran istihbaratına, İsrail'e çalışan 10 İranlı ajanı ele verdiği iddiasını gerçek olarak sunuyordu. Ayrıca Suriye'de Esed karşıtı politikanın mimarlarından olan Fidan'ın, nasıl oluyorsa aynı zamanda Esed'in bir numaralı destekçisi olan İran'ın tarafında olduğuna inanmamızı bekliyordu.

Şayet MİT Müsteşarı Fidan, eskiden olduğu gibi MİT'i CIA-MOSSAD ve Alman istihbaratlarının cirit attığı bir kurum olarak muhafaza etseydi, uluslararası bazı odakların nüfuzuna açık olsaydı, 'işbirliği'ne yanaşsaydı bu itibarsızlaştırma kampanyalarına maruz kalmayacaktı.

7 Şubat'ın sadece bir 'iç mesele', bir hukukî hata, bir yanlış anlaşılma olduğuna inanmamızı bekleyenler, bu olağandışı karalama kampanyasının da bir tesadüf olduğuna inanmamızı mı bekliyorlar?

Çözüm sürecinin millîliği

Gezi süreci ve eşzamanlı gerçekleşen Mısır'daki darbeyle uluslarası alanda kartlar yeniden karıldı. Ignatius'un yazısının sonunda işbirliğine giden ülkelerin 'ABD, İsrail, İran, Suudi Arabistan ve Mısır' şeklinde sıralanması da bunu doğruluyor. Türkiye de, kendi geleceğini ve bağımsızlığını çöpe atması anlamına gelecek bu suç ortaklığına kayıtsız şartsız teslim olmaya davet ediliyor.

Bundan sonra ne kadar yol alacağımız, çözüm sürecini siyasî çekişmelere ne kadar kurban edeceğimize bağlıdır. Tüm dış ülkelerden münezzeh yürütülen çözüm sürecinin millîliği, bu gelişmelerin ışığında daha da berraklaşmıştır.

Başından beri süreci bulandırmak için Başbakan Erdoğan'ın Öcalan karşında diz çökeceği şayiasını yayanlar, aslında İsrail karşısında diz çökmemizi istiyor olmasınlar? Zira çözüm sürecini başarıya erdiren bir Türkiye'nin, ABD-İsrail'in güdümüne girmeyeceği aşikâr...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar