Şahin ALPAY

Çoban Sülü'ye veda
18.06.2015
2955

 Türkiye'de çok partili siyasi hayatın giderek kısalan dört evreye ayrıldığı söylenebilir. Birinci evre, tek–parti iktidarına son veren 1950 seçimlerinden başlayıp 20. yüzyılın sonuna, 2002 seçimlerine kadar uzanan askeri vesayet dönemidir.

İkinci evre, 2002'den 2011'e uzanan askeri vesayeti (fiilen) geride bırakma dönemi; üçüncü evre 2011'den 2015 seçimlerine uzanan, seçimle gelen iktidarın giderek yozlaşma, keyfileşme ve otoriterleşmesi dönemidir. Dördüncü evrenin gerek askeri gerekse sivil otoriterliğin geride bırakılmasının doğum sancılarına tanık olduğumuz 2015 seçimleriyle başladığı söylenebilir.

Dün vefat eden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Turgut Özal ile birlikte, askeri vesayet döneminin en önemli iki siyaset adamından biriydi. Otoriter Kemalizm, yani katı laiklik ve tek-kültürcülük anlayışıyla yönetimin dizginlerini elinde tutmak isteyen asker–sivil bürokrasinin “merkez”ine karşı sivil toplum güçlerinden oluşan “çevre”nin en önde gelen siyasi temsilcilerindendi. İdeolojik değil pragmatik, reformcu değil tutucu bir politikacı olarak Demirel'in temel uğraşının kimi zaman çatışarak, kimi zaman da uzlaşarak askeri siyasetin dışında tutmak, sivil siyaseti hakim kılmak olduğu söylenebilir. Bu uğraşında kimi zaman başarılı, kimi zaman da başarısız oldu.

12 Mart 1971'de başbakanlıktan istifa etmek zorunda kalmasında Demirel'in bir günahı yoktu. Tek parti rejimini hortlatacak, Türkiye'yi Batı demokrasileri ittifakından çıkaracak bir askeri darbe girişiminin yol açtığı gelişmelerin kurbanı olmuştu. 1972'de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmelerinde oynadığı rol ise hiçbir zaman affedilmeyecektir. Ülkeyi “70 sente muhtaç” kılan ithal ikamesi kalkınma stratejisinin iflas ettiğinin bilincine varıp 24 Ocak 1980 kararlarıyla dışa açık piyasa ekonomisine geçişe önayak olmasındaki sevabı, Bülent Ecevit'in büyük koalisyon önerisini reddedip erken seçimde ısrar ederek 12 Eylül 1980 askeri darbesine çanak tutmasındaki günahıyla karşılaştırılabilir.

1991'de başbakanlığa dönüşünde Diyarbakır'a gidip “Kürt realitesini tanıyoruz” diyerek barışçı çözüme kapıyı aralaması sevap hanesine yazılabilirse, 1993'ten 2000'e uzanan Cumhurbaşkanlığı sırasında derin devletin “öldürerek çözüm” politikalarına destek vererek ağır bir günah işlemiştir. 28 Şubat müdahalesinde Meclis'in açık kalmasını sağlaması da sevap hanesine yazılabilir. Cumhurbaşkanlığındaki performansı, nesnel olarak ancak Tayyip Erdoğan'ınkiyle karşılaştırılarak değerlendirilebilir. İslamköy'de doğan bir köylü çocuğunun 41 yaşında başlayan ve düşe kalka 7 defa, toplam 10 yıla yayılan başbakanlığı ve sonra 7 yıl cumhurbaşkanlığını kapsayan hikâyesi, Demirel'in şahsının olduğu kadar, eksik ve kusurlarıyla Türkiye'de demokrasinin de bir başarı hikâyesidir.

Ona veda ederken rahmetli Demirel ile ilgili bir anımı paylaşmak istiyorum. Daha ziyade karakterim, biraz da yorumcu olarak meslek ilkelerine dikkat etmem nedeniyle, her zaman siyasi, idari ve iktisadi güç sahiplerinden uzak durdum. Demirel'le tek bir kez, 2007 yılında, cumhurbaşkanlığından ayrılmasından kısa süre sonra, bir televizyon programı vesilesiyle bir araya geldim. Program öncesinde yanına gidip kendimi tanıttım: “Sayın Cumhurbaşkanı, ben Şahin Alpay. Falanca üniversitede öğretim üyesiyim, filanca gazetede de köşe yazıyorum...” dedim. Demirel, hayli alaycı bir tebessümle, “Sayın Alpay, ben bu ülkede on yıl başbakanlık, 7 yıl cumhurbaşkanlığı yaptım. Sizin kim olduğunuzu bilirim...” dedi. Efsanevi hafızasıyla beni mahcup etti.

Sevap ve günahlar, iniş çıkışlarla dolu, uzun siyasi kariyerini izleyenlerin sanırım çoğu gibi ben de Demirel'i “Çoban Sülü” olarak hatırlayacağım.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar