Ali BAYRAMOĞLU
Ağustos ayı, başka bir ifadeyle Yüksek Askerî Şûra ayı, her yıl artan oranda, sivillerin askerî alana hâkim olmasına tanıklık ediyor. | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
İki önemli gelişme olmakta. 1- Siyasi iktidar, yetkilerini titizlikle koruyarak yasanın kendisine verdiği tüm imkânları kullanıyor, idari tasarruf üzerinden askerî alanı denetliyor. Bu çerçevede genelkurmay başkanı dâhil olmak üzere, kuvvet ve ordu komutanlıklarına yapılacak atamalara doğrudan müdahale ederek komuta kademesinin şekillenmesinde belirleyici rol oynuyor. Açıktır ki bu durum, askerin “kendi içine kimseyi sokmayan, buna karşın kendi dışını denetlemeye endeksli devlet içi özerk konumunu” ağır bir şekilde yaralıyor. Son örnekte, siyaseten istenmeyen bir general, Aslan Güner, en kıdemli olmasına rağmen en kıdemsizlerin atandığı bir mevkiye, Harp Akademileri Komutanlığı’na atanıyor, onun altındaki bir general ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na tayin ediliyordu. Kıdem üzerinden oluşturulan teamül ile siyasi ve idari tasarrufu ortadan kaldıran yerleşik vesayetçi uygulamaya son verilmesi, sadece fiilî durumla ilgili olarak değil, sembolik açıdan da son derece önemlidir. 2- Siyasi iktidar, Yüksek Askerî Şûra üzerinden siyasi işlere karışmış, ordunun siyasi işlevini bayrak edinmiş askerlerin tasfiyesini gerçekleştiriyor. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da tutuklu askerlerin, rütbeleri ne olursa olsun, terfi almaması önemlidir. 2010’da atılan ilk adım, 2012 şûrasında ciddi bir tasfiyeyle sonuçlanmış olacaktır. Bu durum, sivilleşme sürecinin kritik anlarından birisini oluşturmaktadır. Hukuki hüküm öncesi idari yaptırım ve tasarruf yolu açılmaktadır. Bu gelişmeler ve personel politikası son derece önemli, buna şüphe yok… Sivilleşmek istiyorsak şu üç mesele önemli… - Asker kışlasına itilecek… - Siyasi kararla ilgili hiçbir yetkiye sahip olmayacak… - Askerî alan içi, askerî politikalar dâhil, siyaset kurumu tarafından denetlenecek… Bizde asker kışlasına itiliyor… Diğer alanlarda da önemli adımlar atılıyor. Ancak bundan sonra atılması gereken hukuki, idari ve siyasi adımlar, bugüne kadar atılmış adımlardan daha fazladır. Kimse sanmasın ki başbakanın Askerî Şûra’daki oturma düzeninde öne çıkması ve iktidarın kararlı bir şekilde atanacak askerî personelle ilgili tercihlerde bulunması tüm sorunları halleder. Nitekim Askerî İç Hizmetler Kanunu’nun 35. Maddesi’nden, bu maddenin değiştirilmesinden söz edilirken, bir başka maddesi, askere iç güvenlik alanında silah kullanma yetkisi veren maddesi akla hiç gelmeyebiliyor. 28 Şubat’ta, Genelkurmay’da verilen brifinglerde o günün Harekât Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Doğan’ın, “İslamcılar pompalı tüfekle silahlanıyor, bu bize yönelik olduğu için İç Hizmet Kanunu’nun 85/1 maddesine göre silah kullanabiliriz” mealindeki açıklamalarını en azından biz unutmadık… Gerçekten de 13 Haziran 1997’de, Genelkurmay Başkanlığı’nda basına verilen ikinci brifingde Silahlı Kuvvetler’in İç Hizmet Yasası’nın 85/1 maddesi uyarınca silaha başvurabiliriz” diyordu asker… Bu, yasal mevzuattaki karanlık noktalardan, bubi tuzaklarından sadece biri… Şüphe yok ki yeni anayasa hazırlanırsa pek çok yeni adım atılacak… Muhtemelen genelkurmay başkanının statüsü yenilenecek, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanacak; muhtemelen Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılacak ve iki farklı hukuk düzeni sona erecek; muhtemelen kuvvet komutanlarının atanmasında tüm yetki siyasi iktidara verilecek… Ancak bunlar dahi, yukarıda saydığımız üç koşulun yerine gelmesi için yeterli değildir… Örneğin, asayiş ve militerleşme meselesinde jandarmanın konumu belirleyici bir rol oynamaktadır… Örneğin, jandarmaya ilişkin pek çok husus sadece yasalarla değil, yönetmeliklerle de belirlenmiştir. Dolayısıyla sivilleşme, askerin kışlaya itilmesi ve denetlenmesi ile ilgili tüm yasaların tek tek elden geçirilmesi, konuyla ilgili tüm yönetmeliklere yeniden düzen verilmesi, en önemlisi de yönetmelik ve protokoller vasıtasıyla yasaların delinmesinin engellenmesi gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki Arjantin bile sivilleşme düzenine keskin adımlarla geçerken 20-25 yıllık bir zaman harcamıştır. Gidiş âlâ, ama yol uzun... �l/K�� HĦ başlangıcıydı. Çünkü darbeden sonra ihdas olunan Anayasa Mahkemesi ve MGK gibi kurumlarla asker, hem devlet yönetimine dâhil edilmiş hem de özerkleşmesi sağlanarak bugünkü noktaya ulaşılmıştı.
Bu süreç içerisinde her adım önemliydi; ancak Ümit Kardaş’ın dikkat çektiği gibi bunlardan iki tanesi vardı ki 1970’te çıkarılan ve aynı yılın 7 Ağustos günü Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren bu kanunlar sonraki yılları da şekillendirecek adımlar olacaktı. Bunlardan biri Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerini Düzenleyen 1324, diğeri de Milli Savunma Bakanlığı Görev ve Teşkilatı Hakkındaki 1325 sayılı kanundu. 1961 Anayasası’nın getirdiği ilginç yapılanma ile MSB’ye bağlı fakat başbakana karşı sorumlu olan Genelkurmay, 1324 Sayılı Kanunla artık tamamen başbakana bağlanıyordu, yeniden. Kanunun beşinci maddesi ise o zaman için dikkat çekse de bir şey ifade etmeyecekti belki de: “Genelkurmay Başkanına özel kanunlar ile verilen görev ve yetkiler saklıdır.” Buna paralel, MSB Kanunu ile de Savunma Bakanlığı zayıflatılıyordu. Tam da 12 Mart 1971 öncesinde Genelkurmay Başkanlığı böylece özerklik kazanmıştı. Kardaş’ın söylediği gibi “herkesle yazışabilen, istediği gibi kendi bütçesini, personel politikalarını uygulayan bir kurum hâline geliyordu Genelkurmay.” 12 Mart’tan sonra askerî güvenlik bürokrasisi bir adım daha attı. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’ni (AYİM) sisteme monte etti. Aynı zamanda MGK’daki kararlar da tavsiyeden ileri taşındı. Kararların takibi için başbakan, bir başbakan yardımcısını görevlendirebilecekti. Aynı zamanda Kurul’un gündeminin belirlenmesinde genelkurmay başkanının önerileri de dikkate alınacaktı. Kuvvet komutanları da temsil hakkı elde ediyordu Kurul’da. Bu süreci tamamlayan başka adımlar da vardı. Siyaset bilimci Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, askerî vesayetçi yapıyı farklılaştıran Silahlı Kuvvetler Personel, Askerî Ceza, 111 sayılı Askere Alma, Askerî Eğitim, AYİM, Askerî Mahkemelerin Kuruluş ve İşleyişine Dair gibi 12-13 temel kanundan bahsederek bunlarda darbe dönemlerinin hemen ardından yapılan değişikliklerle günümüze gelindiğini hatırlatıyor: “Askerler neyi ne ile düzenleyeceklerini çok iyi bilir. Onun için askerî darbe dönemlerinde yapılan kanun değişikliklerine bakmak lazım.” Atılan her adım, askerî güvenlik bürokrasisine izole bir alan daha açıyordu. Bunlardan biri de 1960 sonrası temelleri atılan, 1980 sonrası daha da hızlanan lojman sistemiydi. Bu adımın en önemli gerekçelerinden biri güvenlik olsa da başka sebepleri de vardı. Kendisi de bir asker çocuğu olan Türköne’nin tespitiyle, asker eliyle ülkeyi yönetebilmek için, askeri toplumdan ayırmak gerekiyordu. Çünkü toplumun içinde bir hayat sürülürse, doğrudan doğruya toplumun değerleri ve kültür sistemi ile entegre olmuş bir asker/subay sınıfı ortaya çıkacaktı. Bu da çok hoş karşılanmıyordu: “Platon, koruyucular sınıfının mutlaka toplumdan ayrı yaşaması gerektiğini söyler. Bütün orduların ilham kaynağı odur. Platonist bir ideadır askerlerin toplumdan yalıtılması. Kendi sosyal tesisleri, kendi lojmanları, kendi alışveriş merkezleri, kendi tatil kampları, kendi eğlenceleri, kendi gündelik hayatlarını oluşturmaları... Altın günleri yapıyor subay eşleri mesela. Komutanın eşi aynı zamanda diğer subayların eşlerinin de komutanı oluyor. Hiyerarşi oluşuyor. Dedikoduyu bile kendi aralarında üretiyorlar.” Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) da bunun en belirgin ispatı değil miydi? 27 Mayıs darbesinden sonra, 1 Mart 1961’de, ‘özel hukuk hükümlerine tabi’ bir şekilde 205 sayılı yasa ile kurulan ve bizzat kendi resmî sitesinde ‘OYAK Nedir?’ sorusu altında yer alan şu ifadeler de bir imtiyazın belgesi niteliğindedir: “OYAK, üyelerine, T.C. Anayasası’nın öngördüğü sosyal güvenlik sistemi kapsamında ve ana sosyal güvenlik kurumundan (SGK) ayrı güvenceler sağlamaktadır. OYAK bir emeklilik fonu yöneticisi olup üye birikimlerini artırma amacına yönelik olarak iştirak yatırımları da yapan bir kurumdur.” OYAK’ın, özellikle üst düzey üyelerine sağladığı imtiyazlar AK Partili Dışişleri Komisyonu Başkanı, emekli Büyükelçi Volkan Bozkır’ı bile isyan ettirdi, önceki hafta: “40 yıl karşılığı bir büyükelçi ve vali emeklilik ikramiyesi olarak 75, orgeneral ise 600 bin lira alıyor.” İşte bunların doğrultusunda, Prof. Dr. Ahmet İnsel’in tabiriyle TSK, 1950–60 arası yaşadığı göreceli mevki ve statü kaybını, 1950 sonrası ‘kendisi için çalışan bir zümre’ hâline gelerek ve bunun kurumlarını oluşturarak geliştirdi: “Hani ordu tamamen kendi içine çekilip sadece askerlik görevini yapsa idi, diyecek çok fazla bir sözümüz olmazdı. Hem kendinizi toplumdan izole ediyorsunuz hem de topluma yön vermeye çalışıyorsunuz, işte orada gerçekten birçok büyük çelişki ortaya çıkıyor.” Yrd. Doç. Dr. Çelik, Türkiye’de İttihat ve Terakki’den beri askerî bürokrasinin sistem içerisinde edindiği yeri belirleyen en önemli etkenin, Genelkurmay Başkanlığı’nın bu özerkleşme eğilimi olduğunu söylüyor. Ve Çelik, askerî bürokrasinin özerklik anlayışının nasıl bir şey olduğunu da şöyle açıklıyor: “Kendisine müdahale edilmeyen ve fakat kendisinin müdahale edebildiği bir yapılanma.” Çelik, Türköne’den farklı olarak, her şeye rağmen, askerî vesayet düzeninin, darbeler dönemini hariç tutarsak sadece askerin kendisi tarafından değil, siviller tarafından da zemininin hazırlandığını düşünüyor: “Unutmayınız ki bu ülke 1877’de çıkarılan kanunla 2002’ye kadar tam 125 yıl sıkıyönetimlerle yönetilmiştir. Sıkıyönetim, sivillerin netameli gördüğü ya da demokratik iklimde çözemeyeceğini anladığı pek çok sorunun çözümünü askere havale etme formülüdür.” Ali Bayramoğlu’nun hatırlattığı gibi “Pek çok siyaset bilimci Türkiye’yi anayasaların ve yasaların değil, yönetmeliklerin ve genelgelerin yönettiğini söyler.” Böyle olunca da sadece yasalar değil, bunun dışındaki küçük ayrıntılar da çok önem kazanıyor ve Türkiye’deki askerî vesayetin boyutları daha bir anlaşılır oluyor, herhâlde. Mesela 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile ilgili durum. Jandarma, kanuna göre Silahlı Kuvvetler’le ilgili görevleri, eğitim ve öğrenim bakımından Jandarma Genel Komutanlığı üzerinden Genelkurmay Başkanlığı’na, emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetleri yönünden de İçişleri Bakanlığı’na bağlı. Kanunun sekizinci maddesine göre ‘Jandarma birlikleri; Genelkurmay Başkanlığı’nca lüzum görülen hâllerle…’ gibi muğlâk bir ifadeyle mülki amirlerin kontrolünden çıkıp Genelkurmay’ın kontrolüne geçebiliyor. 1983 yılında çıkan kanunla, jandarma birimlerinin illerde valiliklere bağlı olduğu belirlenmiş. Ancak bunun da bir yönetmelikle düzenlenmesi gerekiyor. Ali Bayramoğlu’nun söylediği gibi bu yönetmelik 1983’ten bugüne kadar çıkarılmamış. Çıkarılmayınca da aslında jandarmanın sicil amirinin valilik veya kaymakamlık yoluyla içişleri bakanı olması gerekirken, bu yetki jandarma üstünden Genelkurmay’da kalmış. Yani Bayramoğlu’nun ifadesiyle “Bu yönetmelikler, genelgeler, protokoller yasaları aştıkları oranda Türkiye’de askere istediği derinlikte bir askerileşme sürecini tesis etmesi imkânı veriyor.” Bu askerileşme de iki kademede vuku buluyor ona göre. Birincisi askerin siyasi etkinliğini getiriyor, ikincisi de böylece askere bir ayrıcalık tanımış oluyor. Jandarmanın genel idare yerine genel komutanlığa bağlanmasını mayınlı bir alana benzeten eski ANAP Milletvekili Faik Tarımcıoğlu ise Jandarma Komutanlığı’nın 12 Eylül ile birlikte kuvvet komutanlığı mertebesine getirildiğini hatırlatıyor. Ve bu adımın amacının “Cihet-i askeriyenin rolünün tam anlamıyla pekiştirilmesi mantığına dayandığını” söylüyor. Tarımcıoğlu, bunun için, Jandarma Kanunu’nun değiştirilerek teşkilatın İçişleri Bakanlığı’na bağlanması amacıyla 1980 sonrası, 50 milletvekilinin de imzasını toplayarak bir kanun teklifi bile hazırlamış: “Kanun Meclis’e verildi. Sonra rahmetli Turgut Özal haber gönderdi bana. Onu bir müddet askıda tutmamı rica etti. Ben de onu kırmadım. Çünkü büyük problemler yaşandığını duydum. O problemler dolayısıyla ona bir zarar gelmesin diye geri çektim.” Ayrıca kanuna göre jandarma, kırsalda, polisin olmadığı mahalde iç güvenlik için kullanılıyor hâlen. Türkiye’nin çok büyük bir kısmı bilindiği gibi kırsal alan. Bunu bile başlı başına sorun gören Ümit Kardaş, bu anlayışın dünyada modernlik öncesi döneme ait olduğunu anlatıyor. 28 Şubat’a dayanak oluşturan EMASYA protokolü tepkiler üzerine 2010 yılında iptal edilmişti. Adı üzerinde, yasa veya yönetmelik bile değil, protokoldü. Ama EMASYA’nın kaldırılması ile aslında pek bir şeyin değiştiği yoktu. Zira İl İdaresi Kanunu’nun ilgili maddeleri EMASYA’yı aratmayacak şekilde varlığını koruyordu. Kanuna göre “İl genel idaresinin başı illerde vali, ilçelerde ise kaymakam olmasına ve bütün memurlar mülki amir olarak bunlara bağlı bulunmasına rağmen cumhuriyet savcısı ve yargıç sınıfına dair olanlarla beraber askerî birlikler, askerî fabrika ve müesseseler, askerlik daire ve şubeleri bu maddeden muaf” tutuluyor. Yargı mensuplarının muaf olması anlaşılır bir şey iken askerin muafiyetinin maksadı farklı yorumları da beraberinde getiriyor. Faik Tarımcıoğlu, EMASYA Protokolü’nün bu kadar kolay kaldırılmasının altında da bu İl İdaresi Kanunu’nun yattığını düşünüyor: “Zaten İl İdaresi Kanunu o yetkileri veriyor. İleride bir yorum problemi doğarsa asker o problemde çok rahatlıkla ‘İl İdaresi Kanunu bana bu yetkiyi veriyor’ deyip sivil iktidarın, valinin veya kaymakamın yetkilerini devralabilir” Askerî ayrıcalıkların önemli hususlarından biri de Sayıştay’ın denetimi ile ilgili. Sayıştay, Meclis adına bütün devlet kurumlarını denetleyebilirken iktidarın yılbaşındaki düzenlemesi ile askeriyeye henüz girme imkânı bulmuş değil. Onun için de Türk kamuoyu, gazetelerde, “Sayıştay, orduevine giremedi… Dönemin Genelkurmay Başkanı (İlker) Başbuğ’un emri ile emekli paşalar için 1. Ordu’ya ait Fenerbahçe Orduevi arazisinde lüks konut yapıldığı iddialarını araştırmaya giden Sayıştay denetçileri kapıdan döndü.” haberlerini okumaya devam edecek. Hâlbuki Türköne, ‘en zor denetlenen ve en fazla denetlenmesi gereken kurumun da rasyonel işleyebilmesi için Silahlı Kuvvetler olduğunun altını çiziyor. Ve Türköne burada, ilk anda aklımıza gelmeyen bir hususa da dikkat çekiyor; TSK’nın da polis, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü gibi bürokratik bir kurum olduğunu hatırlatıyor: “TSK’nın bürokratik niteliğini göz ardı ettiğimiz için meseleyi tamamıyla siyasileştiriyoruz. Bu da bürokratik bir egemenlik getiriyor askere. Yani Silahlı Kuvvetler’in Türkiye üzerindeki hegemonyası aslında bürokratik bir egemenliktir.” Türköne’ye göre tüm bürokratik kurumların ortak özelliği tarih boyunca kendilerine ayrıcalıklı bir alan açma peşinde olmalarıdır. Silahlı Kuvvetler’in ayrıcalığı ise kendisine bugüne kadar böylesine bir alan açmış olmasıdır: “Biz askerin denetlenmesini demokratik bir sorun olarak görüyoruz ama o aynı zamanda askerî bir sorun. Çünkü asker kendi hâlinde bıraktığınız zaman savunma ihtiyaçlarını da rasyonel zeminden uzaklaştırıyor. Mesela askerî harcamaların tamamı ölü yatırımlardır. Orada siyasi kararlar vermek gerekiyor. İşte bir rezalet olan, 1 milyar dolar civarında bir paranın harcandığı, İsrail’e yaptırılan tank modernizasyon projesi. Yaşar Büyükanıt’ın genelkurmay ikinci başkanı iken başına bela olduğu iş. Sonucu sıfır. Evet, güvenliğinizi mantıklı, ülke ihtiyaçlarıyla uyumlu hâle getirmenin tek yolu askerin denetlenmesi. Türkiye’nin savunma önceliklerinde uluslararası alanda güvenliğini sağlayan bugünkü en büyük avantajı demokrasisidir. Demokrasinin kendisi caydırıcı bir güç hâlbuki.” Ordunun Sayıştay denetiminin dışında kalması, aslında silahlı bürokrasiye tahminlerin de çok üzerinde geniş bir hareket alanı sağlıyor. Meşhur 35. maddesinde ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumak’ diye bilinen ve bu maddeden vazife çıkararak yaptığı darbeleri meşru göstermeye çalışan 211 Sayılı TSK İç Hizmet Kanunu’nda askerî kurumlara başka ayrıcalıklar da tanınıyor. 103. maddede orduevleri ve müştemilatı -ki buna askerî gazino ve kışla gazinoları da dâhildir- Kurumlar Vergisi’nden, Bina ve Gelir vergilerinden muaf tutulmuştur. 104. maddede ise “Orduevleri, askerî gazino, kışla gazinoları, askerî müzeler ve bunların yönetmelikle gösterilecek her türlü müştemilatı, sarfiyat ve muameleleri bakımından 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu ile 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine ve Sayıştay’ın vize ve denetimine tabi değildir.” En basitinden askeriye içerisindeki kantinlerde KDV ödenmiyor. Ve buradan elde edilen gelirlerin yüzde 15’i de Genelkurmay’a aktarılıyor. Türköne’nin kabaca hesaplamalarına göre 1 milyon ordu mevcudunun günlük 5 TL harcaması karşılığında ayda 150 milyon TL ciro elde ediliyor. Bunun yaklaşık 22,5 milyon lirası da Genelkurmay için aylık gelir demek. O yüzden Türköne, “Kontrol edilemeyen para kanun dışı alan yaratıyor. O yüzden bu paranın kontrolü meselesi, Sayıştay Kanunu’nda yapılacak değişiklik çok önemli idi.” diyor. Kanunlarla kendisine verilen büyük gücü her zaman askerin siyasal alana müdahalesi olarak algılamamak gerektiğini de anlatan siyaset bilimci Türköne, buna da şöyle açıklık getiriyor: “Bir iş adamı bir otel inşa edecek diyelim. Ruhsat alabilmesi için ordunun da onay vermesi gerekiyor. Asker bu inşaata ‘uçakların alçalmasına mânidir’ derse izin alamıyorsunuz. Ankara Keçiören’de belediye bir kule inşa etmiş. Kule inşaatına Güvercinlik’ten izin verilmemiş. Yani askerin imzası olmayınca, olmuyor. İmzayı almak için para istiyor senden ve bu şekilde korkunç bir rüşvet çarkı dönüyor Türkiye’de.” Bunu reddederken de mantıklı bir açıklama yapmasına gerek duymuyor askerî bürokrasi. ‘Reddedilmiştir’ demesi yeterli oluyor. Türköne, Sayıştay’ın denetiminin ne kadar önemli olduğuna işaret etmek için bir örnek daha veriyor ve 1990’ların sonunda İstanbul Boğazı’na inşa edilen radar takip kuleleri işinde de korkunç para olayları vuku bulduğunu ileri sürüyor: “Piyasada özel sektörün yürüttüğü bir iş, bir yerinden askeriyeye giriyorsa, askeriyeden izin alınması, sorulması gerekiyorsa mutlaka rüşvet alınıyordur. Bir denizci kurmay albay nasıl rüşvet aldıklarını anlatmıştı bana. Demişti ki ‘Adam geliyor, mesela rüşveti verecek. Ses kaydı olmasın diye hiç konuşmuyorlar. ‘Koy’ diyor, ‘otur’ diyor. Sayıyor tek tek. Ondan sonra gönderiyor adamı.” Sayıştay denetimine açık olmayınca yapılan yatırımların sonuçları da ortaya çıkarılamıyor hâliyle. Türköne, askerî bürokratik gücün ulaştığı noktaya bir örnek de orduevleri üzerinden veriyor ve Atatürk’ün mirası olan ve özel bir kanunu bulunan Ankara’daki Atatürk Orman Çiftliği’ndeki 5 yıldızlı otel ayarında askerî sosyal tesis Gazi Orduevi’nin kaçak olduğunu söylüyor: “Sorsanız Atatürkçülükle bu orduevinin ne alakası var diye, size bir alaka kurarlar ama doğrudan doğruya, kanuna da aykırı bir şey. Fenerbahçe Orduevi’ne yapılanların hiçbirinin bir şeyi yok. Ama hiç kimse gelip de o binaları yıkmaya cesaret edemez. Bürokratik ayrıcalık, üstünlük budur. Dolayısıyla “silah TSK’ya ayrıcalık değil, daha fazla denetim gerektiren bir hassasiyet getirmeli. Askerin bütün yetkileri, sorumlulukları doğrudan doğruya halk denetimine, yani parlamenter denetime açılmalı.” TSK İç Hizmet Kanunu başka muafiyetler de içeriyor asker personelden yana. Kanuna göre ‘subay, askerî memur ve astsubayları askerî tabip ve mütehassıslar kıta, kurum, hastane ve meskenlerinde her zaman ücretsiz olarak muayene ve tedaviye mecburdurlar.’ Bunların askerî hastanelerde tedavilerinde de hiçbir suretle ücret alınamayacağı kanunla sabitlenmiş. Hakeza 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatı ile ilgili kanun… Kanunun ‘istisnalar’ başlığı altındaki 3. maddesi aynen şöyle: “İstanbul ve Çanakkale (Özel kanun çıkarılıncaya kadar) Boğazları ile 2862 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca belirlenmiş ve belirlenecek yerlerde, Askerî Yasak Bölgeleri ve Güvenlik Bölgelerinde, TSK’ya ait harekât, eğitim ve savunma amaçlı yapılarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz. Aynı kanunun geçici ikinci maddesi de “belirtilen yapılar imar mevzuatına uygun inşa edilerek kullanma izni alınmış yapılar olarak kabul edilir.” denilerek, atıf yapılan c bendinde “2565 sayılı, Askerî Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu kapsamına giren veya Milli Savunma Bakanlığı’na tahsisli olan veya tahsissiz olarak Milli Savunma Bakanlığı’nca kullanılmakta olan arsa ve araziler üzerindeki Milli Savunma Bakanlığı’na veya TSK’ya ait yapılara” istisna sağlanıyor. Faik Tarımcıoğlu’nun ifadesiyle bu kanun, askere, yapacağı inşaatlarda kafadan izin hakkı vermiş oluyor: “Sivil mevzuat burada geçmez manası çıkar, zaman zaman bunlar çok problem olur.” Gerçek bir sivil demokratik idarede söz konusu dahi olamayacak ayrıcalıklardır bunlar. Bu alan Türköne’nin dikkat çektiği gibi geniş bir parasal manevra alanı sağlıyor askerî güvenlik bürokrasisine. Tarımcıoğlu ise askerin bu alanlara dokunulmasını istememesinin sebebi olarak vesayetçi zihniyetin devamının istenmesini gösteriyor: “Asker layüseldir, kimse denetleyemez. Taviz vermeyelim diye. Bu bir taviz olarak görülür.” Bir başka husus da Milli Eğitim Bakanlığı’yla alakalı. Bakıldığında, Milli Eğitim Bakanlığı Türkiye’deki bütün müfredat ve eğitim esaslarını belirlemekle sorumlu kılınmış. Ancak, TSK’ya bağlı ortaöğretim kurumlarının program, yönetmelik ve öğrenim denklik derecelerinin belirlenmesi konularında Milli Eğitim Bakanlığı Silahlı Kuvvetler ile işbirliğine zorunlu bırakılmış. TSK’nın işbirliğine ne kadar yanaştığı muamma. Aynı zamanda 5450 sayılı kanunla da kamu kurum ve kuruluşlarına bağlı okullar MEB’e devredilirken TSK ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı okullar bunun dışında tutulmuş. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun cumhuriyetin temel kanunlarından biri olduğunu hatırlatan Tarımcıoğlu, askerî okulların TSK’da kalması ile Tevhid-i Tedrisat’ta bir delik açıldığını söylüyor: “Orada demek bir zaruret gördü asker. Onu devam ettirdi. Burada başka bir şey oldu. İşte derin devlet denilen devletin ana damarlarını sağlayan şey talim terbiye kuruludur. Onu Milli Eğitim’e bağladı ama Talim Terbiye’ye öyle kesin iç mekanizma verildi ki milli eğitim bakanlarının dışında bir kuruluş hâline geldi orası. Ve bakanlar bile Talim Terbiye kurullarının üzerinde nüfuz edemedi, şimdiye kadar. Talim Terbiye Kurulu nasıl karar verdi ise milli eğitim politikaları öyle gitti. Oraya yapılan her atama Genelkurmay’ın, MİT’in veya MGK genel sekreterinin onayıyla, baskısıyla veya seçmesi ile oldu. Ve Talim Terbiye Kurulu’nun yazdığı her metin, her kitap bir ana düstur olarak okutuldu. Mesela cumhuriyet tarihini yazdılar. Tek mantık ve tek zihniyetle.” Bunların dışında askere imtiyaz sağlayan başka mevzuatlar da var. 2886 Devlet İhale Yasası’nda ‘İlanı sakıncalı görülen hususlar’ ve ‘pazarlık usulüyle yapılacak işler’ maddeleri de askeriyenin Sayıştay denetimine neden dâhil olması gerektiğine işaret eden maddelerden. 4458 sayılı Gümrük Kanunu da pek çok kamu kurumu ile birlikte askere de akaryakıt ve yağlardan, hammaddeye, teçhizat ve makineye kadar gümrük vergilerinden muafiyet ve istisna getiriyor. 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun ödeneklerin kullanılması ve ertesi yıla geçen yüklenme gibi maddeleri de, yapısı ve mevcudu itibariyle dev bir organizasyon olan askerî güvenlik bürokrasisine avantajlar getiriyor. Adli Sicil Kanunu’nda ‘Türk mahkemeleri tarafından verilmiş olsa bile disiplin suçlarına ve sırf askerî suçlara ilişkin mahkûmiyet hükümleri adli sicile kaydedilmez’ deniyor mesela. 3628 Sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nda ise asker kişilerin konu hakkındaki soruşturmalarının askerî savcılar tarafından yürütülmesini öngörüyor. Bu da kapalı devre bir yargı anlayışı oluşturmaya zemin hazırlıyor. 5202 Sayılı Savunma Sanayii Güvenliği Kanunu, askerî tesislerdeki savunma sanayii güvenlik denetlemesini, kanun kapsamı dışında bırakıyor. Bu tesisler, makamın talebi üzerine Genelkurmay Başkanlığı tarafından oluşturulacak bir heyet tarafından denetlenebiliyor ancak. Devlet Memurlarının Şikâyet ve Müracaatları Hakkındaki Yönetmelik, yargı mensuplarının yanında TSK’da görevli subay, astsubay, sivil memur, sözleşmeli ve yevmiyeli personele bu hakkı tanımayarak üst makamları korumuş oluyor. 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması Hakkındaki Kanun, kanunun ruhuna aykırı bir şekilde, Tarımcıoğlu’nun da dikkatimizi çektiği ve ‘asıl onlara uygulanması gerekir’ dediği kişileri bundan muaf tutuyor. Buna göre, kamu görevlilerinin uymaları gereken saydamlık, tarafsızlık, dürüstlük, hesap verebilirlik, kamu yararını gözetme gibi etik davranış ilkelerini kapsayan kanun, pek çok kamu görevlisine uygulanırken cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Bakanlar Kurulu üyeleri, yargı mensupları ve üniversitelerin yanında TSK mensuplarına uygulanmıyor. 1774 Sayılı Kimlik Bildirme Kanunu’na göre her Türk vatandaşı özel veya resmî her tür konaklama yerinde kimlik bildirmekle yükümlü iken askerî konaklama, dinlenme ve kamp tesisleri ile ordu evleri bu kanunun kapsamı dışında tutuluyor. Son zamanlarda da tartışılan 182 sayılı Hizmet ve Seyis Erleri Kanunu, teğmenden mareşale kadar her subaya barışta ve savaşta birer hizmet eri veriyor. Ve bunun verilemeyeceği durumlarda aylık 200 TL peşin ödenmesini öngörüyor ve bu borca karşılık da haczedilemiyor. Bu çalışmada askerî güvenlik bürokrasisine sağlanan sosyal güvenlik avantajları üzerinde pek durmadık. Zira konunun uzmanı Ali Tezel, asker ve benzeri kurumların avantaj bakımından çok farklı olmadığını düşünüyor. Buna rağmen SGK, askerî işyerlerini denetleyip kontrol edemiyor. Bunu askerî iş müfettişleri yapabiliyor ancak. 1402 sayılı Sıkıyönetim, 5434 sayılı Emekli Sandığı, 2860 sayılı Yardım Toplama, 697 sayılı Ulaştırma ve Haberleşme Hizmetlerinin Olağanüstü Hallerde ve Savaşta Ne Suretle Yürütüleceğine Dair Kanunlar ile TSK’yi Güçlendirme Vakfı Kanunu, askere istisnalar sağlayan kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük ve yönetmeliklerin yüzlercesinden sadece birkaçı. Dahası da var tabii. Görünen o ki yeni anayasa tek başına yeterli olmayacak. Bir mıntıka temizliği de gerektirecek. Bizdeki süreç de İspanya ve benzeri ülkelerdeki gibi zaman alabilecek. Buna hazırlıklı olmak gerekiyor. Ahmet İnsel, bu işi İspanya’da başarıya ulaştıran savunma bakanlarından Narcis Serra’nın şu tespitlerine dikkat çekiyor: “Bu sürecin gerçekleşmesini istiyorsak siyasetçilerin, siyasal partilerin güvenlik sorunları ile ordu kadar ilgilenmeleri gerekiyor.” Ali Bayramoğlu ise Türkiye’de bu alandaki ilerlemenin zorluklarını “Biz kötü adamlarla iyi iş yapmaya çalışıyoruz. Tasfiye etmek istediğin adama kendisinin tasfiyesini yaptırmaya çalışıyorsun. Bunun içinde asker var, yargı var, üniversiteler var. Dolayısıyla inanılmaz kavgalar, çatışmalar var.” diye anlatıyor. Her şeye rağmen Yrd. Doç. Dr. Seydi Çelik gibi düşünenler de var: “Ama şu da unutulmamalıdır ki, ne yaparsanız yapın, hangi önlemi alırsanız alın, darbelerin önüne mutlak bir şekilde geçtiğinizden hiçbir zaman emin olamazsınız. Ancak ihtimalleri en aza indirebilirsiniz. Silah tekelini elinde tutan muazzam bir kurumdan bahsediyoruz bu ülkede.” Kaynak:Aksiyon Dergisi |
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- CHP nasıl iktidar olur?
19.06.2025 - Toplumda esen rüzgarlar
8.06.2025 - Bir korkudan diğerine Türkiye…
5.06.2025 - Çözüm toplumda neden kabul görüyor?
2.06.2025 - Siyasi denge nereye doğru?
29.05.2025 - Lozan meselesi, siyaset ve gelecek…
18.05.2025 - Barış ve yerleşik korkular…
15.05.2025 - Barış süreci şimdi başlıyor…
10.05.2025 - Dünyanın hali
8.05.2025 - Barış sürecine en çok kimler karşı?
4.05.2025
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
Şero Batmani
Hem münafıklık yapıp hem de bunun için Allahtan yardım dilemek nasıl bir duygudur acaba? Demek Sayın Ahmet Türke saldıran yaratık, size göre hassas vatandaş öyle mi?