Halil BERKTAY
[8 Nisan 2016] “Olmayan” savaşın “barış” bildirisi’nin (Serbestiyet, 1 Nisan) devamını, güya hemen ertesi gün, daha olmadı en çok iki gün içinde getirecektim. Olmadı; üzerinden bütün bir hafta geçti. Araya bir yurt dışı faslı girdi. Otobüslerde, uçaklarda, hava alanlarında yazmayı denedimse de, beceremedim bu sefer. Açıkçası, işten kaçtım; kendimi birikmiş kitap ve dergileri okumaya, kasıtlı olarak Türkiye’ye uzak konular arasında dolaşmaya verdim.
Neyse ki konu eskiyecek gibi değil; daha doğrusu, eskimeyecek boyutları söz konusu. 1128’ler metni için kullanılan “barış bildirisi” nitelemesi, daha doğrusu apolojisini eleştirmenin ilk ayağında şunu bir kere daha göstermeye çalışmıştım: Burada düpedüz, savaş çizgisi ve askerî eylemlerinden zerrece söz edilmeyen PKK’nın irade dayatmasına hükümetin toptan boyun eğmesi, silâhlı ilçe işgallerini sona erdirmeye kalkmaması ve bu kentlerin halkını -- “Kürt siyasî iradesinin talepleri”nin temel alınması adı altında -- KCK iktidarına terketmesi istenmekte. Dolayısıyla “barış” sözcüğü “Barış İçin Akademisyenler”in ayıbının üzerine örtülmek istenen yapmacık bir incir yaprağı ve “barış çağrısı yaptık-yapıldı-yaptılar” denmesi de insana ister istemez 20. yüzyıl tarihindeki başka “barış” sahtekârlıklarını hatırlatıyor. 1930’lara dönün: Hitler hep “barış” istediğini ilân etmiyor, “barış” sözü vermiyor muydu 1933-39 arasındaki her yeni saldırganlık adımında?“Ruhr bölgesini yeniden askerîleştiriyorum; bunu kabul edin, başka bir şey istemiyeceğim ve barış gelecek. Avusturya’yı “birleşme” (Anschluss) adı altında ilhak ediyorum; bunu kabul edin, başka bir şey istemiyeceğim ve barış gelecek. Çekoslovakya’nın sadece Almanların çoğunlukta olduğu Südetler bölgesi Üçüncü Reich’a ait olmalı; bunu kabul edin, başka bir şey istemiyeceğim ve barış gelecek. Şimdi en son, gene büyük bir Alman nüfusunu barındıran ‘Polonya koridoru’ veya ‘Danzig koridoru’nu bana verin; başka bir şey istemiyeceğim ve barış gelecek.” Böyle bir “barış” demagojisiyle ve karşısında, kâh İngiltere ve Fransa’nın, kâh son anda Sovyetlerin (Molotov-Ribbentrop Paktı’nda somutlanan) körlüğü, kısa vâdeli çıkarcılığı ve yatıştırmacılığıyla varılmadı mı, 1 Eylül 1939’a?
Evet, biliyorum, çok aşırı bir karşılaştırma; kimsenin kolay kolay aklına gelmez, Nazi yayılmacılığı ile PKK’nın şiddete dayalı alan hâkimiyeti arayışı ve bölgesel hegemonya inadını (konumuz açısından, bilhassa her ikisini savunmak için geliştirilen söylemleri) yanyana koymak. Bir kere, muazzam bir ölçek farkı söz konusu. Bir tarafta, altı yıllık İkinci Dünya Savaşı; neredeyse bütün Avrupa’nın işgali; (Holokost dahil) 70 milyon ölü; toplama ve ölüm kampları; Gestapo’lu, SS’li işgal rejimleri. Diğer tarafta, Türkiye’nin güneydoğusunda 10-15 kadar ilçe merkezi; delik deşik duvarlar, yaşanmaz hale gelmiş mahalleler, yerini yurdunu terkedip kaçan “alt tarafı” (!) birkaç yüz bin Kürt; ister son otuz yılın tamamına, ister PKK’nın haksızlığının artık alabildiğine netleştiği 2015-16’nın şu son dokuz ayına, Temmuz-Nisan arasına bakın, her iki taraftan “alt tarafı” (!) onbinlerle sayılan ölümler. İkincisi, en azından ilk bakışta sanıklar, sorumlular arasında büyük bir ideolojik tezat var (gibi). Bir yanda, tarihin en menfur canavarları saydığımız, adı üstünde Faşizm ve Nazizm; diğer yanda, çok ayrı ve farklı düşündüğümüz (düşünegeldiğimiz ve düşünmeye de devam etmek istediğimiz) bir sol gelenek. Kimimize göre ikincisi, kötünün karşısında iyi, hattâ en iyi ve değişmesi mümkün olmayan, ezelî ve ebedî bir iyi. Kimimize göre, Stalinizm somutluğunda dahi Hitlerciliğe kıyasla ehveni şer. Öyleyse nasıl olur da ak ile kara bu kadar fütursuzca aynı sepete konabilir?
Gerçi Kurtuluş Tayiz çok önemli bazı yazılar yazdı geçmişte, YDG-H milislerinin zorba ve mütehakkim davranış biçimlerini Mussolini’nin Kara Gömleklileri ile karşılaştıran (bkzAkşam ve Serbestiyet, 28 Ağustos 2015). Ama doğru; ne Zizek’in, ne Chomsky’nin, ne Steven Cook’un, ne de İhsan Bilgin’in bütün bunları tasavvur edemiyeceği ve içlerine sindiremiyeceği, neredeyse izahtan vareste. “Doğu Doğudur, Batı da Batı ve ikisi asla bir araya gelemez” (OH, East is East, and West is West, and never the twain shall meet) diyen Kipling gibi, onların da daha eski jeolojik çağlarda oluşmuş kafalarında değişmez doğrular var: Sağ sağdır, sol da sol; her durumda devlet en büyük terör odağıdır; buna karşılık Kürtler ezilen bir millettir; öyleyse onları temsil eden örgütün de meşru talepler için haklı bir savaş veriyor olması gerekir; bu koşullarda bizim görevimiz ise, ne olursa olsun bu mücadeleye arka çıkmak, lâf söyletmemektir (yalancı veya zalim aydın diye bir şey olamayacağı ek varsayımını da sonuna kadar kullanarak). Dolayısıyla onların otomatikman sarıldığı, kolay ele gelen ama alabildiğince yüzeysel ve yanıltıcı benzetme, Nazizm ile PKK’nın “barış” demagojilerinin değil, Hitler ile “diktatör” Erdoğan’ın veya Nazizm ile AK Parti’nin karşılaştırılması oluyor.
Kuşkusuz bunda, teorisist ve apriorist düşünce alışkanlıklarının payı çok büyük; hele Slavoj Zizek (ve İhsan Bilgin), materyalistliğin gereği olan olgulara bakmak, gerçeği olgularda aramak tavrı yerine Marksizmin en kötü Hegelci-metafizik yanlarına yapışıp aforizmatik teori kesme alışkanlığının yaşayan idealist örnekleri gibi. Oysa biraz etraflarına bakıp hoşlanmadıkları şeyleri okuma zahmetine katlansalar, Abdullah Kıran ve Vahap Coşkun gibi bağımsız Kürt aydınlarına zaman ayırsalar örneğin, Armin Şahin’in bölgenin içinden geçtiği özel haberleri inceleseler, ya da (olanca köklü sol alışkanlıklarıyla birlikte) Tarık Ziya Ekinci’nin neden PKK’ya derhal ve tek yanlı ateşkes ilânı çağrısında bulunduğunu düşünseler (o uzun röportajın satır araları üzerine azıcık kafa yorsalar), katı iman tekrarlarının orasında burasında belki bazı küçük gedikler açılabilir.
Gene de geriye çok büyük bir diğer sorun kalır: 1128’lerin sahte “barış” çağrıcılığının, solun barışa geçmişte de hep çifte standartlı bir şekilde yaklaşmış; barışı araçsallaştırmış olması arasındaki ilişki.
Bu da bizi maalesef çok tehlikeli bir yere; Marksizmin ve özellikle 20. yüzyıla özgü Leninist varyantlarının, demokrasi konusunda olduğu gibi barış konusunda da, Faşizmden o kadar farklı olup olmadığını sorgulamaya götürebilir.
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTBİRİNCİ PARTİ KARASIZLAR... 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTotalitarizmin meşrulaştırılması Müslümanların adalet tasavvurunu zedeledi 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanErdoğan siyaseten hata mı yaptı? 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞHUKUKTAN UZAKLAŞAN NEYE TUTULUR? 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan, DEM Parti, dağda kart kurttan Kürde 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMuhsin Batur’un utanıp anlatamadığından gururlananlar... 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALAnton Çehov’un silahı gibi… 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATOPLUMSAL BARIŞIN HUKUKSAL TEMELLERİ; DEMOKRATİK TOPLUMUN İNŞASI... 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBu kadar şirket kanunsuz iş yaparken ‘devlet’ neredeydi? 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTCMB'den gelen itiraf 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKendi yaptığınla muhalefeti suçlama yeteneği 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRVerilerle toplumsal sıkışma: Kredi limiti artık yaşamı belirliyor, halk borçlanarak hayatta kalıyor 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024