Halil BERKTAY
[29 Şubat 2020] Bu yazıyı dün, yani 28 Şubat 1997’nin 23. yıldönümünde yazacaktım. Araya 33 şehit girdi. 33 kurşun. Mustafa Muğlalı ve Ahmet Arif. 33 şehit. İdlib, Balyun yöresi. Geçmişe dalıp gidiyorum.
Onyıllar boyu tanıdığımız çok yaygın bir aydın tipi vardı. Bazen Atatürkçü, bazen sosyalist, bazen her ikisi. “Gerici” dediği dindar-muhafazakârların, siyaset sahnesinden dışlanmaları gerektiğinin ötesinde, dışlanabileceklerine inanıyordu. Kamusal alana çıkmamalı, meydanlarda gezinmemeli, görüntü kirlenmesi yaratmamalıydılar. Toplumun marjında tutulmaları Kemalist Devrimin kazanımlarını savunmanın bir icabıydı ve ilelebet mümkündü. Şiddet, inanılmaz bir rahatlık ve doğallıkla giriyordu başvurulacak yöntemlerin içine. “Sallandıracaksın birkaç tanesini, görsünler günlerini.” 31 Mart, Şeyh Sait, Menemen Vakası hep böyle tedip edilmemiş miydi? Tek şart yorulmamak ve bezmemekti; inkılâpçı irade ve enerjinin pörsümemesiydi. Merkez-sağ partilerin inanç özgürlüğü adına “irtica”ya verdiği her tâviz, Beyaz Türkleri kâh korkutuyor, kâh çıldırtıyor; ruhlarına sinmiş Takrir-i Sükûn ve İstiklâl Mahkemeleri özlemini yeni baştan tetikliyordu.
Tanıdığımız dedim; yanlış ve eksik aslında. Dışımda değil içimdeydi. Çünkü ben de bu laik-solculardandım. Öyle bir ailede büyümüştüm. Çocukluk ve ergenliğimde militan bir ateisttim. Din bilim-dışı, karanlık ve yabancıydı. Gençliğimde, Marksist devrim teorisine inanıyordum. Okumuş, üzerinde fazla düşünmeksizin doğru saymış ve içselleştirmiştim. İkisi, yani dinsizlik ve devrimcilik birleştiğinde, herhalde İslâmiyet korkusu bende de vardı. Daha doğrusu, olması gerekirdi. Ne ki, birincisi, ordu, sıkıyönetim ve askerî darbeler çok daha ön plandaydı. İkincisi, dinin sürekli bastırılıp yok sayılabileceği gibi bir fikir taşımıyordum. İmkânsızlığını görüyordum diyemem. Belki sadece kafa yormamıştım. Üzerinde durmuyordum.
Zamanla biraz büyüdüm mü nedir? 1980’lerin ikinci yarısında önce Maoculuğun ultralığından koptum. İkinci adımda, Lenin’in dogmatizmi çok gözüme battı. Üçüncü adımda, doğrudan doğruya Marx’ı ve Marksizmi sorgulamaya başladım. Düşünce yapım kitabî olmaktan çıktı; yaşanmışlıklardan beslenir oldu. 12 Mart ve 12 Eylül, devrimci diktatörlük dahil her türlü otoritarizme karşı artık etimde ve kemiğimde hissettiğim, kişiselleşmiş bir tepki ve nefret duymama yol açtı. Özgürlük arayışım eşitlik arayışıma üstün geldi. Bütün “izm”lere mesafeli, hiçbir özel dâvâ peşinde koşmayan, kendime göre bir ahlâk peydahladım.
Madalyonun diğer yüzünde, toplumun karmaşıklığı ve uçsuz bucaksızlığını kendi içinde hisseden bir tarihçiliğe doğru yol aldım (alıyorum). Bir yönüyle, şiddete dayalı toplum mühendisliği girişimlerinin, başarılarıyla birlikte daha çok maliyetlerini algılayan; altta kalanların, hattâ sessizlerin de sesini duymaya çabalayan; çizgisel değil çok-perspektifli anlatımlar arayışına girdim. Diğer yönüyle, bir yere kadar sadece “sınıf”ları görüyordum. Bu da indirgemeci ve çatışmacı bir sosyoloji demekti. Şimdi ise, sınıflar gene var ama daha yumuşak. Her an çatışma içinde değil. Uzlaşabiliyor ve çoğu zaman uzlaşıyorlar da. Çünkü üzerlerine kültür ve kültürel yapıştırıcılıklar da biniyor. İtikadım gene yok ve muhtemelen ömrümün sonuna kadar da olmayacak. Bu benim kişisel tercihim. Ama şu açık: din her çağda, her yerde, insanların hayatında çok önemli bir yer tutuyor. Bu ülkenin büyük çoğunluğu da Müslüman. Onların dünyasını neredeyse elli yıl tanımamışlığım büyük bir kayıp. Ben öyle yaşamayabilirim, onlar da benim gibi yaşamayabilir. Ama birlikte çok şey yapabilir, daha iyi bir ülke kurabiliriz. Demokrasi sırf soğuk ve mesafeli bir cemaatleşmenin değil, yapıcı işbirliklerinin olabilirlik matrisini oluşturmalı. Bu yüzden, artık sırf kendime değil, herkese demokratım. Öyle olmaya çalışıyorum.
Bu duyarlılığa galiba 1980’lerin ikinci yarısında ulaştım. 12 Eylül rejiminden çıkış süreciydi. Sosyalist solun hemen bütün fraksiyonlarının, hem birleşmek isteyen yenilikçileri vardı. Hem de mevcut mevkilerini korumaları bölünmüşlüğün sürmesine bağlı olan, bu yüzden alabildiğine tutucu ve sekter tekke şefleri vardı. Eski TKP ve TİP’lilerin insiyatifiyle, nominal eş-başkanlıklarını Aziz Nesin ve Sadun Aren’in yaptığı bir Demokrasi Kurultayı düzenlendi. TCK’nın yalnız 141. ve 142. maddelerinin değil, 163. maddesinin de kaldırılması üzerinde görüş birliği oluşturdu. Taze bir adımdı. Katıldım, konuştum, destekledim. Daha o dönemde, başörtüsü yasağına karşı çıktım. Herkes istediği gibi giyinir ve inancının icapları da buna dahildir dedim. Tutun ki üniversitelerimize geleneksel sari’leriyle Hintli kadınlar ya da kocaman kavukları ve sakallarıyla Sihler kaydolmuş. Çıkarttıracak mısınız hepsini? Ya da, onları kendi kültürleridir diye doğal kabul edecekseniz, Türkiye’nin Müslüman kadınlarının kültürüne niçin karışıyorsunuz?
1990-91’de gecikmeli doktoramı nihayet bitirip ODTÜ Tarih Bölümü’ne girdim. Kötü yıllardı. Düzen, İslâmın özgürleşme çabasına karşı, asker destekli ve giderek küçülen koalisyonlarla direniyordu. ODTÜ’de de bilinen kısıtlamalar söz konusuydu. Daha ilk bölüm toplantısında, yukarıdaki argümanları da tekrarlayarak hayır, ben bunu uygulamam, başörtülü avına çıkmam, kıyafet polisliği yapmam, öğrencimi dışlamam, ihbar etmem dedim. Her şeyden geçtim; neden sakalını belki bu nedenle uzatan delikanlılara dokunmuyoruz da inançlarının bedelini sadece genç kadınlara ödetiyoruz, bu nasıl bir cinsiyet ayırımcılığı diye de ekledim. Bölüm yasağı orada çöktü. Daha sonra Boğaziçi’ne geçtim. Orada herkes özgürlükçüydü zaten. 28 Şubat olduğunda bir yıllığına Harvard’daydım; araştırma iznimi (sabbatical’ımı) kullanıyordum. Uzaktan olan biteni çok iyi algıladığımı söyleyemem. Sincan’da yürütülen tankları; nasıl bir yeni istibdat düzeni kurulduğunu; tabii bir kere daha erkeklerin değil “teşhis edilebilirlik”leri nedeniyle hemen sırf kadınların maruz bırakıldığı baskıları; Kemal Gürüz başkanlığındaki YÖK, Üniversitelerarası Kurul ve hele İstanbul Üniversitesi (Alemdaroğlu ve ekibi) zulmünü; faşizan İkna Odaları rezaletini; yarım kalan öğrencilikleri, yıkılan umutları ve sakatlanan hayatları… çok sonra öğrendim. Keşke bütün laik-sol kesim de biraz olsun öğrenmeye ve anlamaya çalışsaydı. Bir ara aklımdan geçti, bir dizi dindar kadınla, başlarından geçenler hakkında nehir-röportajlar yapayım diye. Vakit bulamadım.
Döndüm ve bir süre sonra 2002 seçimlerini yaşadık. AK Parti kazandı… ve ânında devirmecilik de şahlanıverdi. Kimler neler dedi, hatırlıyorlar mı acaba? “Gene de gitmezlerse artık başka yöntemlere başvuracağız.” O dönemde konuştuğum, tartıştığım herkese kabaca şunları söyledim: Bırakın, benim çok inandığım ama galiba sizin inanmadığınız demokrasi ve özgürlük ilkelerini. Sırf politik, pragmatik açıdan konuşalım. 50 milyon Müslümanı yok etmeniz veya tekrar yok saymanız mümkün mü? Gerisin geri susturmanız, yasaklamanız, baskı altına almanız mümkün mü? Bitti bu fasıl. Yaklaşık 80 yıl denediniz ve olmadı işte. İsterseniz “onlar” diyelim. Onlar çoğunluk; siz ise küçük ve kibirli bir azınlıksınız. Atsanız atamazsınız, satsanız satamazsınız. Cin şişeden çıktı bir kere. Habire yasaklamaya, parti kapattırmaya kalkışıp tekrar ve tekrar hüsrana mı uğrayacaksınız? Ne kadar zor gelirse gelsin. Sizin açınızdan ne kadar “geri adım” gerektirirse gerektirsin. Kutuplaşmak yerine barış içinde bir arada yaşamaktan başka şansınız var mı? Hiçbir şey düşünmüyorsunuz; bari bunu düşünün.
Olmadı maalesef. Türkiye’nin laik orta sınıfları da, CHP de, HDP de bir türlü bilemedi, 2002-2010 arasındaki haliyle AK Parti’nin kıymetini. Ve bu kör muhalefet, tabii hiçbir zaman ölçemeyeceğiz ama aslında çok pahalıya patladı Türkiye toplumuna, çünkü iktidarın tehdit algılayıp defansifleştikçe otoriterleşmesine ciddî katkıda bulundu. Fakat ne ironiktir ki, son tahlilde dindar-muhafazakâr kesimin içinden çıkan bugünkü hükümet de yoksun, tarihten ders çıkarmış bir çoğulcu empati duygusundan. Bir zamanlar kendi mağduriyetlerinin farkındaydılar. Geldikleri noktada (ve hem Kemalistlerle, hem MHP ile ittifak içinde), artık hiç farkında değiller, bir başka büyük kesimin -- Kürtlerin mağduriyetinin. Dolayısıyla onlara da şöyle seslenmek mümkün (ve bunu fazlasıyla hak ediyorlar doğrusu):
Bırakın, benim çok inandığım ama galiba sizin inanmadığınız demokrasi ve özgürlük ilkelerini. Sırf politik, pragmatik açıdan konuşalım. Kürtleri yok etmeniz veya tekrar yok saymanız mümkün mü? Gerisin geri susturmanız, yasaklamanız, baskı altına almanız mümkün mü? Bitti bu fasıl. Yaklaşık 80 yıl denendi ve olmadı işte. Çoğunluk değilse de, belki 15 milyonluk bir kitle. Atsanız atamazsınız, satsanız satamazsınız. Cin şişeden çıktı bir kere. Habire daha fazla şiddet uygulamaya kalkışıp tekrar ve tekrar hüsrana mı uğrayacaksınız? Hele bugünkü uluslararası durumda, Kürt sorununun iyice uluslararasılaşması, Türkiye’nin ise giderek yalnızlaşması koşullarında, daha ne yapabilirsiniz ki? Ne kadar zor gelirse gelsin. Sizin açınızdan ne kadar “geri adım” gerektirirse gerektirsin. Kutuplaşmak yerine barışçı çözüm bulmak ve sonra barış içinde bir arada yaşamaktan başka şansınız var mı? Hiçbir şey düşünmüyorsunuz; bari bunu düşünün.
Ya da boşverin. Olmaz bir şey deyip avutun kendinizi. “Eski ezber”leri reddetmek adına, bildiğinizi okuyun. Kürt milliyetçiliğini teröre indirgeyip illâ PKK terörünü ezeceğim derken, Türkiye’yi (ve Türk milliyetçiliğini) kâh Rusya’ya, kâh Amerika’ya (ki yakında o da gelir) ezdirmeye devam edin.
Yazarlar
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024