Halil BERKTAY

Hegemonya ve “psikolojik savaş”
26.03.2011
2866

Harvard’dan, ünlü Shakespeare uzmanı Stephen Greenblatt, Macbeth’in iktidar hırsını sorgulamıştı birkaç yıl önce. “Etik bakımdan yetersiz” bir amaç değil miydi bu ? Şiddete (cinayete) başvurmayı kaldırması mümkün değildi (“Shakespeare and the Uses of Power”, New York Review of Books, 12 Nisan 2007).

Benzer bir şekilde, PKK’nın da, hele ayrılık hedefinden vazgeçtikten (en azından, böyle dedikten) sonra, eskisinden çok daha ciddi bir iç tutarlılık sorunuyla yüz yüze bulunduğunu düşünüyorum. Zira Türkiyeci olmak, Türkiye içinde demokratik hak ve reformları esas almak, asla silâhlı mücadeleyi kaldırma ve taşımaya “politik bakımdan yeterli” bir amaç olamaz.

Bu çelişki, PKK ve taraftarlarının, bütün yan örgütleri ve etki alanının iyice yakasına yapışmış bulunuyor. Osman Baydemir gibi “silâhlı mücadele miadını doldurdu” diyenler de bunu görüyor sanırım.

Kuşkusuz bundan çıkış yolu, Türkiyeciliği terkedip bir kere daha ayrılıkçılığa dönmek değil, artık şiddeti esastan terk etmek olabilir. Ne ki, Öcalan’ın Baydemir’i azarlamasının da gösterdiği gibi, Kandil’i ve İmralı’sıyla PKK bir türlü vazgeçemiyor şiddet paradigmasından. Bunda, (genel af ve yurda dönüş gibi) zorunlu barış garantilerini (henüz) alamayışlarının da büyük payı var, kuşkusuz. Ama galiba, “nihaî hedef”in yerine bu sefer “hareketin bekası”nın geçmesi daha ağır basıyor. Eduard Bernstein, “benim için nihaî hedef hiçbir şey, hareket ise herşeydir” demişti. Bununla, ya hep ya hiç (veya, tek yol devrim) kabilinden bir ütopyayı değil, pratikte bir somut kazanımdan diğerine geçen bir mücadele devamlılığını kastediyordu (Evrimci Sosyalizm, orijinali 1899). Gelgelelim, “anti-revizyonist”lerce Bernstein, örgütün başına bir şey gelmemesini her şeyin üstünde tutmak (ve dolayısıyla devrim ve karışıklık korkusuna teslim olmak) ile suçlandı.

Bu eleştiri Bernstein açısından haksızsa da, sanki bugün PKK söz konusu olduğunda daha bir yerini buluyor. PKK için, reformdan reforma ilerleyen bir mücadele anlamında değil; barış ihtimali (veya tehlikesi) karşısında örgütün kendi kendini koruması ve sürdürmesi anlamında “hareket” galiba her şey haline geldi. Esasen “tasfiye korkusu” denen şey de tam bunu yansıtıyor.

Son zamanlarda PKK’nın aldığı tavırlara, attığı adımlara bir bütün olarak bakalım. Hemen hepsi, kendi alanı diye baktığı Kürt bölgelerinde tek olmak veya kalmak etrafında dönüyor. Öcalan bu yüzden, kör kör parmağım gözüne, bütün diğer Kürt aydınlarını, PKK’nın yerel iktidar organı olmaya hazırladığı DTK’ya katılmaya çağırıyor. Keza, (BDP’nin değil ama) DTK’nın “demokratik özerklik” projesi, birçok gözlemcinin farkettiği üzere, Kürt bölgelerini kim(ler)in temsil edeceğini mutlak surette kontrol altına almak gibi, pek de demokratik sayılamayacak (faraza Oya Baydar’ın düpedüz despotik diye nitelediği) bir amaca yöneliyor.

Acaba bu tür hamleler doğrudan doğruya barışa mı karşı yok artık, bu kadarı da olmaz dedirtip, PKK’nın ara zemini elimine ederek

yerel hegemonyasını sürdürmesine en elverişli durum olan savaş halini geri getirtmek için mi yapılıyor ? Öyle bir boyutu da var, herhalde. Ama bana öyle geliyor ki daha önemlisi, (bu yaklaşımla nasıl geleceği belli olmasa da, ez kaza gelirse) barış sonrasında güneydoğuda rakipsiz, tekelci bir konuma yerleşmek. Bunun bir anlamı, Kürt bölgelerinin fiilen ayrılmış gibi olması. PKK’nın, örgütsel varlığının garantisi olarak (bayrağı ve “öz savunma”sıyla) aradığı hegemonya düzeyi, ayrılık hedefini telaffuz etmeksizin bir ayrılık hali yaratmaya varıyor.

Bu yazı dizisinin 1-29 Ocak arasını “Bizim ‘ilkel’lerimiz” temasına hasrederken, Türk ırkçı milliyetçiliğinin onyıllar boyu süren baskı ve ayrımcılık politikalarının, en başta da savaş hali ve yöntemlerinin, sömürgelik olmayan bir sömürgelik hali ve atmosferi yarattığına dikkat çekmiştim. Tarihî ironi ! Şimdi bunun karşısına ayrılma olmayan bir ayrılık hali dikiliyor.

Dikilmek isteniyor. Bakalım, göreceğiz. Bugünlük son bir not. Geçen haftaki “PKK ve Taraf” yazım (19 Mart) hem PKK çevrelerini, hem de Taraf nefreti kuşağını çok kızdırmış anlaşılan. İnternette bazı “tahlil”ler dolaşıyor. Bunlarda, Taraf’ın ne kadar “ince” taktikler güttüğü uzun uzadıya anlatılıyor.

Topluca, zekâ özürlü, yavan ve yapmacık buluyorum. Bir tek ilginç nokta gözüme çarptı. Israrla “psikolojik savaş”tan söz ediyorlar. Yani şimdi ben de bu “operasyonel misyon” ve/ya “psikolojik savaş”ın parçası olmuş oluyorum. Burada çarpıcı olan, söylemin, terminolojinin militarizasyonu. Ortada, olağan bir ideolojik ve siyasî mücadele var. Evet, ben ve başka bir yığın insan, PKK’yı beğenmiyor(uz). Barışçı ve demokratik bir Kürt hareketi daha iyi, daha başarılı olur kanısında(yız).

O kadar askerîler, askerîleşmişler ki, bunu “psikolojik savaş” olarak anlıyor veya anlamayı yeğliyorlar. Başka şey bilmiyor, bilmezlikten geliyorlar. Bu da, eleştirmenleri değil, sadece kendileri hakkında bir şeyler söylüyor.

Aynen, Murat Belge’nin Veysi Sarısözen’in köpürmesine yol açan iki yazısında olduğu gibi, hani mesela gelecekte devlet olsalar, o devletin nasıl bir iç siyasal hayatının olacağı hakkında çok şeyi şimdiden açığa vuruyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar