Münir AKTOLGA
EVET, “TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ” NEDİR, VAR MIDIR BÖYLE BİRŞEY?
Bu konuda gerçekten çok yazdım. Örneğin, Pozitivizm ve toplum mühendisliği üzerine olan şu iki çalışmaya bakın http://www.aktolga.de/a37.pdf , http://www.aktolga.de/a38.pdf .... Bunların ikisi de çok önemli... Bu nedenle, burada mümkün olduğu kadar aynı şeyleri tekrara kalkmadan olayın bir başka boyutunun altını çizmekle yetineceğim.
Ancak, biz önce gene bir sistem olarak topluma dönelim ve “toplumun bilgi temeli” deyince bundan ne anladığımızı açıklamaya çalışalım...
Evet, toplumsal bir sistem (bir A-B sistemi) söz konusu olduğu zaman, son tahlilde, bir informasyon işleme sistemi olarak bu toplumun benliğini-kimliğini-ürettiği bilgi temeli-yani onun toplumsal düzeydeki DNA’ları-nedir? Bir toplum, dışardan-çevreden gelen etkileri neye göre-hangi bilgilere göre-değerlendirerek gerekli reaksiyonları oluşturmaktadır?
Toplumsal DNA’lara biz “kültür” deriz!...
Çok basit! Kültür, ya da, daha başka bir deyişle, “yaşam bilgileri” demiyor muyuz biz bunlara!. Toplumsal bir sistemin elementlerini oluşturan insanların ne yeyip içeceklerinden, kılık kıyafetlerine, dinledikleri müzikten, insan ilişkilerindeki davranışlarına kadar, hayatı nasıl yaşayacaklarına dair bütün bilgilerin hepsine birden biz yaşam bilgileri anlamında kültür diyoruz. Ve insanlar bu bilgileri, doğdukları andan itibaren, bilinç dışı bir şekilde, en yakın çevrelerinden başlayarak içinde yaşadıkları toplumdan alırlar. Şöyle doğduğunuz andan itibaren en yakın çevrenizden, annenizden, babanızdan hiç farkında olmadan öğrendiğiniz yaşam bilgilerini bir düşünün... Kendinizi müslüman, ya da Budist olarak mı görüyorsunuz..Günah diye domuz etini yemiyormusunuz, ya da, inek sizin için kutsal olduğundan eti yenmez mi.. Çatal bıçak kullanarak mı yiyorsunuz yemekleri, yoksa elinizle mi..Bir sandalyeye oturarak masada mı yiyorsunuz, yoksa bağdaş kurarak yerde mi.. Yemek yerken dışı kalaylanmış bakır kaplar mı kullanıyorsunuz, yoksa porselen tabaklarda mı yiyorsunuz. Buna benzer şeyleri şöyle bir düşünün.. Örneğin, oturduğunuz evin nasıl bir ev olduğunu, evde kullandığınız möbleyi, evinizi nasıl dayayıp döşediğinizi, odun sobasıyla mı ısındığınızı, yoksa ısınma işini kalöriferle mi yaptığınızı, dinlediğiniz müziği, üzerinize giydiğiniz elbiseleri düşünün...Bütün bunların hepsi, hiç farkında olmadan öğrenerek sahip olduğunuz yaşam bilgilerini oluştururlar..Daha sayısız örnekler verebiliriz bunlara..Örneğin, neden elbiseleriniz şu an üzerinizde olduğu gibidir de başka türlü değildir, yani neden Arap ülkelerinde olduğu gibi giyinmiyorsunuz da şu an giyindiğiniz gibi giyiniyorsunuz! Neden bazı kadınlar başörtüsü takıyorlar da bazıları takmıyorlar.. Ya da, neden belirli tür müzikleri dinliyorsunuz.. Neden bazı şeylerden hoşlanıyorsunuz da bazılarından hoşlanmıyorsunuz.. Zevklerin ve renklerin tartışılmaz olduğu söylenir, neyin güzel, ya da çirkin olduğunu belirleyen nedir o zaman.. Ya peki neden başka bir dil değil de şu an konuştuğunuz dil sizin ana dilinizdir; ana dilinizi nasıl öğrendiğinizi hiç düşündünüz mü?
Bütün bunlara, yani farkında olmadan-bilinç dışı olarak sahip olduğumuz bu “yaşam bilgilerine” kültür diyoruz. Bizi toplumsal bir varlık haline getiren bu bilgileri, doğduğumuz andan itibaren en yakın çevremizden başlayarak öğreniriz. Çünkü bunlar, içinde yaşadığımız toplumun “bilgi temelidir”-toplumsal DNA’larıdır. Nasıl ki annemizden ve babamızdan gelen DNA’ların kaynaşmasıyla biyolojik varlığımıza ilişkin o ilk DNA “bilgi temelimiz” ortaya çıkıyorsa, içinde yaşadığımız toplumdan aldığımız bu kültürel miras da bireyler olarak bizim toplumsal varlığımızın-kimliğimizin oluşmasına neden olur. Bunun dışında, yaşam süreci içinde bizim yaptığımız, bize miras kalan bu bilgilere dayanarak hayatı yaşarken, kendi yaşam tecrübelerimizle üreteceğimiz yeni bilgileri de bunların üzerine ekleyerek bilgi dağarcığımızı genişletmek, ve ortaya çıkan sonuçları çocuklarımıza miras olarak bırakmak oluyor.
İşte insanı kültürel kimliğiyle-yaşam bilgileriyle tarihsel-toplumsal bir ürün yapan süreç budur. Toplumsal evrim sürecinin mantığı da budur aslında. Bu anlamda her insan, kendi bireysel ve toplumsal tarihinin yaşanılan anın içindeki ürünü oluyor. Şu anın içinde varolan, bir yanıyla geçmişin içinden çıkıp gelen olurken, diğer yanıyla da, geleceği yaratmaya çalışan olarak ortaya çıkıyor.
Peki, “yaşam bilgileri”, ya da “kültür” adını verdiğimiz bu bilgiler nasıl ortaya çıkıyorlar?
Toplumsal üretim faaliyeti içinde değil mi!.. Toplumsal kimliği olduğu kadar, tek tek insanların kimliklerini de belirleyen toplumsal üretim sürecidir-faaliyetidir; bu üretim faaliyeti-süreci- içinde insanların kendi aralarında kurdukları ilişkilerdir. İşte size bütün o kültürel kimliklerin gerçekleşme-ortaya çıkma temeli... (http://www.aktolga.de/t2.pdf )
Örneğin ilkel komünal toplumdan, ilkel komünal toplum insanından, onun yaşam biçiminden-bilgilerinden-bahsediyoruz. Nedir bunların temeli? İlkel komünal toplumdaki üretim ilişkileri değil midir? İlkel komünal toplumun “Kan Anayasası’nın” temeli bu değil midir?
Aynı şekilde feodal kültürü, ve daha sonra da kapitalist kültürü ele alalım. Bunların da, yani bu tür toplumsal yaşam bilgilerinin-biçimlerinin de temelini gene varolan üretim ilişkileri oluşturmuyor mu? Demek ki insanlar, belirli bir üretim ilişkisi içinde yaşamlarını üretirlerken, zamanla buna uygun belirli yaşam bilgilerine-kültür-sahip oluyorlar. Öyle ki, daha sonra bu bilgilerin ilk olarak ne zaman, nasıl ortaya çıktıkları falan da unutuluyor ve bunlar insanların annelerinden babalarından, içinde yaşadıkları toplumdan bilinç dışı olarak öğrendikleri-sahip oldukları- bilgiler haline geliyorlar.
Bu bilgiler, yani “kültür” nasıl değişir?...
İşte burada, tam bu noktada hemen ikinci bir soru daha ortaya çıkıyor:
Peki, madem ki bu bilgiler (yani bizim kültür adını verdiğimiz yaşam bilgileri) bilinç dışı olarak kayıt altında tutuluyorlar, bunlar nasıl değişirler? Çünkü, “değişim” deyince günlük hayatın akışı içinde bizim ilk aklımıza gelen bilinçli bir faaliyetle yaratılan değiştirme hareketleri ve bunların sonuçlarıdır. Bu nedenle, “bilinç dışı” olarak varolan-sahip olduğumuz o nöronal davranış modellerini-yaşam bilgilerini-nasıl değiştirebiliriz; ya da herhangi bir “mühendislik” faaliyetiyle bunları “değiştirmek” söz konusu olabilir mi?
İşte geldik “toplum mühendisliği” olayına! Şimdi soruyorum:
Tıpkı bir patlıcanın DNA’larında değişiklik yapar gibi, bir toplumun (ve tabi o toplumdaki bireylerin de) bilinç dışı olarak sahip olduğu yaşam bilgilerini-kültürü-değiştirmek mümkün müdür; “sistem-gen mühendisliği” anlamında bir “toplum mühendisliğinden”de bahsedilebilir mi?
Eğer bu soruya “hayır” diye cevap veriyorsanız gerekçeleriniz şöyle olacaktır: Biyolojik sistemlerin sahip oldukları bilgiler (“bilgi temeli”) sistemin içinde, hücre çekirdeğinde belirli moleküllerin (DNA) biraraya gelmesiyle kodlanarak kayıt altında tutulur. Bu yüzden, bu bilgileri kodlayan şifreyi çözmeyi başardığınız oranda, sistemin genel yapısını bozmayacak şekilde bunlar üzerinde değişiklikler yapabilirsiniz. Evrim süreci içinde meydana gelen DNA değişiklikleri de zaten doğal ortamda -tesadüflere bağlı olarak- ortaya çıkan bu türden değişikliklerin sonucu olurlar. Biyolojik sistemlerin kendi içlerinde (kendi iradeleriyle) kendi DNA larını değiştirme mekanizmaları yoktur!...
Adına “kültür” dediğimiz toplumsal bir sistemin yaşam bilgileri (toplumsal DNA’lar) ise, sadece insanların beyninde nöronal ağlarda değil, aynı zamanda, bunlara kaynak teşkil eden insanlar arasındaki (tarihsel olarak oluşmuş) üretim ilişkileriyle de kayıt altında tutulurlar. Bu nedenle, bir toplumun ve sistemin elementleri olan insanlar arasındaki ilişkilerin değişmesi, o toplumda yeni bilgilere ve teknolojiye dayanan yeni üretim ilişkilerinin hayata geçmesiyle ilişkilidir ki, bu da hiçbir “toplum mühendisinin” yukardan aşağıya doğru iradi bir çabayla başaramayacağı bir iştir.
Evet, Newton’un hareket yasalarını, ya da kimya-biyo kimya bilimine ilişkin bilgileri kullanarak bu alanda bir mühendislik faaliyetine soyunabilirsiniz, ama hiçbir zaman tıpkı bir computerden bir programı-işletme sistemini- çıkarıp onun yerine başka bir programı koyar gibi, bir toplumun tarihsel olarak oluşan işletme sistemini, yani kültürünü de yukardan aşağıya iradi bir insiyatifle-zora dayanan bir mühendislik faaliyetiyle- değiştirerek bir anda sanki tornadan çıkar gibi yeni insanlar türetip, ortaya çıkan bu yeni tipten insanlar arasındaki ilişkilere dayanan yeni bir “toplum” inşa edemezsiniz (ha, belki bir süre, Rusya’da, bizde ve bütün diğer toplum mühendisliği harikası o Baascı Arap ülkelerinde olduğu gibi yeni bir toplum inşa ettiğinizi sanırsınız, ama sadece sanırsınız!!... gerisi malum!!)
Bir toplumun yaşam bilgilerini-bilgi temelini-değiştirebilmenin tek yolu o toplumdaki üretim ilişkilerinin tarihsel-doğal bir süreç içinde değişmesinden geçer. Öyle ki, her aşamada toplumlar ne üretiyorlarsa, bunu nasıl üretiyorlarsa, üretim süreci içinde insanlar arasındaki ilişkiler de buna göre şekillenir. Üretilen o toplumsal bilgiler de bu ilişkilerle kayıt altında tutulurlar. Yani işe, insanları, insan ilişkilerini, yasaları zor kullanarak değiştirmeye çalışmaktan değil, o toplumdaki üretim ilişkilerini değiştirmekten başlamak gerekir ki, bunun da yolu yeni bilgiler üreterek bunları hayata geçirmekten-üretim faaliyetine uygulayabilmekten geçer... Toplumsal değişim olayının ana çizgisi budur...
Peki ya “Devşirmecilik”? Bu da bir mühendislik faaliyeti değil midir?
Evet doğrudur! Mevcut sistemi, statükoyu devam ettirebilmek için egemen Devletci kültüre bağlı bir tür robot-insan yetiştirme anlamına gelen “Devşirmecilik” de bir toplumsal mühendislik faaliyetidir.
“Devşirmecilik”ten bahsedince ilk aklımıza gelen Osmanlı Devleti ve onun Kapıkulları-Devşirmeleri- oluyor tabi!... Küçük yaşta Hristiyan çocukları zorla ailelerinden koparan Devlet onları bir tür asimilasyon faaliyetine tabi tutarak Devletçi kültüre sahip yeni tipten robot-insanlar haline getiriyor, sonra da bunlara dayanarak sistemi ayakta tutmaya çalışıyordu... http://www.aktolga.de/m41.pdf
Ama Osmanlı’da bu devşirme işleminin nesnesi sadece Hristiyan çocuklar mıydı? Daha sonra ki, “Batıcı nesiller yetiştirerek Devleti kurtarma faaliyeti” ne idi dersiniz? Eğer merak ediyorsanız işte onun da cevabı!... http://www.aktolga.de/m28.pdf
Dikkat ederseniz, her iki örnekte de Devletin yaptığı iş aynıdır: Toplum mühendisliği!... Önce, belirli bir amaca yönelik olarak belirli bir programla işleyen bir toplumsal torna makinası yaratılmakta (buna, Osmanlı’da önceleri “Enderun sistemi” deniyordu; daha sonra, “Batılılaşarak” bir ulus haline gelme çabasına uygun olarak, ulus yaratıcı bir eğitim sistemi- “Milli eğitim sistemi” denilmeye başlandı!!...) sonra da, birinci örnekte Hristiyan çocuklar, ikinci örnekte ise (ta o II.Mahmut döneminden itibaren) Müslüman çocuklar “eğitilerek” (kendi kültürlerinden koparılıp beyinlerine başka bir kültür enjekte edilerek) “yeni tipten”-Devlete bağlı- insanlar üretilmeye çalışıldı!...
Burada çok önemli bir nokta var: Dikkat ederseniz bütün bu tür mühendislik faaliyetlerinde söz konusu değişim (toplumsal DNA değişimi anlamına gelen kültürel değişim) özünde toplumsal düzeyde bir nitelik değişimi anlamı taşımıyor. Yapılan, özünde Devletçi üretim ilişkileri içinde kalınarak, bu ilişkilerle oluşan sistemi daha da kuvvetlendirmek için bir tür operasyondan ibarettir (“Devleti kurtarma” operasyonu!...) Bu operasyon, isterse “Batılılaşma” örneğinde olduğu gibi Devlete bağlı bir kapitalizm ve kapitalistler yetiştirme şeklinde olsun, işin özü değişmiyor!... Sonuç itibariyle, mevcut Devletçi üretim ilişkilerine dokunmadan, onun içinde kalınarak ona destek olması, onu daha da kuvvetlendirmesi amacıyla tıpkı bir ur gibi, yapay Devletçi bir kapitalist ilişkiler sistemi yaratılmış oluyor!!... Bugün hala içinden çıkmaya çabaladığımız o kabuklar işte böyle inşa edilmiştir!!...
Burada altı çizilmesi gereken nokta ne midir?
Dikkat ederseniz, hangi biçimde olursa olsun bir toplumsal mühendislik faaliyetinden bahsedebilmek için (yani insanların hafızalarında kayıtlı olan kültür adını verdiğimiz toplumsal bilgi temelini-DNA’ları değiştirebilmek için) işin içinde mutlaka kuvvet kullanan bir instanzın bulunması gerekir ki, bu da, ister bir devlet olsun, isterse bir sınıf adına hareket ettiğini söyleyen örgütlü bir yapı, son tahlilde gücünü ve meşruiyetini belirli bir ideolojiden alır...
Toplum mühendisliği ve toplumsal reaksiyon!...
Ama bitmedi!!... İşte tam bu noktada, işin içinde ideoloji-devlet ve kuvvet kullanmak bulunduğu için, etki-tepki prensibi devreye girerek, toplumsal mühendislik faaliyetine karşı bu faaliyetin nesnesi olan halkın içinde bir reaksiyon potansiyeli de birikmeye başlar. Öyle ki, fırsatını bulduğu zaman bu da harekete geçerek daha öncekine zıt bir “kendine dönüş”-“restorasyon” hamlesiyle zemberekten boşalırcasına negatif bir mühendislik faaliyetine neden olur (aynen bugün Türkiye’de olduğu gibi!!...)
Kapitalist toplumda sınıf mücadelesi ortamının ideolojik mücadeleler haline dönüştüğü o ergenlik dönemini düşünelim. Bir yanda devlet gücünü elinde tutan hakim sınıf burjuvazi, öte yanda ise işçi sınıfı... Bu ortamda ideolojik nedenlerle devlet gücünü bir baskı aracı olarak kullanan burjuvazinin karşısında buna karşı bir reaksiyon olarak kendi ideolojik duruşunu ve silahlarını geliştiren işçi sınıfının yaptıkları da farklı mıdır! Burjuvazi devlet gücünü kullanarak toplum mühendisliği faaliyetiyle mevcut sistemi tahkim etmeye çalışırken, “işçi sınıfı devrimcileri” de buna zıt bir mühendislik faaliyetiyle “kendi sistemlerini” inşa eylemi içindedir!...
Devletçi toplum mühendisliği faaliyetini, bunun amacının ne olduğunu gördük; amaç bir şekilde devleti tahkim ederek kurtarmak. Peki, buna zıt bir reaksiyondan kuvvet alan ikinci tür toplum mühendisliği faaliyetinin amacı nedir? “Kendi sistemini yaratmak”mı!!...
Öyle ya, buna uygun bir felsefi duruş bile yaratılmış; “Diyalektik Materyalizm” denilen dünya görüşü nedir ki? Peki, öyle “kendi sistemini” yaratmak- bir sınıfın kendi sistemini yaratması- diye birşey mümkün müdür?? Bu, herşeyden önce, mutlak gerçeklik anlayışına denk düşen “kendinde şey” bir instanzın yukardan aşağıya doğru devlet gücünü kullanarak yaratacağı bir üretim ilişkisi anlamına gelir ki, böyle birşey olamaz (Sovyet deneyimi size bunun neden olamayacağını göstermediyse daha ne gösterebilir ki!!...) Çünkü bir ilişkiden bahsedebilmek için işin doğası gereği ortada iki temel fonksiyonu yerine getirecek iki karşıt instanzın bulunması gerekir: Çevreden gelen madde-enerjiyi-informasyonu sistemin içinde kayıt altında bulunan bilgi ile-sistemin bilgi temeli ile- değerlendirip işleyerek, ortaya çıkan sonucu bunu gerçekleştirecek olan sistemin motor gücüne iletmek... Bırakın herşeyi bir yana, “sistemin içindeki bilgiden”-“bilgi temelinden”- bahsedebilmeniz için bile ortada mutlaka bu bilgiyi kayıt altına alacak iki karşıt kutbun bulunması gerekir... İşte, “işçi sınıfı ideolojisine” dayanılarak yapılan “devrimin”-Sovyet Devrimi’nin-özü budur... Devlet ve bu devletin insancıkları!!... İdeolojik bir isyana-reaksiyona bağlı bir altüstlük-anti toplum deneyimi- ve sonra da sil baştan geri dönüş!... Tabi arada ödenilen bedel falan işin detayı olarak kalıyor... Bir Hitler örneğinde olan daha başka birşey mi idi ki!!... Sovyet Devriminde üste çıkan “ezilenler” olduğu için adalet duygumuz ilk başta onları “haklı” konumuna sokuyor; ama ya sonra?...
Ya bugün Türkiye’de olan nedir?... AK Parti’nin diyalektiği...
“Batılılaşmaya” karşı gelişen iki dinamik vardı toplumda: Birincisi, Devletçi sistemin içinde aşağıdan yukarıya doğru gelişen kapitalist üretim ilişkilerine uygun yeni bir sistem yaratmaya yönelik sivil toplum dinamiği; ikincisi ise, Devlet gücü kullanılarak zorla “Batılılaştırma” işlemine karşı toplumda biriken reaksiyona dayalı dinamik... Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle birlikte (tabi, sistemin dışa açılması ve küresel dinamiklerin de etkisiyle) eski Devletçi sistemi ayakta tutmak artık imkansız hale gelince bu iki dinamikte (başlangıçta bir arada, ittifak halinde) harekete geçtiler... AK Parti olayı ve bu arada yaşanılan birbirine zıt iki sürecin diyalektiği budur. Bir yanda eski sistemin Devletçi dayatmacı toplum mühendisliği gücüne karşı oluşan reaksiyoner dinamik, diğer yanda da (bununla anne-çocuk ilişkisi gibi içiçe olan) aşağıdan yukarıya doğru, modern kapitalist üretim ilişkilerine bağlı yeni bir sistemi inşaya yönelik sivil toplum dinamiği... Şu an yaşanılan sürecin diyalektiği buradan-bu içiçelikten- kaynaklanıyor. Kemalist Devlet sınıfı iktidardan indirilince hemen öteki iki dinamik arasındaki çelişkiler ön plana çıkıverdi!... Eski sistemin içindeki reaksiyoner dinamik ve “yeni Türkiye’yi” inşa dinamiği...
Tam bu noktada, bugün, eski sistemin “Beyaz” ve “Siyahlarının” bir tür “medeniyetler savaşı” metaforu çerçevesinde savaşırken birbirlerinin varlık şartını yaratarak varolmaya devam etmeleri ne kadar ilginç değil mi!!...
Sonuç mu?
Hangi türden olursa olsun (ister direkt olarak devlet gücüne dayanıyor olsun, ister buna karşı bir reaksiyondan güç alsın) bilinçli ya da biliçsizce gelişen bütün toplum mühendisliği faaliyetleri özünde varolan bir sistemi tahkim etmeye, onun içinde kalarak ona başka bir şekil verip onu yeniden hayata bağlamaya dayanır. Bu yüzden de gericidir.
Devrimi ancak sivil toplum yapar...
Yeni bir üretim ilişkisi hiçbir zaman toplumsal mühendislik faaliyetiyle yaratılamaz... Çünkü bu durumda ortaya hemen şu soru çıkar: Kim yapacak bu işi?
Dikkat ederseniz bütün örneklerde başrollerde oynayan “devlet” adı verilen bir instanz var hep ortada! “Devrim” yaparak, devleti ele geçiren de mevcut sisteme ait bir güç-devletçi bir insiyatiftir hep! Halbuki biz, gerçek anlamda devrimin, devletin dışında, ona bağlı olmaksızın gelişen bir sivil toplumun-onun temsil ettiği yeni üretim ilişkilerinin-ürünü olduğunu biliyoruz, öyle değil mi!
Ortada gelişen yeni bir üretim ilişkileri sistemi olmadan ondan kaynaklanan bir gücü temsil edecek bir instanzdan da bahsedilemez!... Önce toplumsal mühendislik (yani önce, varoluş nedenini yeni üretim ilişkilerinden değil mevcut sistemden alan değiştirici bir instanz), sonra, bunların yukardan aşağıya doğru yaratacağı bir üretim ilişkisi anlayışı sübjektif idealizme-pozitivizme dayanır... Tanıdınız değil mi: Bir idee ve onun yarattığı bir maddi gerçeklik!... İdealizmle materyalizm nasıl da bir noktada bir ve aynı şey haline dönüşüveriyorlar! Çünkü her ikisi de özünde “kendinde şey-mutlak gerçeklik” anlayışına dayanıyor... Biri diyor ki, bu, “yaratılmaya ihtiyacı olmayan, ezelden beri mutlak gerçeklik olarak varolan maddedir”, öteki ise, maddeyi yaratan kendinde şey bir “ideeyi” temel alıyor... Tam bir kayıkçı dövüşü!...
KONTROL-YÖNETME BİLİMİ VE TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ!...
Çalışmanın bu bölümünde önce, genel olarak „Yönetme-Kontrol Bilimi” nedir onu ele almaya çalışacağız. Sonra da, bunun sınıf mücadelesi pratiğindeki yeri olacak konumuz.
Tam bu noktada göreceğiz ki, Toplum Mühendisliğine ek bir kavram olarak “kontrol mühendisliği”, sınıflı bir toplumda sosyal sınıfların ideolojik varoluş koşullarını sürdürebilme savaşının yöntemidir. Bu, egemen sınıf açısından varolan sistemi-statükoyu muhafaza edebilme mücadelesi olarak anlam kazanırken, altta güreşen “ezilen sınıf” açısından da reaksiyonu temel alan bir mücadelenin olduğu kadar kendi egemenlik koşullarını yaratma kavgasının da yöntemdir...
Biz olaya bilişsel bilim zemininde yaklaşarak bunun bilimsel temellerini incelemekle başlayacağız, ama aslında işin özü yaşamı devam ettirme mücadelesine dayanıyor. Örneğin, bundan 600 yıl önce atalarımız “Devşirme Sistemini” hayata geçirirlerken, ya da daha sonra Osmanlı Devleti kendini kurtarmak için “Batılılaşma” mekanizmasını devreye sokarken o zaman oturupta önce Sistem Kontrol Bilimi’ni falan mı incelemişlerdi; elbette hayır!!... Onları bu yola sokan Devlet olarak, egemen Devlet sınıfı olarak yaşamı devam ettirme mücadelesi idi!... Çünkü, toplum mühendisliği ve yönetme sanatı dediğimiz olay, aslında tarihe-sınıflılığa- bizim gibi konar göçerlikten Devletleşerek giren toplumların özünde var!!... Düşünsenize, onların dünya görüşünün özü zaten Çoban-Sürü mantığı!!... http://www.aktolga.de/t5.pdf
Evet, özellikle “tarihsel devrimler” çağında fetih yoluyla kurulan devletlerin- bunlara özgü toplum mühendisliği faaliyetlerinin bir mantığı var. Bunu en güzel açıklayan da İbn-i Haldun’dur; ama bunun ötesinde toplum mühendisliği faaliyeti modern zamanlarda ancak varolan bir sistemi-bir toplumu- muhafaza edebilme faaliyeti olarak rol oynuyor. Yani artık hiçbir zaman toplum mühendisliği faaliyetiyle yeni-sağlıklı, kendi kendini üretebilen bir toplum yaratmak mümkün değildir. Bu çalışmanın amacı bir yerde bu gerçeği de-aslında toplum olarak kendi gerçeğimizi de- ortaya koyabilmek!...
Gene tam bu noktada işin içine Türkiye toplumunun tarihsel gelişimi, bu sürecin iç ve dış etkenler aracılığıyla saptırılarak nasıl kontrol altında tutulduğunun mekanizması giriyor!. Bu arada, “Devleti kurtarmak” için kendisine yeni bir halk-ulus yaratma çabasına girişmiş olan Devlet Sınıfının bu amaca ulaşmak için uyguladığı “kavanozda insan yetiştirerek“ yönetme-ayakta kalma sanatı da tabi!
Amacımız, yönetme çabasının ve yeteneğinin yaşamı devam ettirme mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olduğunu ortaya koyabilmektir. Öyle ki, bu açıdan bakınca, “Osmanlıda oyun çoktur” diyerek açıklamaya çalıştığımız birçok şeyin de, aslında, çekirdekten yetişme yönetme bilimi uzmanı olan atalarımızın hayatı devam ettirebilme güdüsüyle keşfettikleri orijinal etkinlikler olduğu ortaya çıkacaktır...
“Toplum mühendisliği” daha geniş bir kavramdır!...
Bu arada altı çizilmesi gereken bir diğer nokta da, kontrol- yönetme bilimiyle, gene bir bilim olarak toplum mühendisliğinin her koşul altında bir ve aynı şey olmadığıdır!
“Toplum mühendisliği”, kontrol-yönetme bilimini de içine alan daha geniş bir alanı kapsar. Örneğin, kontrol- yönetme sanatını herkes kullanabilir, ama sadece kontrol edip yöneterek-bununla sınırlı kalan bir toplum mühendisliği faaliyetiyle- hiçbir zaman yeni bir toplum inşa edemezsiniz!... Çünkü, devrimci olmak sadece varolan bir sistemin içinde cereyan eden sınıf mücadelesini yönetmekle sınırlı değildir. Onu, bir yumurtanın içinden civcivin çıkışına benzetirsek burada kontrol-yönetme sanatı en fazla o civcivin kendi yolunu açma mücadelesinde kullanılan bir yöntem rolü oynayabilir. Bunun dışında, hiçbir toplum mühendisliği faaliyeti toplumsal DNA’larla oynayarak yeni bir toplum yaratma sonucunu veremez. Evet, tüp bebek yöntemiyle (bir civciv gibi) insan da dünyaya getirip onu da yetiştirebilirsiniz; ama aynı toplum mühendisliği faaliyetini hiçbir zaman kavanozda bir toplum yetiştirmek için kullanamazsınız!!... Bir insanın-bütün diğer canlıların da-DNA’larıyla oynamak son tahlilde biyolojik bir mühendislik faaliyetidir-örneğin gen mühendisliği- ama toplumsal sistemlerde DNA’lar sistemin içinde insanlar arasında oluşan üretim ilişkileriyle kayıt altında tutulurlar ki, bu da ancak tarihsel gelişim süreci içinde kendi diyalektiğiyle oluşur...
KONTROL BİLİMİ VE YÖNETME MEKANİZMASI...
“İstenilmeyen sonuçların” meydana gelmesini engellemek için (ya da “istenilen sonuçları”elde edebilmek için), sebebi kontrol altında tutarak sonucu kontrol altında tutmaya dayanıyor işin özü.
Bunu, daha başka bir deyişle şöyle de ifade edebilirdik: Konumuz herhangi bir A-B sisteminde (yukardaki şekil) “girdiyi” kontrol altında tutarak (A’nın B üzerine etkisini kontrol altında tutarak) “çıktıyı” (B’nin davranışlarını) kontrol edebilmektir (aynı mekanizmayı B’nin A’yı kontrolü için de düşünebilirsiniz). Kontrol altında tutulması gereken A ile B arasındaki etkileşmenin sonucu olacağından, eğer A’nın B üzerine etkisi (girdi) kontrol edilebilirse, bu etkinin yaratacağı sonuç da (B’nin çıktısı) kontrol altına alınmış olacaktır.
Böyle bir mekanizmanın işleyebilmesi için, herşeyden önce etkileşmeye taraf olan unsurlar arasında (A ile B arasında) bir haberleşme ağına, bir de gelen bu habere göre A’yı negatif ya da pozitif yönde etkileyecek “etkileyiciye” ihtiyaç bulunacaktır. Ancak bundan sonradır ki, ya istenilmeyen sonuçların engellenmesi için “girdiye” negatif olarak bir etkide bulunulacak, yani A’nın mevcut etkinliği-hareketi frenlenecektir (negatif feedback), ya da, istenilen sonuçların elde edilebilmesi için A mevcut hareketiyle aynı yönde pozitif olarak etkilenecektir (pozitif feedback).
Hemen hayatın içinden bir örnek vererek bütün bunları somutlaştırmaya çalışalım: İstanbulda oturuyorsunuz ve Ankara’ya gitmek için arabaya binerek yola çıktınız. Amacınız, kazasız belasız hedefe ulaşmaktır. Bu nedenle, duruma göre, ya frene basıp direksiyonu kullanarak (yani, istenilmeyen sonuçları engellemek için negatif feedback yaparak), ya da gaz vererek-yol alıp hızlanarak (pozitif feedback yaparak) bir an önce hedefe ulaşmaya çalışırsınız. İşte, belirli bir amaca ulaşabilmek için, yol boyunca arabayı kullanırken yaptığınız bütün bu işleredir ki kontrol-yönetme diyoruz. Peki, neyi-kimi mi- kontrol ediyorsunuz bu süreç boyunca; yani sadece araba mıdır kontrol altında tutulan? O an araba bizim motor sistemimizin (elimizin, ayaklarımızın vb.) bir parçası-uzantısı durumunda olduğundan, aslında kontrol ettiğimiz şey (bir AB sistemi olarak sürücü+araba sistemi) bizzat kendimiz oluyoruz. Bu durumda şekildeki B ise, yol boyunca önümüze çıkması muhtemel olan nesnelerdir. “Alıcıyı” ve “transfer” unsurunu da içine alan “geriyle bağlaşım ağını” ise, her an gözümüzü yolda tutarak biz kendimiz (sürücü) kurmuş oluyoruz. Bir çocuk mu çıkıyor önümüze, ya fren yapıp durmaya, ya da, direksiyonu kırarak çocuğa çarpmamaya çalışırız, neden? Çünkü amacımız, kazasız belasız Ankara’ya-hedefe- ulaşmaktır. Çocuğa çarpmak “istenilmeyen bir sonuç” olduğundan, istenilmeyen bu sonucu engellemek için, fren yapıp direksiyonu kullanarak, kendimizi -sürecin girdisini- kontrol ederek sonucu-çıktıyı kontrol etmiş-güvenlik altına almış oluruz. İşte, yaptığımız bu işedir ki Sistem Kontrol Biliminde negatif feedback deniyor. Yani, geriyi negatif olarak besleyerek meydana gelebilecek sonucu-çıktıyı kontrol altında tutmak. Tam tersine, yolun açık olduğunu gören bir sürücünün gaza basması işlemine de, pozitif feedback, yani, geriyi pozitif olarak beslemek denir. Bu durumda, ilk hareket yönünde daha da ilerlemek için girdi takviye edilmektedir.
Organizmanın çevreyle ilişkisi de gene aynı şekilde yönetilir. Çevreden gelen informasyonlara göre kendini-kendi davranışlarını kontrol eden organizma, bu şekilde meydana gelebilecek sonuçları da kontrol altında tutmuş olur vb...
SINIF MÜCADELESİ VE KONTROL BİLİMİ
Önce olayı en basit şekliyle ele alalım ve örneğin, burjuvazi ve işçi sınıfından oluşan Batı’lı anlamda kapitalist bir toplumu düşünelim! Burjuvazinin işçi sınıfını-işçi sınıfı hareketini- nasıl yönetmeye-kontrol altında tutmaya çalıştığını kavramaya çalışıyoruz:
Olay basit aslında! Kapitalist üretim ilişkileri içinde birbirlerinin varlık şartı olan her iki sınıf da sınıf mücadelesi sürecinde karşı tarafı yönetmeye-kontrol altında tutmaya çalışarak varlığını sürdürür. Yani her iki sınıf da sürekli olarak karşı taraftan gelen informasyonlara göre kendisini kontrol altına alarak karşı tarafı da kontrol etmeye-yönetmeye çalışır. Her iki taraf da, istenilmeyen sonuçları engelleyebilmek için, ya da, istenilen sonuçların ortaya çıkmasını sağlamak için karşı tarafı ona göre etkilemeye çalışır.
Bütün bunlar işin doğası gereği olan şeyler. Yani, insanlar da, toplumlar da, toplumsal sınıflar da, hayatın akışı içinde farkında olmadan kendiliğinden öğrenirler bunları; sonra da tabi, farkına vararak bilince çıkarırlar! Kontrol-Yönetme bilimi’nin bilişsel bir bilim haline gelme sürecinin mantığı budur..
Buraya kadar herşey açık sanırım! Dikkat ederseniz bütün bu örneklerde olay-yani “kontrol” (buna sınıf mücadelesinin kontrolü de dahildir) daima varolan bir A-B sisteminin içinde gerçekleşiyor, ya onun istenilmeyen bir yönde gelişmesinin önüne geçebilmek amacıyla, ya da tabi istenilen bir yönde gelişmesi için yapılıyor...
Şimdi, bir adım daha atarak, olayı biraz daha karmaşık haliyle, gene Batı toplumlarının tarihsel gelişme sürecinde feodal toplumdan kapitalizme geçiş pratiği içinde ele almak istiyoruz.
Burda artık ikili değil üçlü bir etkileşim mekanizması durmaktadır karşımızda. Bir yanda feodaller ve köylülerden (serf) oluşan mevcut sistem, onu temsil eden feodaller; diğer yanda da, feodal sistemin içinden doğup gelen kapitalizm (burjuvazi+işçi sınıfından oluşan bir başka sistem). Bu durumda, bir yanda, eski sistemin içinde feodallerle köylüler arasında, diğer yanda da, yeni doğan sınıflar olarak burjuvalarla işçiler arasında bir mücadele vardır. Ama asıl mücadele, bir bütün olarak iki sistem, feodalizmle kapitalizm arasındaki mücadeledir. Bir yanda feodallerin başı çektiği feodal sistem-toplum, diğer yanda da burjuvaların yönetimi altındaki kapitalist toplum. Bunlar birbirlerinin diyalektik inkârıdır. Kapitalizm geliştikçe feodalizm kaçınılmaz olarak yok olmaktadır. Feodalizm ise, hem kendi içinde kapitalizmi yaratmakta, onun gelişmesi için yolu açmaktadır, ama hem de bu gelişmeyi bir noktada tutmaya çalışarak, onun daha da ileri gidip kendisini tehdit eder hale gelmesini engellemeye çalışmaktadır. Çünkü, kapitalizmin belirli bir sınırın ötesine geçerek daha da gelişmesi demek onun kendisinin yok olması demektir.
İşte tam bu noktada, feodaller, kapitalizmin gelişmesini engellemek amacıyla (çünkü bu onlar için istenilmeyen bir sonuçtur) kontrol-yönetim bilimine-mekanizmasına başvururlar. Yaşamı devam ettirebilme mücadelesidir bu! Ama biz biliyoruz ki, süreç herşeye rağmen burjuva devrimine doğru gelişir. Burada işin ayrıntılarına girmek istemiyorum; altını çizmek istediğim nokta, burjuva devrimine giden bu yolda, bu aşamada henüz daha işçi sınıfının feodalizme karşı burjuvazinin yanında-onunla birlikte yer alıyor olmasıdır. Yani, işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki çelişkiler bu aşamada henüz daha esas çelişki haline gelmemiştir. Esas çelişki, gelişen kapitalizmle feodal sistem arasındaki çelişkidir. Buna uygun olarak da işçi sınıfı burjuva devriminde burjuvaziyle birlikte yer alır. Hal böyle olduğu için feodaller de hiçbir zaman, düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla, işçi sınıfı hareketini destekleyerek onu ortak düşman burjuvazinin üstüne sürmeyi falan düşünemezler!!... Yani bu tür bir cinliğin objektif-maddi koşulları yoktur daha ortada!
Pozitivizmin, toplumsal düzeyde sistem kontrol mühendisliğinin bilgi temeli olduğunu söylüyoruz. İsterseniz buna bir örnek daha verelim; “Provokasyon” nedir, kim yapar provokasyonu ve de nasıl yapar, hiç düşündünüz mü bunu?
Amaç açıktır, ya istenilmeyen bir sonucu engellemek için, ya da, istenilen bir sonucu ortaya çıkarmak için yapılır provokasyon! Bunun için yapılması gereken de gene girdiyi kontrol ederek çıktıyı kontrol altına almak olacaktır. Bunu, daha başka bir şekilde, sebep-netice mekanizmasını harekete geçirmek olarak da ifade edebiliriz.
Peki ama biz dedik ki, toplum farklıdır. Toplum söz konusu olduğu zaman sistem mühendisliği olayı bu kadar basite indirgenemez!... Evet, doğrudur bu, ama dikkat ederseniz burada kastedilen-yani “toplum farklıdır” derken anlatılmak istenen- uzun vadeli, esasa ilişkin sonuçlardır. Yani, buradan toplum söz konusu olunca sistem kontrol mekanizması hiçbir işe yaramaz sonucu çıkmıyor. Sistem mühendisliği yoluyla kısa, hatta orta vadeli olarak toplumları da kontrol altına almak mümkündür! Buna karşı yapılabilecek tek şey provokasyon mekanizmasını açığa çıkarmaktır. Ama bunun için de tabi, belirli bir toplumsal gelişmişlik seviyesine ihtiyaç oluyor. Çünkü, provokasyon ancak duygusal reaksiyonlara-kimliklere hitab eder... Bu nedenle, “provokasyona gelmemenin” tek yolu olayları ve süreçleri rasyonel-bilişsel olarak değerlendirebilmektir...
İnsan-ve de toplum tabi- çevreyle etkileşim içinde bilinç dışı olarak gelişen duygusal bir alt kimliğe sahip olur. Ama o, aynı zamanda-bütün diğer hayvanlardan farklı olarak-tıpkı ata binmiş jokey örneğinde olduğu gibi, bu duygusal alt kimiğin üzerine oluşan bilişsel bir üst kimliğe de sahiptir. Bu anlamda, “her insan, kendi atına binmiş vaziyette yol alan bir jokeye benzer” demiştik. Belirli bir anda insanların-ve de tabi toplumların davranışları o an iplerin kimin elinde olacağına bağlıdır. Yani jokey mi atı yönetiyor, yoksa at kendi başına karar vererek mi yoluna devam ediyor; soru budur. Bu konuyu daha önce bütün ayrıntılarıyla ele aldığımız için şu an işin ayrıntılarına girmiyorum. Burada bilmemiz gereken şudur: Her durumda, önce bilinçdışı duygusal bir alt kimlik oluşur, daha sonra da, bunun üzerine, bunu kontrol altına alacak olan bir üst kimlik. Ama, insanların ve toplumların gelişme sürecinde bu alt kimlik üst kimlik ilişkisi her zaman aynı şekilde işlemez. Örneğin, ergenlik çağında olan bir insan-ya da toplum-henüz daha üst kimliğiyle duygusal alt kimliğini kontrol etmeyi yetişmiş bir insan kadar başaramaz. Çünkü, üst kimliğin gelişmesinde en önemli rolü oynayan önbeyin-prefrontalekortex-ancak ergenlikten sonra gelişmiş haline kavuşur. İşte bu nedenden dolayıdır ki, üst kimliğin bilinç dışı duygusal alt kimliği kontrol altında tutacak kadar gelişme olanağını bulamadığı sürecin bu ön aşamalarında, insanların-ve toplumların- davranışlarını, onların bilinçdışı duygusal alt kimliklerini provoke ederek yönetmek-kontrol altında tutmak mümkündür.
Çok basit, ya, istenilen bir sonucu elde etmek için, ya da istenilmeyen sonuçları engellemek için (yani çıktıyı kontrol altında tutmak için) girdiyi kontrol altında tutarsınız olur biter!!... Örneğin, eğer birisinin belirli bir tepkiyi vermesini istiyorsanız, onu bu tepkiye yöneltecek şekilde etkilersiniz!... Ya da tabi tersi!... İşte provokasyon olayı bu kadar basittir.
İKİNCİ BÖLÜM: TÜRKİYE’DE SINIF MÜCADELELERİ VE TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ...
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023