Ümit KIVANÇ
Gezi İsyanı bastırıldığında henüz küme düşmemiştik. 15 Temmuz darbe girişimi ertesindeyse mütemadiyen küme düşmeye koyulduk. Hep bir alta, hep bir alta…
Bu elbette esas olarak tepeden aşağı yürütülen, sistemli tahrip operasyonlarının sonucu. Ancak devlette hukuk ve kurumsallığın -kendisini devlet yapan şey-, siyasette demokrasinin -siyaset diye bir şeyin varolmasının koşulu- kalmadığı sürecin bu kadar kısa sürede, bu kadar kolaylıkla sonuca vardırılabilmesi, şüphesiz, bütün bunların öncesinde varolan zemin üzerinde mümkün olabildi. Yerleşik hukuksuzluk ve anti-demokrasi zemini üzerinde.
Türkiye’de devlet hiçbir zaman kendi yasalarına tâbi olmadı. Yaşantısını gündelik fırsatlardan faydalanma, devletin ayağına dolanmama, başına bela almama üzerine kuran halk da “yasallık” -giderek: hukuk- kavramıyla neredeyse hiç tanışmadı. Hukuk kisvesi altında önümüze sürülen şeyin muktedirlerin ihtiyaçlarına göre, “görülen lüzum üzerine” nasıl eğilip bükülebildiğine ve her an kafamıza indirilebileceğine dair bilgi, herkes için geçerli ortak kurallara saygının yerine, zihinlere yerleşti. Bütün o anlaşılmaz sözler ve birbirini doğuran, birbirine dolanan kurallar, cüppeler, yüksek kürsüler, ayağa kalkmalar, çıt çıkarmamalar sonuçta devleti korumak için - bilginin özü buydu. Halk sağduyusu, bu nedenle, hukuku her anlamda uzak durulmasında fayda olan bir labirent olarak kavradı.
Meşhur ve mâhut “devletin menfaati sözkonusuysa gerisi teferruat” düsturuna göre kurulmuş organizasyon, kağıt üzerinde ve başkent caddelerinin iki yanında birçok kurum barındırıyordu. “Kurumsallık”sa, bizzat kurumların başındakiler tarafından loş koridorların kuytu köşelerinde tacize tecavüze uğratılıyordu. Kimi zaman da aile meclisi kararıyla öldürüldü, başı ezilip yol kenarına atıldı.
Devletin özü olarak sunulup ona göre muamele görmesi beklenen laiklik zaten yoktu. Vatandaşlar 1. Sınıf, 2. Sınıf, 3. Sınıf diye muteberlik sıralamasına sokulurken dinî ve mezhepsel aidiyetleri belirleyici oldu. Din işleri devlet dairesine bağlanıp başına tek mezhepten müdür kondu. Yurttaşlık hakları tanınmayan yurttaş grupları meydana getirildi.
Devletle başını belaya sokanın güvenceleri son derece sınırlı, buna karşılık, hele silahlı devlet görevlilerinin toplumla ilişkisi her türlü keyfîliğe açıktı. “Kanun benim”, eline düşmüş vatandaşa karşı devlet görevlilerinin tanıdığı tek kanundu. Devlet yetkisi edinmişlerin işledikleri suçlarda cezasızlık kuraldı. Cumhuriyet bu iş için gerekli kanunu Osmanlı’dan mahfaza içinde devralıp baş köşeye koymuştu.
Askerî vesayet altındaki Türkiye Cumhuriyeti rejimi için “kısmî demokrasi” denmesi sanırım münasip olacaktır. “Kısmî laik” diye de niteleyebiliriz. “Kısmî hukuk devleti” de tuhaf kaçmaz.
Yasallık, kurumsallık, hukuk devleti ve demokrasi olmanın aslî gerekleri hep öbür kısımda kalmıştı. Varolmayan kısımda!
Yine de devletin doğrudan zarar görmeyeceği garantilenen durumlarda (diyelim borç-alacak davaları) kısmî yasallığın; yasaklı, sakıncalı alanların (diyelim silahlı kuvvetlerin harcamaları) korunması, devlet ve kısmen siyasî iktidar mensuplarının ayrıcalıklarının kollanması koşuluyla kısmî kurumsallığın, “millî politika” ve “kırmızı çizgi” esaslarına uyulması koşuluyla kısmî kuvvetler ayrılığının varlığından sözedilebilirdi. Tıpkı gazetecilik adı altında Genelkurmay bülteni çıkarmayı meşru ve etkili kılabilmek için bir yandan gazetecilik de yapmak nasıl zaruri idiyse, önümüze sürülen, DNA’sıyla oynanmış hukuk, kurumsallık ve kuvvetler ayrılığının bunların sahicisi gibi algılanabilmesi için de ortada kulak memesi kıvamında kâfi miktarda hukuk, aldığı kadar kuvvetler ayrılığı bulunmalıydı.
Buna ilaveten, hukuk ve kurumsallık kavramlarına sahip olma iddiası dahi askerî vesayet rejimini şu andaki rejimimizle kıyaslandığında daha ciddî, daha kurumsal gösteriyordu. Hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları alanlarında bilerek bırakılmış eksik gedik, hep “zaman”la, “şartlar”la açıklanıyor, günün birinde bunların giderileceği yineleniyordu. Bu hernekadar dış baskıları geçiştirme hilesinden ibaret idiyse de, söylem zaman zaman kendini gerçek yerine geçirebiliyor, en azından beklentiyi canlı tutuyordu.
Böylece devletler süper ligine girilemese bile, düşme tehlikesinden uzak, birinci ligte oynanabiliyordu.
Kuvvetler ayrılığını, parlamento iradesini ortadan kaldırıp bütün yönetme erkini tek-adam elinde toplayan başkanlık rejimi takımı dağıttı, kulübü batırdı. Kümeleri ardarda düşme süreci başladı.
7 Haziran seçimlerinden, hem tek başına iktidar şansını yitiren Erdoğan ve partisinin hem Kürtlerin başarısına hınç duyan ırkçı-milliyetçilerin ve ulusalcı devlet bürokrasisinin aklını başından alan radikal bir sonuç -80 HDP milletvekili!- çıktığında, doğrudan, seçim sonuçlarını tanımama, “millî irade”yi iptal etme operasyonuna girişildi. Ve bütün bu kesimlerin elbirliği, muhalefetin işbirliğiyle devletin meşruiyet zemini, çerçevesi ve olduğu kadarıyla kurumsallığı deprem görmüşe çevrildi. Asker vesayetine karşı demokrasi ve hukuk devletinin en büyük dayanağı olan seçimli-parlamentolu yapı, seçim sonucunun tanınmayışıyla, taşıyıcı sütunları yıkılmış, sallanan, işlevsiz, köhne binaya dönüştü.
15 Temmuz’a gelene kadar, neredeyse her gün, olmuyorsa her hafta, devletin kurumsal yapısını şurasından burasından aşındıran, törpüleyen yıkım ve hafriyat işlemleri yapıldı. Darbe girişimi böyle bir yıkım ve hafriyat faaliyetinin ortayerinde çıkageldi. Melül melül gökyüzüne bakan paslanmış demirlerin, “ecel” temalı enstalasyonlar gibi yol kenarlarına sıralanmış molozların üstüne kan sıçrattı.
Darbe ertesinde ortaya çıkan manzara, öncelikle, devletin aslında hiçbir zaman sandığımız ölçüde dahi kurumsallaşmış olmadığını, yasallık-keyfîlik dengesi bir yana, devletin hatırı sayılır bölümünün başka bir iradenin denetiminde bulunduğunu gösterdi.
Operasyon üstüne operasyon yapılarak bitirilemeyen Fethullahçıların ordudaki, polisteki, bakanlıklar ve irili ufaklı bilmemnekadar devlet birimindeki oranları hayalgücümüzün kavrayamayacağı yükseklikteydi. Verilen -doğru mu, bilemediğimiz- sayılar öyle uçuktu ki, hakikati ve anlamını kavramakta zorlandık. 81 il emniyet müdürünün 74’ü bunlardan, deniyordu meselâ; 7000 istihbaratçının da 6500’ü! Aradan beş sene geçti, hâlâ ordudan Fethullahçı ayıklıyorlar.
Tıpkı bambaşka bir merkezden emir alan örgütlü elemanların neredeyse bütün devlet bünyesini kaplama süreci gibi, bunların temizlenme süreci de devletin kurumsallığı ve yasallık gibi kavramların gazoz olduğunu gösterdi. Ne kadarcık yasallık kurumsallık var idiyse, o da OHAL ve KHK’lar dönemiyle birlikte ortadan kalkmıştı.
“Allah’ın lütfu” pratiği, yani fırsat bu fırsat denerek her türlü “sakıncalı şahsın” mümkün her yerden temizlenmesi, herkesçe solculuğu bilinen insanların “FETÖ’cülük”ten içeri alınması, suç işlememiş insanların akla mantığa sığmaz, düzmece suçlamalarla, bütünüyle keyfî kararlarla hapsedilmesi, ömürlerinin gasp edilmesi, bağımsız basının, gazetecilerin tepesine binilmesi gösterdi ki, yargı artık yürütmenin kolu olmuştu. Düşmüştük. Alt kümeye, oradan bir alta…
Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet olarak, ülke olarak küme düşmesinden sözetmek fantezi değil. “Monşer”lerin salon sohbetinde kanape niyetine dolaştırılacak mevzu gibi duruyor; öyle değil. “Küme” meselesi, ciddî mesele. Dünyanın en tecrübeli uluslararası gazetecilerinden Robert Fisk, efsanevî kitabı Ortadoğu’nun Fethi’nde, Hafız Esad ve Saddam döneminden sözederken şöyle yazmıştı (toparlayarak aktarıyorum): “Suriye’ye Avrupa’dan gelirseniz bir polis devletiyle karşı karşıya olduğunuzu, Irak’tan gelirseniz bir demokrasiye ayak bastığınızı düşünürsünüz.” Bu bir “küme” farkıdır. Eğer gençlerinizin yüzde yetmişi, imkânı olsa Batı ülkelerinden birinde yaşamayı yeğliyorsa, bu daha üzücü bir küme farkıdır.
Buraya, Metin Münir’in 2016 Eylül’ünde T24’e yazdığı yazıyı olduğu gibi eklemek isterdim. Uzun yıllar boyunca göz açarak, kulak kabartarak, kalem oynatarak edinilebilen zengin gözlem kabiliyeti ve meslekî olgunlukla yazılmış bir yazıydı bu. Şöyle demişti Münir: “Türkiye artık ne bir demokrasidir ne de hukuk devletidir. O [AB] üyeliğin[in] vecibelerini yerine getirmekten vazgeçerek, Batı ailesinin bir üyesi olmaktan ‘terk-i saltanat’ etti.”
Aslına bakarsanız, 12 Eylül’ün, “Türkiye’nin esas liginde nasıl başkent takımı olmaz!” diyerek küme yükselttiği Ankaragücü gibi bile değildik. Ankaragücü, genellikle olduğu üzre, en üst ligde oynaması garipsenmeyecek bir kulüptü. Türkiye değildi.
Bu yüzden, terk edilen, yalnız bir vaat, bir imkân, bazılarımız için bir tasavvurdu, hayaldi. Gerçek değildi.
Hiçbir şey gerçek değildi. Dün de değildi, bugün de değil. Sadece başka türlü değil.
“Burjuva hukuku”na yalan dedik, küçümsedik. Haksız mıydık? Hayır. Ama o arada, “hukuk” diye bir ortak yaşama zemininin hayatiyetini idrak edememiş olduk. Demokrasi, çoğulculuk ve insan hakları konusundaki asgarî ölçütleri yerleştirmeyi belki sağlayabilecek Avrupa yolunu uğursuz bir güzergâh diye lanetledik, o ölçütleri kifayetsiz bulduk, burun kıvırdık, kaderimizi Putin Rusya’sı, Katar Emiri ve totaliter Çin’e tâbi kıldık, Suriyeli cihatçıları paralı asker edip sağa sola göndererek Cihan Hakimiyeti peşinde koşuyoruz. Asgarî demokrasi ve hukuku arar haldeyiz. “Başkalarının hakları” gibi bir kavrama sahip olmaksızın bunlara nasıl kavuşacağımız belirsiz. Üstelik bu kavram herkesin üzerinde yükselip kendini heykelleştirdiği kaideleri tahrip ediyor. Bu yüzden kimse yanına yaklaştırmak istemiyor.
İşin kötüsü, demokrasi ve hukukla hiç tanışmadığımızdan, bunların nasıl var edileceğini bilmiyoruz. Ve yine fena: direnmeyi biliyor, ama mücadele ederek kendimize yeni hayat kurmayı bilmiyoruz. Çünkü farklı olanla, sevmediğimiz beğenmediğimizle birlikte yaşama fikrine yabancıyız; oysa demokratik bir toplum hayatı ancak birbirine benzemeyenlerin ortaklaşa gayretiyle kurulabilir.
Bize benzemeyenden böylesine nefret ediyorsak, “başkalarının hakları” diye bir lafı duymak bile istemiyorsak, belki de oturup, yerli ve millîleştirilmiş Putin rejiminin, Türk Millî Eğitimi, aile hayatı ve cemiyet kültürümüz tarafından şekillendirilen zihniyetimize ve davranış alışkanlıklarımıza çoğulcu demokrasiden daha uygun olup olmadığını düşünmeliyiz. Birilerini ezmezse rahat huzur bulamayan tarafların birbirini ezmek için sürekli belaltı dövüştüğü bir toplumsal ortama üçüncü sınıf bir keyfî baskı yönetimi niçin daha uygun düşmesin?
“Ne münasebet, bizim hakkımız üst lig!” diyorsanız, bol antreman, kondüsyon, teknik ve takım oyunu gerekiyor.
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024