Zülfikar ÖZDOĞAN
’68 Kuşağı’ başlıklı yazımda Deniz Gezmiş’e atfen ‘Marksist Kemalist’ terimini kullanmam kimilerini şaşırtmış olabilir. Çünkü Deniz Gezmiş, Marksist-Leninist bir gençlik lideri olarak tanındı ve dönemin devrimci gençlik hareketinin sembolü haline geldi. Bu nedenle onun erken bir döneme özgü bile olsa farklı bir biçimde tanımlanması birçok kişi için zor kabul edilir bir olaydır. Bu da son derece anlaşılır bir şeydir.
Ancak hemen belirtmeliyim ki ‘Marksist Kemalist’ kavramı bana ait değildir, yakın arkadaşlarının tanıklığıyla bizzat Deniz Gezmiş’in kendisine aittir. Bu konuda ilk söz eden kişi yakın arkadaşı Uluç Gürkan oldu. Uluç Gürkan, Cumhuriyet gazetesinden Işık Kansu’nun kendisiyle yaptığı bir söyleşide aynen şunları söyledi: “Deniz kendisini ‘Marksist Kemalist’ olarak tanımlardı. Sen ‘sol Kemalistsin’ derdi”. (Cumhuriyet Gazetesi, 8 Kasım 1998, sf. 8).
Ben bu röportajı ilk okuduğumda hem sevinmiştim, hem de şaşırmıştım. Sevinmemin nedeni, 60’lı yıllarla ilgili olarak yaptığım temel bir değerlendirmenin beklenmedik bir köşeden doğrulanmasıydı. Çünkü ben 60’lı yılları Kemalizm’den Marksist sosyalizme doğru bir evrilme süreci olarak görüyordum ve Deniz Gezmiş bu ifadesiyle görüşümü birinci elden doğrulamış oluyordu. Şaşkınlığımın nedeniyse, Deniz Gezmiş gibi teorik analizlerle fazla uğraşmamış, arkasında fazla yazı bırakmamış, masa başında yazı yazmaktan çok bizzat eylemlerin içinde yer almış bir kişinin içinde bulunduğu koşulları üstün bir analitik yetenekle ve tamamen doğru biçimde tanımlamasıydı. Deniz Gezmiş, her sosyalist genç gibi benim de idol’ümdü ve onun cesaretine, militanlığına ve kahramanlığına hayranlık duymamak elden değildi. Ancak onun kısa sayılabilecek devrimci yaşamında ve gençlik hareketinin o baş döndürücü hızı içerisinde bu denli isabetli bir tespitte bulunmasını doğrusu beklemiyordum ve bunun ona olan hayranlığımı daha da artırdığını itiraf etmem gerekir. Söz konusu yılların üzerinden kırk küsur yıl geçmesine rağmen bizim bu dönemi hâlâ doğru dürüst analiz etmek konusundaki duygusallığımız ve tereddütlerimiz göz önünde tutulursa, Deniz’in o günkü olayların sıcaklığı içerisinde böylesine doğru bir tespitte bulunup, bunu cesaretle dile getirmesi karşısında herhalde şapka çıkarmaktan başka yapacak bir şey yoktur.
Uluç Gürkan’ın bu röportajından sonra Deniz Gezmiş’i yakından tanımış olan Hasan Cemal’de bu ifadeleri teyit eden benzer şeyler yazdı. Hasan Cemal, ‘Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım’(Doğan Kitapçılık, 7. baskı, 1999) başlıklı kitabında Uluç Gürkan’ın bu sözlerine yer verdi ve ilaveten şunları belirtti: “Deniz’in bir sözü hep kulaklarımda çınlar: ‘Biz Marksistler, sol Kemalist olarak Doğan Avcıoğlu’nu çok severiz’ (age. Sf. 197).
Burada Deniz’in bir ayırım yapıp ‘biz Marksistler’, ‘siz sol Kemalistler’ tanımlaması yaptığını görüyoruz ki bu konuşma muhtemelen daha ileri bir tarihte gerçekleşmiş olsa gerek. Çünkü ‘Marksist Kemalist’ tanımlaması bir yana bırakılmış, ‘biz Marksistler’ ve ‘siz sol Kemalistler’ ayırımı yapılmaya başlanmış. Ancak ayırım yapmasına rağmen yine de dönemin Marksistleriyle, radikal Kemalistlerinin ne denli yakın ilişki içerisinde olduğunu, birbirine sempati duyduklarını gözlemleyebiliyoruz. Deniz Gezmiş’in sosyalist harekete sempati duymasının radikal Kemalistlerin ideoloğu Doğan Avcıoğlu tarafından çıkarılan ‘Yön’ dergisi aracılığıyla olması -ki bu bir tesadüf değildi, o dönemde birçok kişi bu yolu izleyerek sosyalizme ulaşmıştı- bir istisnadan çok genel bir eğilimi yansıtmaktadır. Bu da o dönemde Kemalizm’den Marksist sosyalizme geçişle ilgili karakteristik bir özelliktir. Kuşkusuz başka yollardan geçerek sosyalizme ulaşanlar da vardı. Örneğin Çetin Altan’ın ‘Akşam’ gazetesindeki yazılarını okumak, TİP’in etkinliklerine tanık olmak veya bunlara tesadüfen veya merak ederek katılmak yoluyla sosyalizme sempati duyanlar da bir hayli yaygındı. Ancak ‘Yön’ dergisi veya başka yayınları okumak da çok rastlanan bir yoldu. Özellikle büyük kentlerde okumuş kesim, yükseköğrenim gençliği ve aydınlar bu yolu izliyordu.
‘Marksist Kemalist’ tanımlamasına Mustafa Şener’in doktora tezinde de değiniliyor ve aynı kaynaklara işaret ediliyor. (‘Türkiye Sol Hareketinde İktidar Stratejisi tartışmaları: 1961-1971, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü’. Şener, bu tezini daha sonra geliştirip ‘Türkiye Solunda Üç Tarz-ı Siyaset (Yön, MDD ve TİP)’ başlığı altında kitaplaştırdı. (Yordam Kitap, 2010, İstanbul).
Bu konuda başvuracağımız en son kaynak Oral Çalışlar’ın bir yazısıdır. Çalışlar, yakın zamanda ‘Radikal’gazetesindeki köşesinde şunları yazdı:
“10 Kasım 1969. Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) MYK üyeleri olarak, Anıtkabir’e çelenk koyduktan sonra, oradaki platformda toplandık. Binlerce Dev-Genç’liyi selamlıyoruz.
Dev-Genç, dönemin en aktif ve etkili örgütü. Hepimiz ‘sosyalist’iz. Yakalarımızda Atatürk’ün kalpaklı fotoğrafı...
Biz ‘Mustafa Kemal’ demeyi tercih ediyoruz ve idealimizdeki fotoğraf Milli Mücadele’deki kalpaklı fotoğraf. Yürüttüğümüz militan gençlik mücadelesine ‘İkinci Milli Kurtuluş Savaşı’ adını veriyoruz.
Aldığımız eğitim ve ailelerimizin tercihleri, Kemalist bir ideoloji ile yetişmemize yol açmıştı. Kemalizm’in bize öğrettiği şuydu: ‘Halk geridir. Asker-sivil aydın zümre ilericidir. Onların bu geri toplumu adam edebilmesi için yukarıdan otoriter yöntemlerle müdahale şarttır. Tek parti yönetimi bu açıdan çok yararlıdır.’
Tabii, dünyada yükselişte olan ‘sosyalizm’i de benimsemekteydik...
Bir gün Deniz Gezmiş’le Tünel’deki Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı binasından çıkmıştık. Sokağın başında, vitrininde Atatürk fotoğraflarının sergilendiği Foto Süreyya’nın önünde durduk. Deniz, “Biz Kemalistler” diye söze başlayınca şaşırarak ‘Biz sosyalist değil miyiz?’ dedim. Deniz rahat bir şekilde, ‘Hem sosyalistiz hem de Kemalistiz’ cevabını verdiğinde pek yadırgamadım…” (Radikal Gazetesi, 15 Aralık 2012).
Sadece Oral Çalışlar değil o dönemde herhalde sosyalistim diyen hiç kimse bunu yadırgamazdı. Safların ayrılması, sloganların ve söylemlerin farklılaşması daha sonraki yıllarda gerçekleşti. Marksist klasikler çevrilip okununca Kemalizm’le Marksizm’in aynı şeyler olmadığı anlaşılmaya, Kemalizm’in bir ‘küçük burjuva ideolojisi’, Marksizm’in‘işçi sınıfının ideolojisi’ olduğu dillendirilmeye başlandı ve Kemalizm’e karşı eleştiriler yöneltildi. Ancak bu eleştirilerde vurgular ve tonlar farklıydı.
Sol gruplar ve Kemalizm
60’lı yılların devrimci gençlik hareketi saflarında Kemalizm konusunda ilk bayrağı kaldıranın İbrahim Kaypakkaya olduğunu görüyoruz. 1971’in sonları ve 1972’in başlarında Kaypakkaya, Kemalizm’e karşı sert ve köklü eleştiriler yöneltmeye başladı ve böylelikle mensup olduğu Doğu Perinçek grubundan kopmaya başladı. Kaypakkaya sadece Kemalizm ile ilgili değil Kürd meselesinde de sosyalist hareket içerisinde en kesin ve radikal tutumu benimseyen bir sima olarak ön plana çıktı. Ona göre Kemalizm ‘emperyalizme teslimiyet, yarı sömürgeciliği seve seve kabullenmektir.. Kürt sorunu ‘milli bir meseledir’ ve Kürt milleti sadece emekçi sınıflarıyla değil bütünüyle ezilmekte ve sömürülmektedir” (Şener, age. Sf. 228).
Gerçi sosyalist hareketin diğer grupları da Kemalizm’i tümüyle onamıyorlardı. Ancak onayanlar da yok değildi. Bu konuda en ileri giden sol grup Mihri Belli ve arkadaşları, Aydınlık Sosyalist Dergi ve Türk Solu çevresi oldu. Belli’nin şu sözleri bu anlamda yeteri kadar açıktır: “Bugün Türkiye’yi yeniden Kemalist gelişme yoluna sokmak demek, milli bağımsızlığı sağlamak, Atatürk ilkelerini günümüzün gerçekleri ışığında geliştirerek yeniden egemen kılmak demek, bugünkü Türkiye’yi değiştirmek, gerçek bir devrim başarmak demektir.” (Yön, 48. Sayı, 1962, Mehmet Doğu mahlasıyla yazdığı ‘Sosyalizm Tartışmaları başlıklı yazı). Gerçi Belli bu söylemini ileride farklılaştırıp salt ‘Atatürkçülük’ ekseninden çıkardı ve Milli Demokratik Devrim (MDD) teorisiyle Leninizm’in ‘aşamalı devrim teorisi’ eksenine ve söylemine oturttu, ama öz olarak fazla bir şeyin değiştiği söylenemez. Ulusalcılık daima Belli’nin tezlerinin temelini oluşturdu. Sanıyorum şu sözleri bu konuda yeteri kadar açıktır: “..Kemalizmle sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar yoktur. Atatürk’ün en büyük çabası, genç kuşaklara Türk milli gururunu telkin etmek olmuştur. Milli gurur iyi bir şeydir. Milli gurur insanı sosyalizme götürür. En sağlam sosyalistler o yoldan gelmişlerdir sosyalizme.” (Türkiye’de Karşı Devrim, Türk Solu, sayı 64, 1969. Akt: Şener, age. 177).
Mihri Belli, Milli Demokratik Devrim (MDD) adı altında Marksizm’le Kemalizm’i karıp, bunun alenen teorisini yapan ilk ‘Eski Tüfek’ olarak sosyalist hareketin tarihinde yer aldı. Daha önceki sosyalistlerde de, -özellikle Şefik Hüsnü’nün yazılarında bunu görmek mümkündür-, ulusalcı bir damar vardı. Zaten Mihri Belli’nin TKP içerisinde yer alan komünistler arasında Şefik Hüsnü’ye ayrı bir değer biçmesi bu anlamda nedensiz değildi. Böylelikle bir yandan TKP ile arasında doğal bir bağ olduğunu, onun devamını oluşturmuş olduğunu kanıtlamış oluyordu, ama öte yandan kendi tezlerine güçlü bir teorik destek sağlamış oluyordu. Daha ileride aynı silahı, bu kez daha güçlü bir biçimde Doğu Perinçek’in eline aldığını göreceğiz.
Kemalizm’i olumlamak konusunda Mihri Belli uzun süre yalnız kalmadı, onunla yarışan güçlü bir rakip daha ortaya çıktı: Doğu Perinçek. Perinçek, Aydınlık Sosyalist Dergi’den ayrıldıktan sonra arkadaşlarıyla çıkardığı Proleter Devrimci Aydınlık (PDA – Ak Aydınlık) dergisinde aynen şunları yazıyordu: “Bizim partimiz Milli Kurtuluş Cephesi’dir. Bizim partimizin komutanı Mustafa Kemal’dir. Bizim partimizin üyeleri Amerikan sömürücüleri ile ortaklık etmeyen bütün bir MİLLET’tir.” (PDA, sayı 7, 1969). Çıkış noktası bu olan Perinçek’in koştuğu uzun siyasi maratonda ulaştığı noktanın ne olduğunu öğrenmek için günümüzdeki Ergenekon dava dosyasını izlemek yeterlidir sanıyorum!
Diğer sol gruplar Belli ve Perinçek kadar ileri gitmemiş, Kemalizm’e belirli bir mesafeden yaklaşmışlardır. THKP/C’nin lideri Mahir Çayan bunlardan birisiydi. Çayan, Kemalizm’i ‘küçük burjuva radikalizmi’ olarak nitelendiriyordu. Deniz’lerin kurduğu THKO’nun görüşleri ise teorik olarak Mihri Belli’nin görüşlerine nispeten daha yakındır. Deniz ve arkadaşları Kemalistleri ‘millici ve devrimci bir güç’ olarak görüyorlardı. (Bkz: Türkiye Devriminin Yolu). Deniz’in daha önce radikal Kemalistlere, onların ideoloğu Doğan Avcıoğlu’na yönelik sempatisi göz önünde tutulursa THKO’nun bu tavrı hiç de şaşırtıcıdır denemez.
Yukarıda sözü geçen grupların tümünün ortak noktasını devrimci gençlik hareketi çıkışlı olmaları ve Milli Demokratik Devrim (MDD) tezini benimsemeleri oluşturuyordu, Bunların dışında önemli sol grup olarak Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve TİP çevresi vardı. TKP ise 60’lı yıllarda pek esamisi okunmayan bir gruptu. Doğrusunu söylemek gerekirse etkinliği açısından bu dönemde TKP için ‘bir sol grup’ demek bile abartılı olur. Çünkü TKP, ‘biri felçli üç kişiden’ oluşan bir yönetimden ve değişik sosyalist ülkelerde ikamet eden bir avuç sürgündeki komünistten ibaretti ve ellerine bir tesadüf sonucu geçen ‘Bizim Radyo’ yayını dışında herhangi bir ciddi etkinlikleri yoktu. O dönemde TKP tarafından yayınlanan ve ‘Barış ve Sosyalizm Sorunları’ dergisinin Türkçe versiyonu olan‘Yeniçağ’ dergisi taranırsa bu çok açık bir biçimde görülebilir. TKP’nin Kemalizm konusundaki görüşleri Komintern’nden mirastır. TKP, Kemalistleri, en azından bir kanadını demokratik devrimde ittifak kurulması gereken bir güç olarak görüyordu.
Doktor H. Kıvılcımlı, Komintern kuşağından ve geleneğinden gelen, ancak partiyle ilişkisi fazla sürmeyen muhalif bir ideologdu. Komintern’in Kemalist yönetime karşı tavrını esas olarak benimsemişti, ancak buna kendi özgün yorumunu katmıştı. Şöyle ki: Kemalist modernleşme tamamlanmamış ve desteklenmesi gereken bir demokratik devrimdir ki Komintern’de bunu ileri sürüyordu, bunun tamamlanması için ikinci bir Kuvayi Milliye hareketine ihtiyaç vardır, işte bu da Doktor’un kendi özgün yorumunu teşkil ediyordu. Doktor’un bu görüşünün ucu ve çerçevesi açık olduğu için daha sonra ‘Doktorcu’ olduğunu ileri süren birçok çevre tarafından kullanıldı ve ulusalcı tezlere dayanak yapıldı.
TİP çevresine gelince: TİP denilince yekpare bir bütünden söz edilemez. Sendikacıların kurduğu, Mehmet Ali Aybar’ın devraldığı, Aren – Boran ekibinin yönettiği ve 1975’de kurulan TİP oluşumları arasında farklar vardır. Ancak ideolojik ve politik ayırımları bir yana bırakırsak genel olarak TİP’in temel bir amacından söz edebiliriz: Demokrasiyi geliştirmek, güçlendirmek ve sosyalizme bu yolla ulaşmak. Bu çerçevede Kemalistlerin bir kanadıyla işbirliğini, özellikle demokrasinin güçlendirilmesinde dışlamadıklarını söyleyebiliriz.
Neden Kemalizm’den Marksist Sosyalizme?
Aslında dönemin Kemalizm’den Marksizm’e doğru evrilmesi anlaşılabilir bir süreçti. Çünkü Kemalizm Türkiye’deki egemen milliyetçi ideolojinin, Marksizm ise dünyanın beşte birinde ‘reel sosyalizm’ adı altında uygulanan ve milyonlarca taraftarı bulunan, yükselen sol bir ideolojinin adıydı. Yıllardır Kemalist eğitim sisteminin tornasından geçen genç kuşak 60’lı yıllarda ilk kez egemen düşüncenin dışında farklı bir düşünce sitemiyle ile karşılaşıyordu ve üstelik bu yeni ideoloji sahip oldukları ideoloji ile bir takım benzerlikler taşıyordu. İradecilik, tepeden inmecilik otoriterlik, seçkincilik, akılcılık her ikisinin de ortak yanlarıydı ki bu da daha çok her ikisinin düşünce bazında pozitivizmin yatmasından ileri geliyordu.
Ayrıca söylemlerde de benzerlik vardı: Halkçılık, devrimcilik, emperyalizm, mazlum milletler, zalimler, ezilenler, direniş bunlardan bazılarıydı. Bu benzerlikler nedeniyle birinden diğerine geçmek gençler açısından hiç de zor olmuyordu. Dolayısıyla kendilerini hem ‘Marksist’, hem ‘Kemalist’ ya da ‘Marksist Kemalist’ olarak tanımlayabiliyorlardı. Yıllar sonra, ‘reel sosyalizm’in çökmesinden ve Marksizm – Leninizm’in hızla zemin kaybetmesiyle birlikte bu kez tersi bir süreç yaşandı. Yıllardır kendilerini ‘sosyalist’ olarak tanımlayanlar, sosyalist sistemin çökmesinden sonra yine aynı kolaylıkla bu kez Kemalist saflara yanaştılar, kimileri Kemalizmi yeniden keşfetti, kimileri de kendilerini hâlâ ‘sosyalist’ olarak tanımlamakla birlikte Kemalistlerle birlikte aynı safları tuttular, aynı söylemleri benimsediler. Özellikle islami hareket, Kürd meselesi, Avrupa Birliği ve ABD konularında aralarındaki kimi söylem farklılıklarına karşın eski Marksistlerin büyük bir kısmıyla Kemalistlerin benzer veya paralel tutum içerisinde olduğuna tanık olundu. Daha doğrusu, var olan yakınlık daha da sıkılaştı. Bu bağlamda yepyeni bir kavramın siyasal literatüre girdiğine tanık olduk: ‘Ulusalcı solculuk’. ‘Ulusalcı sol’ denen kesimin sosyolojik tabanına bakılırsa bunların büyük ölçüde Kemalistlerden ve eski sosyalistlerden oluşması bize çok şey anlatıyor olması gerekir. Ulusalcılığın, milliyetçiliğin öztürkçesi olduğunu söylememize ise herhalde gerek yoktur.
Devrimci gençlik hareketi ve ‘ulusalcı solculuk’
Kimileri 60’lı yıllardaki devrimci gençlik hareketinin Türkiye’de bugün var olan ‘ulusalcı sol’ hareketin başlangıcını oluşturduğunu ileri sürerler. Kanımca bu doğru değildir. Bu, Türkiye sol hareketini bir bütün olarak tanımayanların konjonktürel siyasal duruşlarına uygun eklektik teoriler üretmesinin ötesinde bir anlam taşımaz. Çünkü Türkiye sol hareketinde ulusalcı eğilim hareketin başlangıcından buyana vardı ve bu sadece 60’lı yıllarla sınırlanmayacak bir karakter taşıyordu. 60’lı yıllardaki sol hareket ise Kemalizm’den sosyalizme evrilen bir sürecin özelliklerini barındırıyordu. Yani söz konusu olan ulusallaşma değildi, aksine enternasyonalist bir karakter edinme çabasıydı. Bu sürecin ne ölçüde derinleştiği, tamamlanıp tamamlanmadığı ayrı bir konudur. Ancak sürecin temel karakterinin, ana yöneliminin sosyalizm yönünde olduğu inkâr edilemez. Buna karşılık bugünkü ‘ulusalcı sol’, sosyalizmden Kemalizm’e evrilme özelliğini taşıyor. Yani birbirinden tamamen farklı ve ters iki süreç söz konusudur. Bu iki sürecin arasında eklektik bir takım bağlar icat edip birbirinin devamı olduğunu ileri sürmek, sosyalist hareketin bir bütün olarak tarihinden hiçbir şey anlamamak demektir.
Bu arada yeri gelmişken ‘Ulusalcı solculuk’la ilgili birkaç noktaya kısaca değinip bu yazıyı noktalamak istiyorum.
‘Ulusalcı sol’, anlam benzerliği oluşturduğu ‘nasyonal sosyalizm’den genel olarak farklıdır. Zaman, mekân, kitle temeli, kullandığı yöntemler ve argümanlar farklılık arz etmektedir. Ancak üzerinde düşünülmesi gereken istisnaları da yok değildir. Sırbistan’da Miloseviç ve Türkiye’de Doğu Perinçek grubu gibi.
‘Ulusalcı solculuk’ sadece Türkiye’ye özgü değildir, bütün dünyada ortaya çıkan bir olgudur. ‘Reel sosyalizm’in yıkılmasından, Marksizm-Leninizm’in tarih sahnesinden silinmesinden sonra boşlukta kalan kitleler değişik siyasi kulüplere savruldular. Bu savrulma Batı Avrupa’da daha çok sosyal demokrat, yeşilsol, sosyal liberal partiler yönünde olurken, Doğu Avrupa’da, özellikle Balkanlarda ve doğusunda ‘ulusalcı solculuk’ biçiminde oldu. Bu da daha çok var olan Marksist-Leninist partilerin ve grupların ‘ulusalcı sol’ bir nitelik kazanması biçiminde gerçekleşti. Yunanistan Komünist Partisi, AKEL (Kıbrıs), Rusya Komünist Partisi bunun tipik örnekleridir.
Kapitalist ekonomide beliren buhranlar ve küreselleşmenin derinleşip, yaygınlaşması ‘ulusal solcu’ eğilimleri besleyip, güçlendiren etmenlerdir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde bu eğilimin daha çok karşımıza çıkacağını söyleyebiliriz.
Uluslararası düzeyde bilim çevreleri milliyetçiliğin, içine kapanmanın, başkalarını düşman görme eğiliminin yeni bir tezahürü olan ulusalcılık ve bunun özgün bir biçimi olan ulusalcı solculuk üzerine araştırmalar yapıyorlar ve bunların sayısı günden güne artıyor. Nedense Türkiye’de bu konuda bir sessizlik hakimdir. Bu kadar bol üniversitesi olan ve ulusalcılığın bu denli güçlü olduğu bir ülkede bu sessizlik pek anlaşılır bir şey değildir. Tek başına Doğu Perinçek grubunun kat ettiği yol bile birkaç doktora çalışmasına yetecek verilerle doludur. Umarız bundan sonra bu türden çalışmalar artar ve ulusalcılığın tarihsel arka planı, sosyolojik temeli, gelişme biçimleri, kullandıkları yöntemler ve argümanları bilimsel olarak irdelenir.
Bu konulara ileride devam edeceğiz.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- 32.İstanbul Kitap Fuarı’nın Ardından
15.11.2013 - Arşivler insanlığın kolektif bilincinin tanıklarıdır
26.09.2013 - Ergenekon Davası: İslami Muhafazakârlar ile Kemalistlerin Tarihi Hesaplaşması
11.08.2013 - Türkiye Yeni Toplumsal Olaylara Gebe
15.06.2013 - 'Marksist Kemalist’
8.01.2013 - 68 Kuşağı
11.12.2012 - Anadilde eğitimle ilgili sorular
26.11.2012 - Bir 'Şen Şapka' Hikayesi!
15.11.2012 - “Tarihçinin Eleği”ndeki Tarihçiler
3.11.2012 - Türkiye’nin Temel Açmazı
15.10.2012
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
MEHMET KURU
Denizleri asanları yazsaydın ellerin mi kırılırdı.Onları yapanları yargılayacağız diye refaranduma gidip,istedikleri kurumları ellerini geçirdiklerini yazsaydın ellerin mi kırılırdı.