Halil BERKTAY
[24-25 Eylül 2016] Bir tür “devrim sonrası” (post-revolutionary) durum yaşadığımız yolundaki kanaatimi koruyorum. Tamı tamına değil, ama en çok bu kategoriye yakın. Çünkü 15 Temmuz darbesinin püskürtülmesi, hem de bu şekilde, halkın ayaklanması ve direnmesiyle püskürtülmesi, hükümetin elinde, tarihte çoğu zaman ancak devrimlerle oluştuğunu gördüğümüz türden bir iktidar konsantrasyonuna yol açtı.
Daha önce bu fikri İkinci Cumhuriyet’ten, Yeni Türkiye’ye başlıklı bir yazımda dile getirmiştim (2 Ağustos 2016). Sınırlı bir benzetmenin söz konusu olduğunu da uzun uzadıya anlatmıştım. “Devrimler büyük yıkıcı ve basitleştiricilerdir” demiştim: “Başka hiçbir şey olmasa, işte budur devrimlerin (her zaman değilse de bazen) yaptığı ve normal politika süreçlerinin hemen hiç yapmadığı, yapamadığı. Birçok yorumcu AKP’nin ilk ondört yılına da devrim veya devrim benzeri bir durum da dedi, biliyorum. Ama değildi ve neden olmadığı şimdi çok daha iyi görülebiliyor. Devrim değildi çünkü yeni kurum, anlayış ve pratikler getirse de eskilerini radikal biçimde tasfiye etmesi mümkün olamadı.” Şimdi ise böyle radikal düzleme ve eliminasyonlar artık mümkün. Madalyonun diğer yüzünde ise, büyük güç tabii büyük sorumluluk gerektiriyor.
Temel problem şu: Çürümüşlükler son derece açık. En temel bazı devlet ve toplum kurumları -- başta ordu olmak üzere, jandarma ve polis de dahil güvenlik güçleri; ikinci olarak savcıları ve hâkimleriyle yargı; üçüncüsü, okulları, yurtları (nedir o gizli odalar ve asansörler) ve öğretmen kadrolarıyla eğitim; hattâ (maalesef) ister o ister bu yöndeki ideolojik önyargılarıyla, aşırı politizasyonuyla, aktivizmi bilimin önüne geçirme eğilimleriyle, hoca-öğrenci ilişkisinin yer yer akademik sınırları aşıp “total” bir şeyh-mürit, bir yandaşlık ve takım tutma ilişkisine dönüşmesiyle yüksek öğrenim… Bunların hepsi şu veya bu ölçüde Türkiye’nin gelişme, kalkınma, demokrasi ve insanlık ihtiyaçları açısından güvenilirliğini yitirmiş bulunuyor.
Hemen bir noktanın altını çizeyim: FETÖ değil bunun tek sorumlusu. Birçoğu (a) askerin 1908’den beri bir “uygarlık misyonu”nu üstlenmesi, modern Türkiye’nin yukarıdan aşağı kurulmasında oynadığı rol nedeniyle kendini ülkenin efendisi sanması, bunun da 12 Eylül sonrasına uzanan Atatürkçü vesayet ideolojisi ve kurumlaşmasını beslemesi yüzünden; (b) üzerine, 1960, 70 ve 80’lerin sağ-sol kutuplaşmalarının binip hepsinin karmaşık biçimlerde içiçe geçmesi yüzünden, çoktan ve uzun süredir zehirlenmişti. (c) Gülen Cemaati de bu bozulmuşluktan yararlandı, boşluklara sızdı ve kendini alternatif olarak sundu.
Ne ki, 15 Temmuz’dan hemen sonra, sadece Gülenciliği suçlayan, FETÖ öncesi militarizmi ise elinden geldiğince kayıran, hattâ neredeyse yok sayan yeni bir söylem de türedi. AKP’nin içinde diyemiyeceğim, ama belki çeperinde, yer yer hükümet yanlısı medyada, tuhaf bir tür liberal/izm düşmanlığı oluşmakta (veya yeniden oluşmakta). Buna göre, geç dönem Osmanlı ve modern Türkiye tarihinde liberalizm, 19. yüzyılda dışarıdan dayatılan, kökü dışarıda bir ideoloji olagelmiş. Osmanlı ve Türk liberalleri de sırf yüzeysel Batı hayranları imiş. Topluma yabancı bu alafranga züppeliğin uzantısı,(İttihatçı merkeziyeti ve otoritarizmine karşı çıkan) Prens Sabahattin ve zamanla Damat Ferit tarzı ihanet olmuş. Bütün Cumhuriyet dönemi boyunca da liberalizm ve liberaller, hep aynı şüpheli, aşındırıcı rolü oynamaya devam etmiş. Son zamanlarda iseorduya ve askerî vesayete saldırının ardında hep aynı kötü niyet varmış. Batı veya uluslararası kapitalizm, hegemonyasını sağlamlaştırmak için “ulus-devletin tarihsel işlevini tamamladığı” gibi bir masal uydurmuşmuş. Liberal aydınlarımız da bu yalanın peşine takılmış. Karanlık güçlerin istekleri doğrultusunda, Türk ulus-devletini yıkmak için toplumun genetik kodlarıyla oynamaya girişmişler. Bunun için, 1990’lardan itibaren ve özellikle 2000’lerde, askere ve militarizme karşı saldırıya geçmişler. Zira anlaşılan, ordunun özel ve mümtaz yeri, o “genetik kod”ların bir parçasıymış! Yani aslında askerî vesayet rejimi diye bir şey yokmuş veya kötü değilmiş; bunu bir umacı gibi göstermek dezenformasyonmuş, hayalî bir yeldeğirmeninden ibaretmiş. Ne ki, liberal aydınların saldırıları her nasılsa ordu karşıtı bir ortam yaratmış; dolayısıyla FETÖ’cülerin kumpaslarına imkân sağlamış. Balyoz ve Ergenekon dâvâlarının, daha genel olarak 2002-2007 arasındaki darbe hazırlığı iddialarının (güya) hiç aslı astarı yokken, silâhlı kuvvetlerin beli kırılmış. Bu da 15 Temmuz darbesinin önünü açmış. Yani bu sonuçtan en fazla, ulus-devleti yıkmaya çalışan enternasyonal kapitalizmin işbirlikçisi bir takım kötü niyetli liberallersorumluymuş.
Birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum. Birincisi, Oral Çalışlar ve Fırat Erez’in de yazılarında zaman zaman parmak bastığı aşırı Batı ve aşırı ABD düşmanlığı, keza bu kesimden geliyor.
İkincisi, buradaki sözümona tarih tahlili veya yorumu, bazı yarım-doğruların kabalaştırılarak abartılmasından ibaret. Açıkçası, vülger ve yüzeysel bir amatörlük söz konusu. İdeoloji, siyasete indirgenemez. Başka bir deyişle, ideolojik sirayet sırf politik dayatma ve komplolarla açıklanamaz. Ayrıca, ideolojilerin uzun vâdeli değeri ve rolü, bazı mensuplarının bazı dönemlerde yaptıklarıyla, oynadığı rollerle de ölçülemez. Ben bir liberal değilim. Liberalizmi yüzde yüz doğru olarak kavramak ve yorumlamaktan hayli uzağım. Ama liberalizm aynı zamanda önemli bir insanlık ve modernite damarıdır. Modern demokrasiyi büyük ölçüde liberalizm yarattı veya esinlendirdi. Türkiye, liberalizmin (genel olarak hürriyet, bunun parçaları ve tamamlayıcıları olarak temel hak ve özgürlükler, hukuk önünde ve siyasal eşitlik ve demokrasi gibi) vazgeçilmez siyasî değerlerinden beslenmenin önünü kapatamaz. Bu sonuca yol açacak her türlü sözde-tarihçilik veya sözde-sosyal bilimcilik, çürüktür, sakattır, acemice hokkabazlıklardan ibarettir.
Üçüncüsü ve daha da önemlisi, bu, katıksız bir İttihatçı ve Kemalist tarih anlatımı, daha doğrusu jakoben tarih çarpıtmasıdır. Ahmed Rıza’lardan Recep Peker’lere kadar, bütün merkeziyet ve otoritarizm yanlıların “ferdiyetçilik” diye tanımladıkları liberalizme (ve liberalizmin ardında demokrasiye) “inkılâpçılık” adına yönelttikleri saldırıların tekrarından başka bir şey değildir.
Dördüncüsü, bu kadar koyu ve ölçüsüz bir liberalizm düşmanlığının uluslararası akrabalıkları da son derece habis ve meşumdur. 1920’ler ve 30’larda hem ekonomik hem siyasal liberalizm, gerek aşırı sağ ve gerekse aşırı soldan saldırıya uğradı. Bir yanda Faşizm ve Nazizm, diğer yanda Komünizm, liberalizme ve liberal demokrasiye düşman kesildi. Piyasa ekonomisi ayrı, parlamenter demokrasi ayrı topa tutuldu, karalandı, üzerlerinde tepinildi. Sonuç malûm. İkisi de gitti, çöktü, yokoldu; buna karşın piyasa ekonomisi de, liberal demokrasi de (bütün eksik ve zaaflarına karşın) ayakta. Çünkü sorun mükemmel olmaları değil; en azından kötünün iyisi olmaları, ya da elimizdeki en iyi opsiyonlar olmaları. Daha iyisini yaparız iddialarının kof çıkmış; çok çok daha kötülerine dönüşmüş olması. Son iki aydır tırmanışa geçen yeni liberalizm düşmanlığı ve liberal avcılığı denemeleri, bu dersleri unutmuşa benzemekle kalmıyor. Maalesef bu müfrit liberalizm düşmanlığında, özellikle (hiper-milliyetçiliğin en aşırı biçimi olarak) Faşizm ve Nazizmden kalma tonlamalar öne çıkıyor.
Beşincisi, yukarıda özetlediğim ve jakoben İttihatçı-Kemalist zihniyetin hık demiş burnundan düşmüş olduğunu söylediğim anlatı, 20. yüzyıl tarihi boyunca Türkiye siyaset sahnesinin merkez-sağında liberalizm ile dindar muhafazakârlık arasında varolan simbiyotik ilişkiye tamamen ders düşüyor. Gerçek şu ki, 1908’den sonra hemen her aşamada, her büyük krizde, her dönemeçte, zamanın liberalleri ile zamanın iman sahibi Müslüman muhafazakârları şu veya bu ölçüde elele verdiler. Bazen ikisi aynı kişilerdi; bazen ise liberaller diğerlerinin inanç özgürlüğünü savundu, Müslüman muhafazakârlar da liberallerin kitle desteğini oluşturdu. Bu ittifak 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda da gözlendi, 1930’da Serbest Fırka’da da gözlendi, 1946/50 - 1960 arasında Demokrat Parti’de de gözlendi, 1961’den itibaren Adalet Partisi’nde de gözlendi, 1982’den itibaren ANAP’ta da gözlendi. Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal -- neydi merkez-sağın bu önemli isimleri; bir bakıma hem liberal, hem dindar-muhafazakâr değiller miydi? Nitekim bu bileşim yüzünden, derece derece hepsi hem Kemalist jakobenizmin, hem Marksist solun saldırısına uğramadı mı? Emin Çölaşan ve benzerlerinin “liboş” sataşmalarını ne zaman unuttuk? Liberallik, sol için de enikonu bir küfür sözcüğü değil miydi? Özellikle Marksist solun geliştirdiği “komprador/işbirlikçi burjuvazi ile yarı-feodal gericiliğin ve toprak ağalığının ittifakı” söylemi, tam da bu liberalizm + dindar muhafazakârlık ilişkisini hedef almıyor muydu?
Altıncısı ve en önemlisi, aynı simbiyotik ilişki 2000’lerin başında da AK Parti’ye intikal etti ve iktidar yürüyüşünün dayanaklarından birini oluşturdu. Bir kere, AKP’nin kendisi önemli ölçüde liberaldi ve liberal olmaya devam ediyor (esasen bu yüzden, gene sol tarafından uzun süre neo-liberal diye kötülendi, halen de kötülenmekte). İkincisi, gerek sol aydınların bir bölümü, gerekse gerçek liberal aydınlar, siyasal liberalizmin çağdaş demokrasiye malolmuş özgürlük ve demokrasi ilkeleri adına uzun süre AKP’ye omuz verdiler -- tam da, FETÖ öncesi orduda mevcut, hiçbir şekilde uydurma olmayan, son derece net darbecilik eğilim ve özlemleri karşısında. Buna karşılık (Kemalizm ile Marksist solculuğu bileştiren) ulusalcılık ya da sol-milliyetçilik, her zaman AKP’nin tam karşısında yer aldı. Tarihsel saflaşma bu şekilde gelişmişken, şimdi sözünü ettiğim koyu ve katı liberalizm düşmanlığı neyin peşinde koşmakta? AK Parti’nin gerçek tabanına, hangi sahte projeyi yutturmaya ve bu suretle kendi tarihini unutturmaya çalışıyor?
Son tahlilde bu, AK Parti saflarına sızmaya çalışan bir ulusalcılık; ya da, 15 Temmuz’un yarattığı endişe ve tedirginliklerden yararlanarak ulusalcılığın itibarını iade etme, AK Parti’yi de gerisin geri ulusalcılık ve ulusalcı militarizm saflarına çekme, ulusalcılıkla sarıp sarmalama, esir alma çabalarının tezahürü. Kökten yanlış ve sakat; neredeyse eksiksiz bir nasyonal sosyalizm imalâtı. Bu meseleye Alper Görmüş dikkat çekmeye başladı son haftalarda. Önce Kemalist subaylar sahnede: Bit pazarına nur yağıyorgözleminde bulundu (7 Eylül). Ardından, doğrudan doğruya AK Parti saflarından yükselmeye başlayan itirazların Hasan Fehmi Kinay’ın 14 Eylül tarihli bir yazısına yansımasından hareketle, Bir “rüzgâr eken fırtına biçer” hikâyesi’ni kaleme aldı (19 Eylül 2016). Hepsine katılıyorum, hepsi çok önemli uyarılar. Dahası, bunun pek böyle gidemiyeceğini; cumhurbaşkanı ve başbakanıyla hükümet ve AK Parti liderliğinin, çok uzak olmayan bir gelecekte, AKP hareketinin asıl tabanının niyet ve özlemleri, AKP’yi bugünlere getiren esas demokratik çizgi ve ana mecra ile bu neo-ulusalcı otoritarizm ve kutuplaşmacılık yapıştırması arasında bir tercih yapmak durumunda kalacağını sanıyorum.
Fakat bunları âdetâ “geçerken” yazdım, yeri geldiği için. Asıl, birkaç yazı boyunca, başlangıçta sözünü ettiğim “devrim sonrası durum”da, AK Parti’nin devleti temizleme ve yenileme çabalarına (bu çabaların kapsamı ve şiddetine, ya da aşırılık olasılığına, “dar çizgi” ve “geniş çizgi” sorunlarına) ışık tutabileceğini düşündüğüm bazı tarihî örnekler üzerinde durmak istiyorum.
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları






























































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024