Halil BERKTAY
[2 Nisan 2017] Taş gibi bir gerçek duruyor karşımızda. Hazmı zor bir gerçek. Türkiye tarihsel Faşizmi ve tarihsel Nazizmi yaşamadı. Doğru. Ama bu, işin sadece bir yönü. Madalyonun diğer yüzünde, 1930’ların Tek Parti yönetiminin pekâlâ ciddî faşizan boyutları vardı. Hem de bugünkü Almanya ve Hollanda’dan çok fazla, mukayese edilemeyecek kadar fazla faşizan boyutlar taşıyordu.
Her şeyden önce, adı üstünde, bir Tek Parti yönetimiydi. Bal gibi diktatörlüktü (*). Seçimler göstermelikti; Sovyetler Birliği ve sonraki komünist rejimlerde partili adayların yüzde 99’la “seçilmesi”nden farksızdı. Korporatizm parti (CHP) ve devlet teşkilâtlarının kaynaştırılmasına kadar uzanıyordu. Temel hak ve özgürlükler sayısız yasakla kuşatılmıştı. Basın çok sıkı denetim altındaydı; sinema sansüre tâbiydi; demokrasi talep etmek, böyle bir temenniyi dile getirmek (1945’e kadar) olanaksızdı. Almanya ve İtalya sadece Recep Peker için değil, (belki Atatürk dışında) pek çok CHP ileri geleni için de hayranlık duyulan, taklit edilecek bir modeldi. Rejim sürekli olarak bu örneklerden besleniyor; Faşizmin ve Nazizmin hepsi değilse de bazı kavramlarını kendi vokabülerine katıyordu. Ortalıkta bunca güçlü lider kültü varken, Mustafa Kemal (ki daha Atatürk bile değildi), yaşarken heykeli dikilen ilk devlet adamı olmuştu. 1938’de öldüğünde Meclis tarafından kendisine Ebedî Şef ünvanı verilecek, aynı anda halefi İnönü’ye de Millî Şef sıfatı yakıştırılacaktı. 11 Kasım 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi, pek az maskelenmiş bir tarzda gayrimüslim zenginleri hedef alan ırkçı bir yasaydı. Ödeyemeyenlerin borçları karşılığında zorla çalışmaya gönderildiği Aşkale de enikonu bir toplama kampıydı. Bütün bir “kamp sistemi” değildi. Ama kâh Nazizmden, kâh Stalinizmden esinlenerek kurulmuştu.
Bütün bunlarla birlikte, bir tarihçi olarak gene de Tek Parti yönetimi ve dönemine toptan Faşizm veya Nazizm diyemem. Tutmayan birçok yanı da vardı. Kemalizm ve Kemalistler pleb değil patriçiydi, popülist değil elitistti; “halk için, halka rağmen”ciydi; partinin sağa sola saldırtılan kalabalık ve daimi bir paramiliter kanadı yoktu; (Erik Jan Zürcher’in Turkey: A Modern History’sinin bir yerinde isabetle kaydettiği gibi) liderler açık hava mitinglerinde saatler boyunca muazzam kalabalıkları kendinden geçirecek çılgın konuşmalar yapmak yerine, küçük kapalı salon toplantılarında kendi emsallerine seslenmeyi ve seçkinler arasında konsensüs sağlamayı yeğliyordu.
Mustafa Kemal ampirist-realist, ampirist-materyalist bir felsefî yapıya sahipti. Hayattayken “izm”leştirilmeyi kabul etmemişti. Diktatörlük “tammüden diktatörlük” veya “teorili bir diktatörlük” değildi. Başka bir deyişle, diktatörlüğün pragmatizm dışında (yani halkın henüz demokrasiye hazır olmadığı, inkılâpların ise yukarıdan aşağı empoze edilmesi gerektiği gibi argümanlar dışında), daha özel bir teorisi ve uzun vâdeli bir raison d’être’i, varlık nedeni yoktu. Demokrasiyi toptan kötüleyip reddetmiyor; “ileride” ulaşılacak hedef sayıyordu. Önemsiz deyip geçmeyelim; aslında bunlar önemli farklardı. Nitekim, gene bu hususla bağlantılı olarak,herşey keyfî de değildi. Paradoksal gelecek ama, demokrasi olmasa da belirli bir hukuk devleti çerçevesi son tahlilde mevcuttu. Ne kadar kendileri oluşturmuş olurlarsa olsunlar, Atatürk de, İnönü de esas itibariyle bu çerçeveye riayet ediyordu. Meşruiyetçi politikacılardı. Devletçi kalkınmacılıkları, “benden sonra tufan” mantığıyla kısa vâdeli bir savaş örgütü değil, uzun vâdeli bir devlet inşası, kalıcı bir kurumlaşma arayışı içinde olmaları anlamına geliyordu.
Irkçılık var mıydı? Vardı tabii. Ama burada da biraz dikkatli olalım. Türk milliyetçiliğinin etnik-ırkçı olmayan (Ne mutlu Türküm diyene) ve etnik-ırkçı, hattâ kafatasçı olan (Türk Tarih Tezi, Güneş-Dil Teorisi) varyantları yanyana barınıyor; resmî anlayışlar ikisi arasında gelip gidebiliyordu. Atatürkçülüğün bir üstün ırk ve dünya hâkimiyeti projesi yoktu (ve reel durum itibariyle olamazdı); sadece lâfta ve Türk Tarih Tezinin geçmişe dönük muhayyel fetihleriyle (Sümerlerin, Etrüsklerin, Akaların, Amerika kızılderililerinin, Buda’nın veya Konfüçyüs’ün vb Türkleştirilmesiyle) sınırlı kalıyordu. Güncel hayatta, Türk ırkçılığının gazabı daha çok gayrimüslimlere (Rumlara, Ermenilere, Yahudilere) ve Kürtlere yönelikti (Şeyh Sait ve Dersim; 1930’ların Trakya Olayları; bir kere daha varlık Vergisi ve “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyaları).
Dış politikada da rejim, Mihver devletlerine angaje değildi. Türkiye 1930’larda Üçüncü Reich’ın gölgesinde ve nüfuz alanında sayılamaz. Partide, orduda ve kamuoyunda (Yunus Nadi’nin ve Cumhuriyet gazetesinin borazanlığını yaptığı) güçlü bir Alman-Nazi hayranlığı vardı gerçi. Nihal Atsız ve Alparslan Türkeş gibi Turancılar, Alman ordularıyla birleşip Sovyet Rusya’nın “esir Türk”lerini kurtarma peşindeydi. Ama devlet esas olarak kendi varlığı ve (çeşitli anlamlarda) göreli özerkliğini korumaya; Balkanlara dayanan Nazi ordularının işgaline uğramamakla birlikte Batı demokrasilerinden de kopmamaya özen gösteriyordu. Nitekim (1942-43 kışının) Stalingrad dönüm noktasından sonra Müttefiklerin yükselişine hızla adapte olacak; (1944)’te Turancıları Sansaryan Han’ın “tabutluk”larına kapatırken kendisi (1945’te) soluğu San Francisco konferansında alacaktı.
Sonuçta, evet, yarım bıraktığım o cümle çok yanlış değil galiba. Faşizm ve Nazizmden güçlü esinti ve serpintiler 1930’larda bu memlekete de ulaştı. Lâkin temelde Türkiye halkının gerçek ve kapsamlı bir Faşizm deneyimi olmadı. Dört dörtlük bir Faşist diktatörlüğü yaşamadı. Faşist bir kitle hareketinin çizmeleri altında inlemedi; Wehrmacht’ın işgaline uğramadı; Gestapo’yla, SA ve SS’lerle, Einsatzgruppen denen özel ölüm mangalarıyla tanışmadı. Toplama ve ölüm kamplarına tıkılmadı. Gaz odalarına yollanmadı. Ama...
Ama Avrupa hepsini gördü, yaşadı, çekti bunların. Almanya yaşadı. Hollanda yaşadı. Küçülen bir dünyada muhtaç ve mecbur olduğumuz empati uğruna, tam olarak neler yaşadığını, biraz daha ayrıntılı anlatacağım.
NOTLAR
(*) Bundan birkaç hafta önce, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Nazizm konuşmalarıyla aşağı yukarı aynı sıralarda, Başbakan Binali Yıldırım’ın da diktatörlükle ilgili bir konuşmasına tanık oldum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı diktatörlük suçlamalarına karşı savunurken, (mealen) “hiç halkın seçtiği ve sevdiği bir lider olur mu” diyordu. Cumhurbaşkanını savunma duruşu başka; bu açıklama ve savunma tarzı başka. İkincisi yanlış, külliyen yanlış. Ve çok yaygın, çok popüler bir yanılgı. Yeri gelmişken hatırlatayım ki yıllardır Kemalistler de Tek Parti rejiminin pekâlâ diktatörlük demek olduğuna, Atatürk’ün arkasına saklanıp aynı gerekçeyi ileri sürerek karşı çıkıyorlar: (mealen) “Halk Atatürk’ü bu kadar seviyordu; hiç böylesine sevilen bir lider diktatör olur mu?” Pekâlâ olur. Sanıyorlar ki diktatör/lük, bütün halkın nefret ettiği ve sadece polis-ordu gücüyle ayakta durabilen bir kişi veya kurumdur. Hiç de öyle değil. İşin özü sevilip sevilmemek değil, bir yetki ve iktidar konsantrasyonu sorunudur. Dolayısıyla tarihteki pek çok diktatörlük bu sevilmeme/seçilmeme kalıbına uymaz. Bazı Latin Amerika cuntaları öyledir belki (örneğin Şili’de General Pinochet), ya da Yunanistan’daki “albaylar rejimi” (1967-1974), ya da CIA ile işbirliği içinde Musaddık’ı devirip yerine başbakanlığa oturarak İran şahı ve rejimini kurtaran General Fazlullah Zahidi (1953-55). Bilemiyorum. Ama büyük çoğunluğu tersine, zamanlarında gayet de popüler olagelmiştir diktatörlerin. Çok uzaklara gitmeye ne gerek var; 12 Eylül 1980 darbesi ve rejiminin lideri Kenan Evren, hem de askerî müdahaleyle geldiği halde, hayli popüler bir diktatör tipinin burnumuzun dibindeki örneğidir. Uç noktada, eğer halk tarafından sevilip sevilmeme, desteklenip desteklenmeme ciddiye alınır bir argüman olsaydı... Hitler ve Stalin’i de dikttatör saymamamız gerekirdi. Çünkü, biz inanmakta zorlanabiliriz ama, çok da seviliyorlardı ve etraflarında muazzam hayranlık hâleleri, kişiye tapma hâleleri oluşmuştu. Richard Overy’ye kulak verelim (The Dictators, 2004, s. xxxiv-xxxv): “Yöneten ile yönetilen arasındaki ilişki karmaşık ve çok boyutluydu; sırf terör ve boyun eğmeden ibaret değildi. Bugün artık hiç kuşku yok ki her iki diktatörlük, yönettiği halkın çoğunluğunun desteği ve işbirliğini kazanmış olması sayesinde ayakta durabiliyordu; varlıklarının biricik nedeni yarattıkları korku değildi. Her ikisi, kendi meşruiyetinde dair güçlü inancını, nüfusun büyük bölümüne teşmil edebilmişti...”
Yazarlar
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları




























































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024