Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Darbe girişimleriyle arasına mesafe koymamak
12.10.2013
2457

 Demokratik bir anayasa yazmakla görevli Uzlaşma Komisyonu’nun, diktatörlük rejiminden çıkan İspanya’nın yeni anayasasını halkoyuna sunulması dâhil tamamladığı 18 aylık bir süre içinde, ancak 59-60 maddede uzlaşmış olması içler acısı bir durumu ortaya koyuyor. Ayrıca CHP ve MHP’nin12 Eylül darbesiyle iktidara el koyan generallerin onayıyla yapılmış olan mevcut anayasamızın değiştirilemez buyurduğu ilk üç maddeyi yenisine taşımak için çaba harcadığı göz önüne alınırsa evrensel ölçütlere dayalı demokratik bir Magna Carta konusunda da tam bir mutabakat olmadığı görülüyor. Hatta CHP ve MHP’nin bu tutumlarıyla asker-sivil ilişkilerinin demokratik olmadığı, askerin siyasete sıkça müdahale ettiği, muhtıralar verdiği ya da darbeler yaptığı eski Türkiye’den yana olduğu izlenimi ediniliyor.

“Demokrasi postuna bürünmüş kırmızıçizgili muhalefet” başlıklı yazımda vurguladığım gibi, bu iki partinin darbe anayasasının ruhunu içeren maddelerinin korunmasına ilişkin görüşleri örtüşüyor, demokratikleşme paketine yaklaşımları benzeşiyor. CHP, milliyetçilerden katı laik tutumlarıyla farklılaşan, bunu da sol sanan (veya bize sol diye yutturan) ulusalcı tabana sahip bir parti. Vitrine koyduğu sesleri çıkmayan birkaç isimle sosyal demokrasinin önünü tıkıyor. CHP’ye şimdi bir de DP kökenlilerin yamalandığı düşünülürse bu iki partinin aşırı sağdan kendini solda sananlara kadar geniş bir yelpazeyi eski Türkiye ekseninde bir araya getirmeye çalıştığını söylemek mümkün. Yargıtay’ın son Balyoz kararına tepkileri de bu çizgiye tıpatıp uyuyor.   

“Darbe girişimi iftira”söylemi

Her mahkeme kararı gibi Yargıtay’ın Balyoz kararı da eleştirilebilir elbette.  Ancak gerekçeli kararın özünü oluşturan darbe girişiminin doğru olmadığını söyleyebilmek için bu dünyada değil ayda yaşıyor olmak gerekir. Yüksek Mahkeme’nin darbeyi gerçekleştirmek için TSK içinde yasa dışı bir yapılanmaya gidildiği, planlama yapıldığı, cebir ve şiddet kullanılması kaçınılmaz olan son aşamaya kadar gelindiği saptaması neden yanlış olsun ki. Bizler benzeri yapılanmaların klasiğinden post modernine kadar darbelerini, elektronik olanına kadar muhtıralarını yaşamadık mı?

Savunma tarafının baştan beri yaptığı gibi darbe girişimini, sahte belgelere dayanan “asrın iftirası” olarak nitelemesi dâhil, karara karşı her türlü tepkiyi göstermesi ve mahkûmların iç hukuk yollarını tükettikten sonra AİHM’e kişisel başvuru haklarını kullanmaları son derece doğal kuşkusuz. Hadımköy cezaevinde tutuklu askerlerin “hukuku katleden- bilimi reddeden adalet” başlıklı açıklaması da öyle; her ne kadar içeriğine katılmak mümkün olmasa da.

Yargıtay savunma tarafının başından beri dayandığı sahte evrak ve eksik kovuşturma iddiasını yerinde bulmuyor. Dijital delillerin elde edilişini hukuka ve usule uygun görüyor. Bu konuda AİHM’in de Çetin Doğan’ın makul suç şüphesi bulunmadığı iddiasıyla daha önce yapmış olduğu başvuruyu darbe iddiasının somut delillere dayandığı gerekçesiyle reddettiği dikkate alınırsa, savunma tarafının işi pek de kolay görünmüyor.

Hal böyle iken, özel yetkili mahkemenin sahte delil ürettiği, Yargıtay’ın buna onay verdiği iddiasına bu aşamada destek vermek, özellikle siyasi partiler açısından kolay değil. Böyle bir destek, siyasi partilerin darbe girişimleri ile aralarına mesafe koymadıkları izlenimi verebilir ki demokratik bir ülkede bunun karşılığı sandıkta cezalandırılmadır elbette.

CHP cephesinden gelen tepkiler

Gel gör ki Silivri sanıklarına verdiği desteği Balyoz mahkûmlarından da esirgemeyen bir CHP var karşımızda. Bu desteğin darbeleri ve darbe girişimlerini kapsamadığı vurgusunu yapma ihtiyacı bile duymayan CHP’liler çoğunlukta. Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, sahte delil iddiasına tümden sahip çıkanlardan;“ Yargıtay tarafından bu konuda bir karar verilmiştir. Sahte delillerle de karar verilebilir kararı” diyebiliyor. Yetmiyor, “bu ülkede tecavüzcüyseniz, katilseniz korkmanıza gerek yok, ancak halkı aydınlatan gazetecilerseniz ve hukuku savunan kahramanlarsanız ceza almanız elzem. Bu karar yargının kararı değil, iktidarın kararıdır“ diye ekleyebiliyor. Ama bu söylediklerinden ne kendisinin, ne de partisinin “darbelere ve darbe girişimlerine karşı olduğu gibi bir anlam çıkmıyor.  

Tarhan’a göre ortada ne darbe var, ne de girişimi. Bu ülke darbelerden, siyasete sürekli müdahale eden askerlerden çok çekmiş, umurunda değil sanki. Bir tarafta AKP’ye bağlı yargı, öte tarafta AKP düşmanları var, kim oldukları önemli değil. Ama Tarhan’a da haksızlık yapmayalım, Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç da yargının siyasi iktidara bağlı olduğuna dair sözler sarf ediyor. Hatta bunun nedenini 12 Eylül referandumuyla anayasada yapılan değişiklikler olarak açıklıyor. Sonra kalkıp anayasa değişikliği paketine “evet” demiş olanları eleştiriyor. “Yetmez ama evetçilerin kulakları çınlasın, yargının bugün ulaştığı tabloyu gözler önüne sermesi açısından vahim bir tablo içindeyiz.”

Tuhaf ama CHP’de geçmişle, hangi iktidara karşı olursa olsun darbelerle, darbe girişimleriyle yüzleşmek, böyle bir nosyon oluşmadığı için mi bilmem ama hiç dile getirilmiyor. Demokrasi açısından tam bir facia olan Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararını, böyle bir kararı alması için mahkemeye en hafif tabiriyle baskı yapanların kabul edilemez müdahalesini, demokrasiye bir başka darbe olan AK Parti’ye kapatma davasını eleştiren yok.

Bugüne kadar darbeye atıfta bulunduğunu duyduğum tek CHP’li, Grup Başkanvekillerinden Akif Hamzaçebi, “TSK’yı darbeyi düşünenlerden kurtarmak gerekir. Darbeyi düşünenlerin TSK’da yeri olmamalıdır, bunlar tasfiye edilmelidir” şeklinde iki cümle kuruyor hiç olmazsa.  “Ortada darbeye teşebbüs suçunun delilleri yoktur” demesine karşın belki buna da şükretmek gerekir çünkü CHP milletvekillerinin sözleri genelde darbeleri olumlamak şeklinde yansıyor kamuoyuna. Bunu yapan kendileri, sonra kalkıp da neden bu kadar az oy aldıklarına şaşırıp kalmasınlar.      

MHP cephesinden gelen tepkiler

MHP Genel Başkanı, Yargıtay’ın tutuklu milletvekilleri Engin Alan’ın mahkûmiyet kararını onaması başta olmak üzere Balyoz kararını TSK’ya verdiği desteği de yineleyerek eleştiriyor. MHP de CHP gibi yargıyı siyasi iktidarın emrindeymiş gibi göstermeyi yeğliyor. Ama ayrıca çözüm sürecine de karşı çıktığı için PKK ile TSK’yı karşılaştırmak gibi kışkırtıcı bir söylem de kullanıyor.

Devlet Bahçeli önceki gün Manisa’da darbecilerle masumlar ayırt edilmeden Türk ordusuna operasyon yapıldığını öne sürerek, “yıllardan beri değişik isim ve tanımlama altında yürüyen darbe davaları Türk ordusunu suç teşekkülü, darbe yuvası ve demokrasi karşıtı bir yapı olarak göstermiştir” dedi. Bahçeli çözüm sürecini kastederek, “teröristler rahata kavuşurken, terörle mücadele eden kahramanların darbeci suçlamasıyla cezaevlerine koyulmasını” da eleştirdi.

MHP cephesinde çözüm süreci ile Balyoz kararı arasında kurulan zoraki ilişki, PKK ile Ergenekon ve Balyoz sanıklarını kapsayacak bir genel af çıkarılacağı gibi bir komplo teorisi ile destekleniyor. Kocaeli milletvekili Lütfü Türkkan, Balyoz kararının “toplumu genel affa hazırlamayı amaçladığını” söylüyor. Ama “İmralı’daki caninin kurtarılması için genel affa razı olmayız” diye de ekliyor. MHP cephesinde Başbakan Erdoğan’ı Yüce Divan’a, ardından İmralı’ya göndermeyi hayal edenler de var. Bu hayallerini açıkça dile getirmekten de hiç çekinmiyorlar.

Özet olarak belirtmek gerekirse, CHP ve MHP temsilcilerinin Yargıtay’ın Balyoz kararına tepkileri, yeni anayasa, demokratikleşme paketi, çözüm sürecindeki tutumlarıyla ve Silivri sanıklarına verdikleri destekle son derece uyumlu. Yargının siyasi erkin güdümünde olduğu iddiasından hareketle, Balyoz mahkûmlarının yanında yer alıyorlar. Bu tutum eski Türkiye’yi gereken süratle olmasa da değiştirmeye çalışan AK Parti karşısında birleşmelerini sağlıyor.

Gel gör ki bu tutumun bir eksiği var: o da yukarıda altını çizdiğim gibi darbeler ve darbe girişimleriyle aralarına mesafe koymamaları. Yargıtay kararını eleştirerek, ister istemez TSK mensubu mahkûmlardan yana tavır almaları, darbe karşıtı kararlı bir duruş sergilemelerine engel oluyor; tıpkı Silivri sanıklarına verdikleri destek gibi.

Ama bu ikircikli tutumlarının olumsuz etkilerini yaşıyorlar, yaşamaya devam etmeleri de kaçınılmaz. Çünkü Eski Türkiye’den, darbelerinden ve siyasete müdahale eden elitlerinden bıkmış, evrensel demokrasiyi talep eden bir seçmen kitlesi var. Bu seçmen darbelere karşı tavır alamayan siyasi partilere sandıkta ardı ardına ders veriyor. Haluk Koç, “yetmez ama evetciler” diye dalga geçiyor belki ama 12 Eylül 2010 ruhu yerel seçimlerde geri dönebilir.  Seçimler yerel evet ama darbelerle arasına mesafe koymayan yerel yöneticileri neden seçelim ki?

 

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar