Cemil ERTEM

20. yüzyılın kucağımıza bıraktığı sorunlar
1.12.2010
2590

Bu hafta bütün bu toz duman arasında, biri dışarıda diğeri içerde, çok önemli iki gelişme öne çıktı. Bu iki gelişme, aslında birbirinin içine geçerek adeta bir gordion düğümü olan sorunları ayrıştırıyor ve olası sonuçları da ortaya çıkartıyor. Birinci gelişme tabii ki K. Kore sorunu. İkinci gelişme de “içerde” generallerin açığa alınması ve bunu CHP’nin “sivil” darbe olarak değerlendirmesi. Bu iki önemli gelişmenin, tarihsel ve epistemolojik olarak, kökeni aynı. Yani 20. yüzyılın kucağımıza bıraktığı iki sorun bu. K. Kore gibi bir “şey” ile CHP gibi nasyonal-sosyalizmden korparatist devletçiliğe kadar birçok 20. yüzyıl musibetini bünyesinde barındıran zombi bir yapının amorf ideolojisinin ürettiği sorunların kökeni, bir anlamda, aynı aslında.

K. Kore özünde bir sorun olmaktan ziyade bir “sorunsal”. Yani tek başına süreci belirleyecek ve çözümü ile sürecin diğer sorunlarını çözme doğrultusundaki dinamikleri harekete geçirecek tarihsel bir problem K. Kore.

K. Kore’nin ABD Başkanlık seçimlerine yakın bir tarihte saldırması beklenen bir gelişme idi. Bu zamanlama, K. Kore’nin, sanıldığı gibi, hiç de yalıtılmış, yalnız bir ülke olmadığını anlatıyor bize.

Ben K. Kore’nin yalnız hareket ettiğini sanmıyorum. K. Kore, aslında 20. yüzyıldan kalma bir ülke. Yani tam da Bush’la birlikte iktidardan düşen ve ilk sırayı bilgi teknolojilerine bırakan silah, petrokimya gibi eski kontrol sanayilerini ayakta tutan bir devlet K. Kore. İşte bu devlet ve bu devletin silahlanmaya dayalı ekonomisi, Obama’nın işbaşına gelmesiyle telaşa kapılan silah sanayiine dayanıyor ve hem silah sanayiini besliyor hem de ondan besleniyor.

Bu cümleden olmak üzere, K. Kore’nin artan tehdidi ve son saldırısı kesinlikle bu ülkenin tek başına yürüttüğü bir operasyon değildir. K. Kore, Bush’la birlikte iktidardan düşen neocon siyasi yapısının doğal bir uzantısıdır ve buraya bağlı olarak hareket etmektedir.

Bu yapı, doların güçlü bir rezerv para olarak devam etmesini istemektedir. K. Kore saldırısının hemen arkasından AB krizinin ayyuka çıkartılması ve doların güçlenmeye başlaması sizce tesadüf mü; bence hiç değil. ABD devleti ve Obama yönetimi, yeni bir paradigmaya geçmek istiyor. Bu küresel kapitalizmin geleceği için gerekli. Ama silah, petrokimya, demir-çelik gibi geri kontrol sanayileri ve başta İsrail olmak üzere “terörist” yapı ve devletler buna karşı direniyor.

Sonuçta K. Kore saldırısı da budur; Türkiye’de hâlâ çözülmeyen ve direnen asker-yargı oligarşisi ve bunların sözcüsü siyasi yapılarda aynen budur. İşte bu anlamda K. Kore bugün insanlık için çok büyük tehdittir. Ama gerçek tehdit bu “terörist” ülkenin arkasında olan silah ve petrokimya sanayiine dayanan neocon yapısıdır.

Bu yapının Avrupa’daki karşılığı Sarkozy gibi siyasi liderlerdir. Bunlar da Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkarken, gerçek tehdidi saklamakta ve İran’ı Türkiye üzerinden tehdit olarak göstererek bir taşla iki kuş vurmaya çalışmaktadırlar.

Ancak tam burada Almanya makas değiştirmeye ve Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyerek bu yapıdan kopmaya çalışıyor. Çünkü Almanya artık hasta Avrupa’nın yükünü omuzlamaya niyetli değil. Çok yakında Almanya’nın, Merkel’e rağmen, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini göreceğiz.

Lizbon’da Türkiye’nin NATO içindeki önemi ve gücü arttı ve dediği oldu; bu aynı zamanda Türkiye’nin AB üyelik sürecinin kısalması anlamına geliyor.

Ama önümüzde K. Kore örneğinde olduğu gibi çok çetrefil ve hayli geri dönüşleri olan bir süreç var. Bu süreç, 2012 ABD Başkanlık seçimlerini de belirleyecek. Dolayısıyla Obama işbaşına gelmesin diye yine K. Kore ve “meçhul” terörist saldırılar görebiliriz.

Şimdi tam burada “içeriye” dönelim. Başbakan’ın Lübnan ziyareti önemlidir. Bu, İsrail’e ve yukarıda anlattığımız yapıya rağmen yeni bir Ortadoğu oluşturma iradesidir. Bu irade, aynı zamanda, asker vesayetine dokunan iradedir. Burada CHP gibilerinin düştüğü durum, Ortadoğu’da İsrail’in ve Sarı Deniz’de K. Kore’nin düştüğü durumdan farklı değildir.

Bu arada nasyonal-sosyalist CHP’nin marjinal kopyalarına da değinmek gerekiyor.

Mesela bir sahte T“K”P var. Bu yapı 12 Eylül sonrası, kotarılan “derin” operasyonlardan birisidir ve aynı zamanda dünya siyasi tarihinin en büyük sahtekârlığıdır. Yani T“K”P bir 12 Eylül çocuğudur. Dünya komünist partilerinde kongre geleneği vardır. Yani partiler geleceklerine kongrelerle karar verirler. Gerçek TKP yaptığı son kongrede TBKP adını almıştır. TBKP’nin hikâyesi ise ayrıdır. Şimdi bu sahte T“K”P 90. yıl kutlamaları falan yapıyor ya; kesinlikle doğru değil. Onların hikâyesi 12 Eylül’de başlar.

Bu haftanın bir diğer sürprizi ise Mehmet Baransu’nun Hanefi Avcı’yı gerçekten anlatan kitabı oldu. Baransu’nun kitabını okuyun; orada solun bir kısmının hazin hikâyesi de var.

İşte 12 Eylül, arkadaşlarının katilini öven, onun kitabını basan 12 Eylül çocukları yarattığı gibi sahte “komünist” partileri de yarattı.

www.cemilertem.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • Nihat Taştan

    Nihat Taştan

    29.08.2014 15:50

    eline ve yüreğine sağlık memet hocam, aklın yolu bir doğru bir hak bir ikili-yenler hep ikilemede sayıkladılar!!!

Yazarlar