Markar ESAYAN

Demirtaş neden kaybetti?
8.12.2014
1566

 Siyasetle iştigal edenlerin barışı doğası gereği önceleyecekleri düşünülür. Hangi siyasetçiye sorulsa bu tesbiti tasdik eden cümleler kuracaktır. Ancak barışa nasıl ulaşılacağı, yöntemin ne olacağı ile ilgili konulara gelindiğinde, hele iş tatbikat aşamasına geçince işler biraz tuhaflaşır. Bu tuhaflık siyasetin hangi ideoloji içinde işlevselleştiğine, ona nasıl bir anlam/görev yüklendiğine bağlı olacaktır.

MHP ve CHP’nin reform sürecine olumlu katkı yapmaları önemli olurdu. Ancak Türkiye’de statükonun nasıl kurulduğu ve nasıl kendini tahkim ettiğini bilenler açısından bu partiler insanları şaşırtmıyor. Şaşırtıcı olan CHP ve MHP’nin bu konularda yapıcı bir tutum içine girmeleri olurdu. Ancak bu partilerin tarih sahnesinden çekilmeleri için zaten statükocu pozisyonlarını korumaları gerekiyor.

CHP ve MHP bu süreçlerin sonunda ya ufalanarak, ya da zamanın ruhu altında değişmek zorunda kalarak sahneden çekilecekler. Değişmeleri ise artık zaten CHP ve MHP olmamaları anlamına gelecek. Onlar için üçüncü bir yol bulunmamakta.

Bu noktada asıl ilginç olan BDP/HDP siyasi hareketinin tavırları... Kürt sorununu, diğer siyasi hareketleri bastırarak temsil etme gücüne PKK sahip oldu ve bu kabul edilmesi gereken bir olgu. BDP/HDP ise bu şiddet temelli yapının bir kurgusu olarak ortaya çıktı. Haliyle, HDP’nin sivil siyaset içinde oluşmuş normal bir parti olarak tahlil edilmesi de haksızlık olurdu. Ancak Çözüm Süreci partinin siyaset içinde işlevselleşmesinin önünü de bir nebze olsun açtı. Nitekim, son süreç Leyla Zana’nın “Kürt sorununu Erdoğan’ın çözebileceğine inanıyorum” çıkışı ile hareketlendi.

Arka planda oluşan iradenin üzerine otursa da, baskın Kürt siyasi hareketinin içinden ve sembol bir ismin bu açıklaması kaldıraç işlevi gördü, çok etkili oldu. Aynı zamanda Demirtaş türünden HDP’lilerin mazeretlerinin eskiye nazaran azaldığını da topluma gösterdi.

Ancak tabii ki BDP/HDP tek bir kişiden ve görüşten oluşmuyor; Kandil ve Avrupa kanadı gibi... Bu da hayatın doğasında var. Sorun bu çeşitlilikten ziyade, bunun tezahür etme biçimlerinde... HDP ve Kandil’in bir kısmında “şiddetin siyasetin devamı” olduğunu düşünen Stalinist/Kemalist bir damar var. Demokratlara göre ise siyaset şiddetin antitezidir.

Ama diyelim ki şiddet ve siyaset uzlaşabilir iki olgu olsun. Bu bile bazı HDP’lilerin, özellikle Selahattin Demirtaş/Aysel Tuğluk ekolünün sürecin başından beri izledikleri olumsuz pozisyonu izah etmiyor. Çünkü şiddetle, statüko ittifakıyla ilişkilendirilen bir “siyaset yapma” biçimi bile asgari düzeyde ahlak gerektirir. Bu noktada ahlak sanırım amaçlar konusunda net/dürüst olmayı ima eder. Hasılı, açıkça şöyle demeleri daha tutarlı bulunmalarını sağlayacaktır:

“Çözüm Süreci’nden hazzetmiyoruz. 30 yıllık savaşın sadece bizim hükmedeceğimiz bir bölgeyi yaratma aşamasına geldiğini, Çözüm Süreci’nin ise bu kazanımı eşitlik/demokrasi/siyaset yapma hakkı gibi bize fazla anlamlı gelmeyen önerilerle kaybetmeyi ima ettiğini düşünüyoruz. Dindar bir parti ile partner olmayı içimize sindiremi-               yoruz, çünkü laikçi tek yaşam biçmine dayalı Kemalist paradigmanın Kürtçü versiyonunu savunuyoruz. Haliyle Öcalan’ın yanlış yolda olduğunu düşünüyoruz.”

Bunlar cesaretle söylendiğinde arkalarında kaç tane Kürt bulurlar bilemem. Çok olmamalı; 6-7 Ekim provokasyonu bize anlamlı bir fikir verdi sanırım. Selahattin Demirtaş’ın liderliği fiilen bitti. Daha kötüsü liderliği şiddetin artması ile orantılandı. O yüzden Ruşen Çakır’a koşarak HDP’li arkadaşlarını sanki pavyona düşmüşler gibi “Hükümetle görüşüyorlar” diye jurnallemesi boşuna değil.

Ama her halükarda daha tutarlı ve dürüst bulunursunuz.

Öcalan’ın bu ikilemleri ustaca kullandığı, Demirtaş/Tuğluk ekolünü ve bunların son icadı “Seçime parti olarak gireceğiz” çıkışını bir kart olarak değerlendirdiği söylenebilir. Bir yandan da usta bir lider olarak, Kandil ve HDP’yi dağıtmadan menzile ulaştırma görevi ona düşüyor. Tabii Öcalan’a nereye kadar güvenilmesi gerektiği de hükümet ve MİT açısından işin bam telini oluşturuyor. Örgütü ondan çalmak için kendisini 1999’da Türkiye’ye teslim eden üst aklın stratejisine ikna olmayacağını öngörebiliriz; ama süreç başarıyla bitene kadar bu tahlile tam olarak güvenilemez.

Ammavelakin, mevzu bu sarihlikte artık bu köşelerde konuşulduğuna göre, yeni bir dönem açılıyor denebilir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar