Ümit KIVANÇ
Bir haber sitesinin tweet’i: “Şifa dağıttığını iddia eden çiftçinin evinin önündeki kuyruk dikkat çekti.” İnsanın hemen sorası gelmiyor mu: “Kimin dikkatini?” Haberin ayrıntısıyla işimiz yok; hem zaten anlaşılıyor.
Gayet sıradan gözüken bu başlığımsı-spotumsu cümle, kamusal iletişimin televizyonun hakimiyetine girdiği ilk dönemlerde bile yadırganabilirdi. Ancak televizyon denen toplumsal yaratığın seyirciyle (“alıcı”yla) geliştirdiği müstehcen ilişki çığırından çıkınca olağanlaştı. Basının medya haline geldiği son birkaç onyılın iletişim diline özgü hastalığı teşhis için ilk incelenecek belirtilerden. Barındırdığı zehirli öz, asla sıradan sayılmaması, kanıksanmaması gerekirken, televizyon kumandasını elimize aldığımız anda kanımıza karışan, bedenimizin iç hareketiyle bütünleşen madde gibi artık. Bağımlılık yapmış madde.
Birazdan göreceğimiz-işiteceğimiz şeyler karşısında hangi duygulara kapılmamız gerektiğini dikte ediyorlar. Bizi çocuklaştırıyorlar, aptallaştırıyorlar. Televizyonun sırf üzerimize boca ettiği oyalayıcı-kof içerikle bizi aptallaştırdığını sanmak safdillik olur. Tıpkı Türk Millî Eğitimi gibi, sadece orada bulunmakla, mâruz kalmakla içine düşeceğiniz bir aptallaştırma süreci işler, televizyonun karşısına geçtiğimizde. Bunu tasvir ederken çocuklaştırmadan sözetmek çocukları küçümsemek değil. Çocukluğun gerçekdışılığı, hattâ gerçeküstülüğü içerisinde uygun yeri bulup yerleşen, gayet isabetli gözüken ayrıntılar, çocuklaştırılmış yetişkinlerde aptallık olarak ortaya çıkar. Bir stüdyo dolusu insanın, görevlinin buyrukları doğrultusunda gülmesi, şaşkınlık nidaları çıkarması, alkışlaması sahnesini gözümüzün önüne getirelim. Oradaki kalabalık çocuklardan oluşuyorsa sahne sevimli bile gözükebilir. Öbürü… mazallah.
Her şeyi dağıtan kirli rüzgârlar
Bize duygu dikte etmeleri işine dönelim. Sırf bu işi yapsın diye yetiştirilmiş gibi duran, gündelik hayatta karşısındaki insana normal ses tonuyla, abartısız tonlamalarla hitap etmesi imkânsız görünen birtakım spikerler, bir yerden hızla gelip hışımla başka yere yönelen ve yolda önüne çıkanı sağa sola saçan, saçamadığını ezip geçen kirli rüzgârları andıran anonslarıyla haykırırlar, az sonra gördüklerimize inanamayacağımızı, nefesimizi tutacağımızı, pes diyeceğimizi, neşeye boğulacağımızı, gözyaşlarımıza hakim olamayacağımızı… Nedense yadırgamıyoruz; alıştık buna.
Karşımızda oturuyor olsalar üç-beş cümlelerinden sonra başımız dönerek kendimizi dışarı atacağımız, koşarak uzaklaşacağımız yapay duygu kışkırtıcısı hezeyan spikerleri, ekranlarda karşımıza çıkan ve kendilerini zorla evimize davet ettiren ciddî elemanlardan farklıdırlar. Tek teli dahi öngörülmemiş yerlere uzanmayan saçları, dozu, açısı hesaplı tebessümleri, iniş-kalkışları planlı kaşları, baştan aşağı organize, iki dirhem bir çekirdek halleriyle birer güven tanrısı-tanrıçası olan haber sunucuları, bizi oturtup, dünyanın bizim için münasip gördükleri miktarını zihnimize zerk ederken, otoriter oldukları kadar şefkatlidirler de. (Hezeyan anonsçuluğunu ana haber sunuculuğu mertebesine yükseltmiş özel örnekleri şimdilik konu dışı bırakıyorum.) Hezeyan anonsçuları, haberciliği, işlevinin taşıdığı varsayılan bütün erdemlerden soyunmuş halde, çırılçıplak, sokak ortasına koyar, yaygarayla müşteri toplarlar. İlan ettikleri şu: Artık her şey yapaydır, mâmûldür, onlar bildirecek, biz de gereğini yapacağızdır.
Aralık bırakılmış percerenin birden ardına kadar açılmasıyla odaya doluşup, pencere kapatılır kapatılmaz oda kapısından dışarı uğrayan, fakat çıkana kadar odada ne varsa altüst eden sersemletici rüzgâr gibidir, hezeyan anonsları. Ne söylenir bunlar aracılığıyla? “Gözyaşlarınıza hakim olamayacaksınız!” O halde olmayacağız. Peki, sahiden olmuyor muyuz? Orası belli değil. Belki tuvalete ya da çay koymaya gidiyoruz, kucağımızda çaresizce açılmış ellerimize gözlerimizden süzülen yaşların damlaması beklenen anda. Orası da önemli değil.
Seyirciye duygu dikte etmeye televizyoncular neden gerek duydu? Nasıl bir ihtiyaçtı buna yolaçan? Muhtemelen kendi yaptıklarının içeriksizliğini, kofluğunu, mütemadiyen tekrarladıkları şeylerin aynılığını bir aşamadan sonra gizleyemediklerini, çünkü bunun gizlenemeyeceğini bizzat fark ediyor olmaları. Bu bir. İkinci sebep de, televizyonun bizden farklı bir ilişki istemesiydi. Gazeteyi biz istediğimiz zaman okur, elimizde evirir çevirir, şurasına şimdi, burasına sonra bakardık. Televizyon böyle değil. Bizi saat tam dokuzda ekran başına geçirmek, üstelik öbür kanalları değil bu kanalı açmamızı, onu izlemeye devam etmemizi sağlamak zorunda. Görüntüler, sesler akıp gidiyor, bizi ekran başına bağlama ihtirasına içerik dayanmıyor.
Önce ellerini omzumuza koyar, sırtımızı sıvazlar gibi yaptılar. Ellerini bir türlü çekmediklerini, aslında bizi bir yere doğru itmekte olduklarını fark ettiğimizde, bazı eşikleri aşmıştık. İçeride birileri, “Haydi ama! Gözyaşlarınızı tutmamalısınız!” diye bağırıyordu, ses ciğerlerimizi dolduruyor, soluğa yer bırakmıyor, bizi sersemletiyor, midemizde dolaşıp bulandırmadık köşe bucak bırakmıyor, barsaklarımızı bozuyordu. Titriyor, sallanıyor ve, tek tesellimiz, bizden daha kötü durumda olanları seyrederek azıcık sakinleşebiliyorduk. Birden tizlere yükselen, birden peslere inen, raylar üzerinde ine çıka hızla dört dönen lunapark arabasında hissettiklerimizden farklı olarak, haz vermek yerine safra kesemizi patlatıp dalağımızı yaran hezeyan anonsları, -gördüğünüz gibi, bunlar doğrudan iç organlarımıza zarar veriyor- binbir ısrarla, gündelik yaşantının olmazsa olmaz sesleri haline getirildi. Ancak o bağırtılar eşliğinde sunulursa bir şeyin o şey olduğunu anlayabilmemiz, bağırtıyı işitmediğimizde eksiklik hissetmemiz, söyleneni anlamayacağımızdan korkmamız bekleniyor olmalıydı.
Beklentinin karşılandığını sanmıyorum; hezeyan tellalı bağırırken rahat rahat çay koyabiliyor, helaya gidebiliyoruz.
Hezeyan anonsu belki bir gün terk edilir. Yerini haberlerdeki gibi özgüven-sözgüven kandırmacası alır. Üslûp değişir, ton değişir, ses değişir. Fakat hezeyan anonsu döneminde yaratılan duygu dikte etme ameliyesinden kurtulmamız, öyle anlaşılıyor ki, şimdilik uzak ihtimal.
Zira ana akım medyanın pisliklerinden uzak durması beklenecek bağımsız-alternatif medya alanında da bunun sayısız uzantısıyla her an karşılaşıyoruz. Uzantılar da çeşit çeşit.
Kendini odağa yerleştirmek
Duygu dikte etme işinin başında, bizzat dikte edenin kendisini odak alışı var. Ne demek meselâ “pes dedirten olay”? Bize olayı öğrendiğimizde pes dememiz dikte ediliyor, orası belli. Fakat bundan önce gelen bir aşama daha var: Haberi öğrenip bize aktarmaya değer görenin pes demiş olması. Bizden pes dememizi bekleyebilmesi için, kendisinin ortada pes denebilecek hadise görmüş olması lazım. Haliyle.
Tabiî, sunulan menünün (haber) uydurukluğu bizzat aşçı ve garson tarafından bilindiğinden ve müşteriyi doyurmama-tatmin etmeme ihtimali güçlü olduğundan, hem sos hem ambalaj hem gösterişli servis mahiyetinde yanına katılan çok-amaçlı duygu dikte etme işleminde her zaman aşçıyla garson her şeyi önden tatmış olmuyorlar. Kendilerinin ağızlarına koymayacağı şeyi önümüze koydukları da oluyor sık sık. Bize “gözyaşlarınızı tutamayacaksınız” diyerek sundukları şey onların gözlerini yaşartmıyor büyük olasılıkla.
Hezeyan anonsçularını, birazdan kapılacağımız duyguları öngörebilen modern zaman falcıları olarak görmemiz için sebep yok. Onlar mallarını cazip kılacak ambalaj peşindeki satıcılar. Biz bunu fark ettikçe üzerimizdeki etkileri azalıyor. Ve seyirci onları sadece, birazdan izleyeceği şeyin mahiyetini öngörebilmede basit bir detektör gibi kullanıyor. Yani o kadar popolarını yırtmasalar da olur.
Onlarla birlikte hayatımıza giren ikinci unsur, yani haberi seçip aktaracak olanın bize farkında olmaksızın kendini referans göstermesi ise, gazetecilik mesleğini kendi yolunda doğru düzgün ilerlemekten alıkoyan etkilere sahip. Hem iletilen bilgi karışık kuruşuk hale geliyor, bilgi edinirken işlemesi gereken mantık dumura uğruyor hem de dil bozuluyor. Neydi bizim başlık-spot karışımı mesajımız: Şifa dağıttığını iddia eden çiftçinin evinin önündeki kuyruk dikkat çekti.”
Buradaki haber ne? Cevap için önce yükleme yöneliyoruz: “dikkat çekti”! Hakikaten dikkat buyurunuz: “Çiftçi, şifa dağıttını iddia ediyor” değil. Ki, başlangıç olayı bu. İkinci olarak şu olgu var: “Şifa dağıttığını iddia eden adamın kapısında insanlar kuyruk oldu”. Ki, asıl çarpıcı ayrıntı bu. Nitekim, bu olaydan haber çıkarılmasının sebebi de bu. Peki biz haberi nasıl veriyoruz? “Şifa dağıttığını iddia eden adamın kapısında millet kuyruk oldu” demiyoruz. Ne diyoruz: “şöyle şöyle olması dikkat çekti”! Haberimiz, o halde, bir şeyin oluşu değil, dikkat çekmiş oluşu.
Kimin dikkatini çekmiş? Öncelikle haberi yapanın. Fakat dikkat ederseniz o kendini ustaca sıyırıyor bu işten; seçtiği üslûp buna elveriyor. Aslında demek istediği: “bu, dikkatinizi çekmeli.”
Gerisindekileri kurcalamayıp sadece söylenene bakarsak, söz aslında basbayağı saçma. Haberi veren, hangi gözlem sonucu olayın “dikkat çektiğini” söyleyebiliyor? Haberi bir yere astılar da gelen geçenin ne kadar ilgilendiğini mi ölçtüler? Hayır tabiî. Söylenen ancak, hezeyan anonsları ve duygu dikte etme işlemleri zemininde anlam kazanıyor. Tuhaf bir otorite ilanı olarak anlaşıldığında sözkonusu saçmalıktan uzaklaşıyor. Ve başka saçmalığın vücut buluşu halini alıyor…
Dil, hele haber dili, öyle elini daldırıp hangisi denk gelirse çektiğin taşları rastgele dizerek imal edeceğin bir şekilsiz şekil değil. Yapılan özensizliklerin çoğu da masumâne değil. Ve, dilin güzelleşmesinde, derinleşmesinde değilse de fakirleşmesinde, sığlaşmasında, bozulmasında edebiyatçılardan daha etkili olan gazetecilerin sorumluluğu ağır.
Görebildiğimiz kadarıyla, bu sorumlulukla tamamen ters orantılı bir hafiflik çoğu gazetecinin etrafını sarmış, uğursuz bulut gibi, pus gibi, nereye gitse onunla geliyor, hem önünü görmesini engelliyor hem de gördüğünü bize ağız tadıyla tasvir etmesini, aktarmasını.
Haberci, “dikkat çekti” demekle dikkatimizi çekemez. “Oldu” der. Bunu doğru dürüst söylerse de dikkatimizi çekmeyi başarır. Güzel söyleyebilirse bizi kendine bağlar, bundan sonra onun diyeceklerine daha çok dikkat ederiz.
Bu mesleği yapan birilerinin bu işlere “dikkatini çekebilmeyi” çok isterdim.
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları





















































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024