Halil BERKTAY
[12 Şubat 2014] Önce Gezi, ardından 17 Aralık “rüşvet ve yolsuzluk operasyonu”yla oluşan kısmî kriz ortamında, “devirmeci” ya da “ne olursa olsun devirmeci” (belki, “önce devirelim, ne olacağını sonra düşünürüz”cü) bir AKP düşmanlığının Kürt siyasetine biçtiği, gerçekleşmeyince de giderek huysuzlandığı rol ve konum hakkında, Serbestiyet’te çok şey söylendi (veya Serbestiyet’e de aktarıldı) şimdiye kadar.
Akın Özçer’in İspanya ve Basklar ile Türkiye ve Kürtler arasında ince ince gidip gelen yığınla yazısını saymazsak, daha belirtik düzeyde, örneğin bkz Oral Çalışlar (Kürt cephesinden “operasyoncular”ın sicili, 21 Aralık 2013; Ülkücüden Cemaate çözüm karşıtı mesaj, 10 Ocak 2014; Öcalan’ın tavrı net, 14 Ocak; Öcalan’ı itibarsızlaştırma projesi, 7 Şubat); Vahap Coşkun (Ayar kaçmasın!, 11 Kasım 2013; Diyarbakır buluşması: Semboller ve söylem, 11 Kasım; 17 Aralık ve Kürt siyaseti (3), 15 Ocak 2014; Gülen’in BBC röportajı: “Bu arkadaş” ve “adadaki insan”, 29 Ocak; Cemaatin Kürt meselesindeki perspektifi, 2 Şubat; BDP ve HÜDA-PAR: Sorumluluk vakti, 5 Şubat; Barış huzursuzluğu, 9 Şubat); Kurtuluş Tayiz (Çözüm sürecinde kritik eşik aşıldı, 11 Kasım 2013; Öcalan’ı halktan gizlemek, 14 Kasım; Öcalan’ın iç ses çözümleri, 16 Ocak 2014; Erdoğan’ın gitmesi süreci etkilemez mi?, 28 Ocak); sabrı taştığı için çok net ve sert bir tonda Tuncer Köseoğlu (Ölün ulan siz!, 5 Şubat).
Önemli bir tahlil ve birikim. Hepsini tekrar ve birlikte okumakta yarar var. Bu da benim katkım işte, üç parça, üç paralık.
Büyük kentlerde sokağa dökülüp barikatlar kurmaya dayalı son evrensel kitle ayaklanması denemesi ve bu anlamda, 1789’un son artçı sarsıntısı demek olan 1848 devrimlerinin yenilgisinin ardından, 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’dan başlayarak adım adım Asya, Afrika ve Latin Amerika’ya yayılan silâhlı şiddet örgütlerini gözünüzün önüne getirin. Şu veya bu tür bir “haklı savaş” — ya ulusal kurtuluş, ya şu veya bu oligarşik diktatörlüğü devirmek, ya da başka herhangi bir devrim tanımı uğruna. Doğru veya yanlış; hedeflerini tartışmak değil meselem. Sadece şu soruyu soruyorum: Koşullar değişince ne olur? Ufukta beliren barış fırsatı ne gibi sarsıntı ve çatırtılara yol açar?
Şahinler ve güvercinler nasıl ayrışır? Elbet herkes pratikte ihtiyatlı davranır da, daha derinlerde, içten içe kimler gerçekten sevinir, kimler ise bundan esasta hoşlanmayıp aldatılma, tuzağa düşürülme olasılığını öne çıkarmaya bakar? Kimler ne kazanıldıysa ona bir basamak olarak bakıp, en azından şimdilik yeterci/minimalist, kimler asla yetmezci/maksimalist konumlara geçer? Amaca (diyelim eşitlik ve özgürlüğe) ulaşmak için bir araç olarak başvurulan “gerilla” veya “halk ordusu” kimler için hâlâ öyledir, yi bir araçtan ibarettir, kimler içinse başlı başına bir varlık nedeni ve varoluş biçimine dönüşmüş olabilir? Kimler akan kanın durmasına umutla sarılır, kimler ölmek ve öldürmekten vazgeçemez? Barışın iktidarı ne yana, savaşın iktidarı ne yana düşer? Dar anlamda silâhlı mücadeleden de geçtim; çok uzun sürmüş herhangi bir ideolojik kutuplaşmayı düşünün — faraza 1915 soykırımı ve Türk-Ermeni ilişkileri gibi. 2000 İlkbaharında Chicago’da yapılan ilk ortak tarih konferansında Jirayir Libaridian’ın kullandığı ifadeyle, kimler için bu, gerçekten çözülmesi gereken ve çözülebilecek bir sorundur, kimler içinse artık aşkla, tutkuyla bağlandıkları ve onsuz yapamayacakları bir dâvâ haline gelmiştir?
Bir kimliğe ve/ya belirli bir âna, bir konjonktüre özgü olması gereken bir politik çizgiye sadakat, ne kadar içselleştirilip mutlaklaştırılabilir? Meşhur olaydır: Ağustos 1945’ten sonra bazı Japon askerleri, ya dünyayla bütün bağlantıları koptuğu için ülkelerinin teslim olduğunu hiç öğrenemiyor, ya da militarist inançları ve imparatora dogmatik bağlılıkları nedeniyle sonucu kabullenmeyi reddediyor. Hindiçini’nin, Filipinler’in veya Pasifik’teki başka adaların ücra köşelerinde gizlenip savaşmayı sürdürüyor; hattâ bir kısmı, Japon emperyalizminin sömürgeleştirmeye çalıştığı Vietnam veya Endonezya’daki Batı karşıtı, bazen komünist partilerinin önderliğindeki mücadelelerde yer alıyor; öyle veya böyle, hayatta kalırlarsa varlıklarını herkesin unuttuğu bir sırada yağmur ormanından çıkageliyor.
Bu tür vakalara 1950’ler ve 60’lar boyunca çok rastlanırdı; 70’ler ve 80’lerde bile, çok azalarak da olsa devam etti. Sei İgawa ve Takuo İşii adında iki binbaşı Viet Minh’e katıldı ve ilki 1946’da, diğeri 1950’de, Fransız kuvvetleriyle çarpışırken öldürüldü. İstihbarat subayı Teğmen Hiroo Onoda, Filipinler’deki Lubang adasında Aralık 1944’ten Mart 1974’e kadar sürdürdüğü direnişten, ancak eski komutanının gelip kendisini resmen “görevden alması”yla vazgeçti. Endonezya’nın Morotai adasında barınan Teruo Nakamura, gene 1974’ün Aralık ayında teslim oldu. Malaya Komünist Partisi’nin (MCP) askerî kanadı olan Malaya Ulusal Kurtuluş Ordusu (MNLA), 1948-1960 arasında 7-8000 gerillasıyla İngiliz ordusuna karşı savaştı ve sonunda yenik düştü. Bu arada ülke 1957’de bağımsızlığına kavuştu; 1963’te Kuzey Borneo, Sarawak ve Singapur’la birleşip Malezya adını aldı; 1965’te ise Singapur bu federasyondan ihraç edildi. Özetle, köprülerin altından çok sular aktı ve bambaşka realiteler oluştu. Ama bazı MNLA birimleri çok küçük “cep”lerde tutunmaya devam etti. 1945’te MNLA saflarına geçen iki Japon askeri, ancak 1989’da, son MCP unsurlarıyla birlikte silâhlara veda dedi ve “kıdemli enternasyonalist savaşçılar” olarak Japonya’ya döndü.
Kuşkusuz PKK için ne Japonya, ne Malaya Komünist Partisi gibi bir yenilgi söz konusu. Ayrıca, en azından şimdiye kadar görünen o ki, yeni şartlarda onları “vazgeçmemeye” ikna çabası daha çok dışarıdan geliyor. Devamında, 1936-39 İspanya İç Savaşı ve 1916-22 İrlanda olayları, özellikle de 1922 İrlanda İç Savaşı örneklerine eğileceğim.
http://serbestiyet.com/kosullar-degisince-1-olumune-direnmenin-en-asiri-halleri/
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- PKK ve Türk solcuları (3) Silâh, savaş, “Önderlik
10.03.2025 - Yarısı biten sürecin kalan yarısına dair
8.03.2025 - PKK ve Türk solcuları (2) “Adam öldürmeyi oyun mu sandın?”
8.03.2025 - PKK ve Türk solcuları (1) Silâh ve şiddet fetişizmiyle dolu otuz yıl
6.03.2025 - Trump’ın, yeni tip Hitler ve bilinçsiz Leninist olarak portresi
10.02.2025 - Bir demokrasi ve mücadele alanı olarak “ahlâklı denetim”
29.01.2025 - Eksik ve kaygılı bir devrimperestlik: Amerikan Devrimi
25.01.2025 - Marksizmden önce devrim, terör, diktatörlük
16.01.2025 - “Bir günde giriverdik demektir Şamı Şerif şehrine”
24.12.2024 - Kültür Bakanına birkaç soru
20.11.2024
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
































murat turca
atrik bais olsu bitsin dursun bu kan
ininnovatifateur
Murat Hocam, sözlükte olmayan bu: İNNOVATİF kelimesini nereden türettiniz? Yoksa siz , anti- innovateur müsünüz?