Halil BERKTAY
[29 Nisan - 1 Mayıs 2014] Henüz tarihler TÖ 1. Haftayı gösterirken, New York’taki 17 Nisan panelinde “inkâr inadının nereden kaynaklandığı”na ilişkin altı büyük psiko-sosyal nedeni şu başlıklar altında sıraladım: (1) Ataya çekme, cedlere tapma. (2) İttihatçılar ve Kemalistler. (3) Kan diyarları, ya da kanlı topraklar. (4) Türk ulusal burjuvazisine hızlı start vermek. (5) Anti-emperyalizm ve sınıf mücadelesi. (6) Bir Lekesiz İlkah öyküsü olarak Türk İnkılâp Tarihi.Özellikle 1925-27 sarsıntısı yatışmasının (bastırılmasının) ardından, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 15 Ekim 1927’de (yani Cumhuriyet’in dördüncü yıldönümünden iki hafta önce) açılan İkinci Kurultay’ında Mustafa Kemal’in altı gün boyunca okuduğu Nutuk’tan başlayıp giderek sistemleşen bu İnkılâp Tarihinin, çiğnenmemesi gereken hangi kırmızı çizgileri çektiğini; yetmiş seksen yıl boyunca bir ideolojik boşluğu nasıl bir egemen üst-anlatımla (meta-narrative) doldurduğunu; yaşanmış toplumsal belleğin üzerine, onu ezen ve yeraltına iten, “acaba gerçekten oldu[m] mu” diye kendi kendisinden şüpheye düşüren resmî bir ulusal bellek olarak bindiğini özellikle kaydettim (bu toplumsal/ulusal bellek ayırımı için, bkz Bruce Fentress ve Chris Wickham, Social Memory).
17 Nisan’da bu zincire şu son halkayı ekledim: (7) Kendi kazdığın kuyuya düşüp içinden çıkamaz olmak. Şöyle açıkladım (veya, belki hepsini söyleyemediysem de, açıklamak istedim): Asıl sistematik inkârcılık hemen 1920’lerde değil, ancak 1960’ların sonlarından itibaren ortaya çıktı. Uzun bir unutuş ve unutturuluş döneminden sonra maalesef Ermeni soykırımı kapımızı önce 1973-1985 ASALA (Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia, Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu) saldırılarıyla çaldı. Üstelik bunların bir kısmı 12 Mart 1971 askerî rejimine, bir kısmı Milliyetçi Cephe hükümetlerine, sonra bir kısmı gene 12 Eylül 1980 askerî rejimine denk geldi. Havaalanlarında patlayan bombalarla, elçi ve konsolos cinayetleriyle uykusundan son derece hoyrat bir şekilde uyandırılan ve ne oluyor diye soran, hayli şaşkın ve kızgın bir topluma, bu terör eylemlerinin bir yakım “yalan” ve “iftira”lardan kaynaklandığını anlatmak, söz konusu faşizan yönetimlere düştü. Böylece, büyük ölçüde İttihatçı-Kemalist ideoloji öğelerinden, talî oranda da bu kurucu ideolojinin sivil topluma bulaşmış ve içselleştirilmiş “klasik sağ” unsurlarından oluşan ve “hiç olmadı”dan başlayıp “oldu ama sebepsiz değildi (dolayısıyla soykırım sayılamaz)”dan geçerek “arandılar, müstahaktılar, lâyıklarını buldular (dolayısıyla iyidir ve vatan savunmasıdır)”a kadar uzanırken tarihsel gerçeklerle bütün bir cephe boyunca didişen, bunları “Ermeni iddiaları”na dönüştürüp her bir noktada cevaplamaya kalkan bir inkâr söylemi vücut buldu.
Türkiye, 1960’lardan 90’lara işte öyle bir bombardıman altında kaldı; hem serseme çevrildi, hem psikolojik bakımdan terörize edildi, bunların zıddını düşünme ve söylemenin son derece tehlikeli olacağı mesajını aldı. Ekim 2000’den beri defalarca söylediğim gibi, bu sert ve katı inkârcılık aslında dışarıya değil içeriye yönelikti; dünyayı ikna etmeyi değil (çünkü o zaten imkânsızdı) bizleri zaptürapt altında tutmayı amaçlıyordu. Ne ki, aynı zamanda çok önemli bir dış koşula muhtaçtı: Soğuk Savaş kutuplaşmasının, dolayısıyla Türkiye’nin Batı için öneminin aynen devamı – öyle ki, bir yandan her türlü milliyetçi yönseme ve başkaldırıdan korkan Sovyetler Birliği kendi Ermenistan’ını frenlemeyi sürdürsün; diğer yandan Amerika ve Avrupa kıymetimizi bilsin, Ermeni diasporalarına kulak asmasın ve ulusal tabularımız konusunda fazla üzerimize gelmesin. Bu genel çerçeve değiştiği ve yerini küreselleşme çağının daha evrenselci demokratik şeffaflık vurgusuna bıraktığı anda, bütün anti-demokratik, yarı-demokratik veya güdük-demokratik Üçüncü Dünya rejimleri ile ideolojik aygıtlarının çok büyük sorunlarla karşılaşması mukadderdi.
Nitekim öyle de oldu; daha Carter döneminden itibaren, ama asıl Sovyetlerin çökmesi ve Doğu Avrupa’nın dönüşümüyle birlikte Batı her yerde demokrasi ve insan hakları konusunda; Türkiye söz konusu olduğunda bunlara ilâveten Kıbrıs, Kürt sorunu ve Ermeni soykırımı konularında eskiye kıyasla çok daha tutarlı bir ısrarcılık içine girdi. Buna karşı 1990’ların askerî-bürokratik vesayeti ile onun gölgesinden çıkmayan pörsümüş sivil koalisyonları ilk ağızda tınmamayı denedi. “Haçlı ruhu”nu ve “Sevr’i canlandırma” şikâyetleri, ilk Avrasyacılık dalgası, Ecevit’lerin de kapıldığı “yabancılar bütün topraklarımızı satın alıyor” feryatları ya da başını bir ara emekli büyükelçi, sonradan MHP milletvekili Gündüz Aktan’ın çektiği “AB’ye girelim ama onurumuzla girelim” demagojisi, (onlara eşlik eden Balyoz, Sarıkız, Ayışığı ve Ergenekon girişimleriyle birlikte) 2007-2008’deki kırılman noktasına kadar uzanan bu dönemin ürünüydü (benzer bir tahlil için bkz Gürbüz Özaltınlı, 2, 9 ve 18 Mart 2014).
Dolayısıyla 2000’lerin başlarında AKP, Türk siyasetinin geleneksel “merkez”inin dışından, periferisinden gelmesine ve İttihatçı-Kemalist ideolojik belirlenimlerin deli gömleğini sırtına geçirmiş olmamasına karşın, geçmişten gelen bu kamburları, devâsâ ölü ağırlıkları ne yapacağını; bu prangaları ayaklarına âdetâ kendi elleriyle nasıl takmayabileceğini düşünüp tartmak zorunda kaldı. O ilk aşamada, en hassas üç konunun herhangi birinde ne zaman ileri bir adım atacak olsa kâh Ertuğrul Özkök’leri ve Emin Çölaşan’larıyla Hürriyet gazetesi (evet, o da oradaydı ve Sözcü henüz icat edilmemişti); kâh emekli büyükelçilerin MHP’ye gitmemişleri, Şükrü Elekdağ ve Onur Öymen’leriyle Deniz Baykal’ın (Faruk Loğoğlu’suz) CHP’si; kâh Kemal Gürüz ve Erdoğan Teziç’lerin YÖK’ü ve ona bağlı Mustafa Akaydın’la hizaya giren Üniversitelerarası Kurul; kâh Yusuf Halaçoğlu, Kemal Çiçek ve Hikmet Özdemir’lerin “Ermeni masası”na dönüştürdüğü, tarihçilik ve bilimsellikle ilgisi kalmamış aparatçikler TTK’sı; kâh Rauf Denktaş; kâh hepsinin ardındaki Genelkurmayın haftalık basın toplantılarınca topa tutuldu. Şimdi inanılmaz bir pişkinlik ve iki yüzlülükle taziyenin “geç kaldığı”ndan veya “eksik” olduğundan dem vuran bazı isim ve çevrelerin de içinde olduğu kampanyalarla, Gül’e ve Erdoğan’a ikide bir devlet çizgisi hatırlatıldı, kalın-ince ayar verilmek istendi.
Bu sorunlar içinde en ideolojik ve güncel siyasetten uzak, dolayısıyla bir bakıma çözümü en zor olanı da Ermeni soykırımıydı. Sırf geçen sefer saydığım altı büyük nedenle değil — belki hepsinden önemlisi, sistematik inkârcılıkta çok ileri gidilmiş ve dönecek yer kalmamış olması nedeniyle. Gerçek şu ki, “dış saldırı”lara karşı geçilmez bir siper kazalım derken habire daha derine inilmesi sonucu o siper içinden çıkılmaz gözüken bir kuyuya, pis ve boğucu bir çukura dönüşmüştü. Ey Türkiye halkı! Hani şu “Ermeni iddiaları” var ya? Hani size otuz kırk yıldır tepeden tırnağa yalan ve iftira olduğunu tekrarlayıp durduğumuz? Hmm. Err. Şeyyy. Öhö öhö. Biliyor musunuz, aslında tam öyle değil pek.Ne zaman, hangi politikacı, nasıl öne çıkıp da böyle bir şeyi söylemeyi göze alabilirdi? Nitekim 2004 sonlarında Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği görüşmelerinin başlayıp başlamaması tartışılırken, Brüksel’deki kapalı toplantılarda yüksek bir Dışişleri mensubunun Avrupalı muhataplarına “soykırımı hem de hemen tanımamızı istiyorsunuz, ama nasıl yapabiliriz ki, bunca yıl tersini söylediktren sonra” dediği rivayet edilmekteydi. Bunu ilk Yerevan’daki bir konferansta söylediğimde, Meclis’te bir milletvekili — kim olabilir; elbette bugün taziyede “geç kalındığı”ndan şikâyetçi CHP’den bir milletvekili — hükümete “Halil Berktay’ın dediği doğru mudur” diye tantanalı bir soru yöneltti ve elbette onlar da “böyle bir şey yoktur” dedi. Buyrun, şimdi aynı rivayeti tekrarlamış oldum; ne derseniz deyin, istediğiniz kadar yalanlayın/yalanlatın, bence bu anekdot cuk oturuyor, müthiş bir gerçeği yakalıyor.
New York’taki 17 Nisan panelinde işte en son bunları söyledim, bu noktada bitirdim. O zaman da düşünüyor ve inanıyordum ki, evet, en büyük engel budur. Daha doğrusu, “buydu” demek lâzım. Çünkü topu topu altı gün sonra, 23 Nisan 2014’te başbakanın taziye mesajı geldi ve tartışmanın bütün iklimi, arazisi, topoğrafyası değişiverdi. Çok aşılmaz bir zorluk gibi gözüküyordu, ama değilmiş meğer. Zira bana sorarsanız, Erdoğan’ın demarşının kendisi kadar ne kadar az tepki aldığı da şaşırtıcı oldu. Galiba (a) İttihatçılığın ve Kemalizmin ideolojik hegemonyasının ne kadar derine indiğini, toplum tarafından ne kadar benimsenip içselleştirildiğini çok abartmış; ya da (b) iknadan çok cebire ve cebir tehdidine dayandığını görememiş ve bu meyanda (c) özellikle Müslüman kitlelerin Talât’ı da, diğer İttihatçı şeflerini de pek sevmediğini fark etmemiş olabiliriz geçmişte. Algılamadığımız bir diğer faktör, biraz tuhaf gelecek ama (d) sanırım biz demokrat aydın ve tarihçilerin kendi çabalarımızın gerçek etkisi. 2000’den bu yana geçen 14 yılda, sesini giderek daha fazla yükselten daha çok sayıda namuslu öğretim üyesiyle; 2005’teki Osmanlı Ermenileri konferansıyla (ve engellenmek istenmesinin yol açtığı rezaletle); 2007’de Hrant’ın bu uğurda canın vermesinin yarattığı muazzam deprem ve bilinç çatlamasıyla; her yöre ve katmandan fışkıran Anneannem’leri ve Torunlar’ıyla… (Etyen Mahçupyan’ın defalarca dikkat çektiği üzere) en geniş taşrası ve İslâmî kesimleri dahil bütün toplum adım adım alışmış herhalde, 1915 faciasının olanca çıplaklığıyla konuşulduğunu duymaya.
Bütün bunlarla birlikte (e) siyasetin ve siyasetçinin de hakkını vermek lâzım. Kendiliğinden olmuyor, oluşmuyor böyle şeyler. Eski sosyalistlerin kaçı, Marksist-Leninist literatürde öncülük, önderliğin vazgeçilmezliği ve “bilincin dışarıdan verilmesi” hakkında söylenenleri hatırlıyor? Bunlar sırf “proletarya” için geçerli de “burjuvazi” için önemsiz mi? Daha basit ve gündelik deyimlerle ifade edelim: Bir vizyonun ve kararın olacak; ben bu çemberi neresinden yararım diye bir niyetin olacak; yukarıda sıraladığım a-b-c-d’yi ölçüp biçecek kadar, halk ve toplum dediğimiz o çok karmaşık kalabalıkların nabzını tutabileceksin; planlayacak ve iki yıl hazırlık yapabileceksin; bir de ciddî cesaretin ve özgüvenin olacak ki zamanı geldiğinde gerekli riski alabilesin.
Sonuçta, o kuyu veya çukurdan bir hamlede uzaya fırlamış değiliz kuşkusuz. Soykırım sözcüğü ister kullanılsın ister kullanılmasın (ki ben neden g-word’un fanatiği olmadığımı defalarca izah ettim), 1915’in olanca tarihî gerçekliğinin kabulüne ve/ya içtenlikli birtaziyeden, faili de belirten kapsamlı, içtenlikli bir özüre, daha epey bir yol var. Fakat demek ki ellerimizi kenarlara dayayıp ilk ağızda yarı belimize kadar çıkmak da mümkünmüş.
Hayat bitmez, yol bitmez. Bundan sonra ve taziyenin getirdiği yeni olanakları da değerlendirerek, geri kaymayıp tırmanmayı sürdürmek için mücadele edeceğiz.
Yazarlar
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024