Alper GÖRMÜŞ
Özgür Demirtaş, “Bu yıl izlediğim en iyi filmi size önermek istiyorum: Don’t Look Up… Sanatsal yönden olmasa da verdiği mesajlar yönünden 10 numara film” diye yazmış Twitter hesabına.
Filmin (Netflix’ten izlenebilir) izleyicisine anlatmak istediği şeyler gerçekten de önemli, bu yazıda bunları ele almak istiyorum.
“Sanatsal yönden” güçlü bir film olmadığını, evet, söyleyebiliriz belki ama, bu sakın senaristlerin ve yönetmenin bir tercihi olmasın? Son cümledeki gizemi biraz daha koyulaştırayım: Sakın bu ‘zayıflık,’ filmi kotaranların, filmlerinde vermek istedikleri mesajın bir parçası (ve yansıması) olmasın?
Bu gizemli sorulara yazının sonunda döneceğim, fakat orada söyleyeceklerimin anlam ifade edebilmesi için önce filmi, filmin sahnelerini ve mesajlarını gözden geçirmeliyiz…
Filmin konusu ve bazı kritik sahneleri
Filmin iki ana karakteri, gökbilim doktorası yapan bir öğrenci ile (kadın, Jennifer Lawrence canlandırıyor) onun hocası, bir gökbilim profesörü (erkek, Leonardo DiCaprio canlandırıyor).
Öğrenci, bilgisayarının başında, belli ki çok gelişmiş bir teleskoptan aktarılan görüntüleri izlerken birdenbire cin çarpmışa dönüyor. Hemen hesaplamalarını yapıp emin olduktan sonra hocasını arıyor ve yaklaşık altı ay sonra (yaklaşık dememe bakmayın; ay, gün, saat, dakika kesinliğinde bir süre sonra) 6×10 km boyutlarında bir kuyruklu yıldızın dünyaya çarpacağını haber veriyor. Gökbilimcilerin bu boyutlardaki kuyruklu yıldızlara verdikleri adla bir “gezegen söndürücü”dür bu; çarptığında, milyonlarca yıl önce dinozorları dünyadan silen göktaşının yaptığı etkiyi yapacak, dünyada hayatı kesin olarak sonlandıracaktır (ayrıntılara girmiyorum; depremler, tsunamiler falan).
Profesör ve öğrencisi, mukadder felaketi yetkililere duyurur, onlar da ikili için daha önce bilgilendirilen ABD başkanıyla (kadın, Meryl Streep canlandırıyor) bir randevu ayarlar. Giderler randevu saatinde Beyaz Saray’a, fakat Oval Ofis’i gören bir aralıkta saatlerce bekletildikten sonra o gün görüşmenin gerçekleşemeyeceği söylenir kendilerine. Çünkü başkanın ilgilenmesi gereken çok daha önemli bir işi vardır, bir skandalla karşı karşıyadır: Anayasa Mahkemesi için gösterdiği aday, gençliğinde güzel sanatlar öğrencilerine çıplak poz verirken erekte olmuştur, o resimler düşmüştür piyasaya (sonra başka defoları da çıkar ortaya).
Ertesi gün görüşme gerçekleşir, ama ne görüşme: Başkan, yakın bir zamanda senato seçimlerinin olduğunu, bir felaket haberinin isteyebileceği en son şey olduğunu söyler iki gökbilimciye. Yine de “Peki” der sonunda, “tezinizin doğru olup olmadığını inceleteceğim…”
Meselenin komisyona havale edildiğini anlayan ve böylece siyasetten ağızlarının payını alan kahramanlarımız, mücadelelerini kamuoyu önünde sürdürmeye karar verip medyaya baş vururlar. Çıktıkları sabah programı her telden çalan, fakat her şeyi illaki “eğlendirerek” (burası çok önemli) sunan, ülkenin en çok izlediği televizyon klasiğidir; yıllardır hiç aksamadan sürdürülen programı orta yaşlı bir kadın (beyaz) ve bir erkek (siyah) sunmaktadır.
Büyük şanssızlık! Onlardan önce, kendisini aldatan sevgilisinden yeni ayrılmış, ülkenin en ünlü magazin simalarından, en sevilen kadın şarkıcılarından biri ekranda olacaktır. Daha büyük şanssızlık: Şarkıcımız konuşurken sevgilisi canlı yayına bağlanır ve ‘aşkito’sundan af diler. Affedilir, stüdyoda ‘duygusal anlar’ yaşanır ve hemen sonra iki gökbilimci medyanın huzuruna çıkar.
Hoca ve öğrencisinin moralleri, bekleme odasında kendilerini yayına hazırlayan asistanla yaptıkları konuşma nedeniyle yerlerdedir:
- Biraz sonra keşfettiğiniz gezegeni anlatmak üzere sizi stüdyoya alacağız.
- Gezegen keşfetmedik biz, kuyruklu yıldız keşfettik. Programcılar ne konuşacağımızı biliyorlar mı?
- Ah, ne diyorsunuz, bizimkiler bilim üzerine konuşmaya bayılırlar. Yeter ki eğlenceli olsun (burası da çok önemli).
Ve stüdyo: Erkek sunucu keşfedilen kuyruklu yıldızın kendi evinin üstüne düşme olasılığı üzerine zevzeg bir soru sorar. Gökbilimcilerdeki rahatsızlığı fark eden kadın sunucu sevimli bir ifadeyle araya girer:
- Bizim olayımız budur. En kötü haberleri bile eğlenceli sunarız (burada artık ‘burası çok önemli’ vurgusuna gerek görmüyorum).
Sonunda doktora öğrencisi çıldırır ve var gücüyle bağırır: “Hepiniz öleceksiniz, anlamıyor musunuz?”
Programdan sonra hep birlikte rating’lere bakılır: Şarkıcının bölümü göklere çıkmış fakat gökbilimcilerin bölümü yere çakılmıştır: Yüzde sıfır virgül bi şey.
… Ve sosyal medya devrede
Nedeni açık: Ülkenin iki ünlü şarkıcısı yeniden sevgili olmuş, kim bakar başka bir ikili ne diyor diye?
Ve tabii derhal sosyal medya girer devreye. “Bağıran gökbilimci kadın ‘meme’leri” ortalığı kaplar, eğlence gırla gider.
Neyse, sonunda başkan ve çevresi bilim insanlarının “biz roketlerle bunun yönünü değiştiririz ve parçalarız, hallederiz” sözleri üzerine bunun seçim için büyük bir propaganda imkânı olduğunu düşünür ve büyük bir kampanyayla halkına kuyruklu yıldızı yok etme projesini anlatmaya koyulur.
Nihayet kuyruklu yıldızı yok etme günü gelir, fakat başkan, en büyük mali destekçisi olan ülkenin en büyük telefon operatörünün CEO’sunun kulağına fısıldadığı “imkân” nedeniyle projeden vazgeçer. Şirketin bilim insanları, kuyruklu yıldızın trilyonlarca dolarlık ileri teknoloji madeni ihtiva ettiğini ve üzerine indirilecek araçlarla kuyruklu yıldızın parçalara bölünüp dünyaya indirebileceğine başkanı ikna ederler.
Bu, sözde sonsuz bir refah ve istihdam, yoksulluğun ebediyen yok edilişinin imkânıdır.
Sonra bir sürü şey daha olur, oraları geçiyorum… Bir süre sonra kuyruklu yıldız gözle görülebilir bir mesafeye kadar yaklaşır dünyaya; artık halkın bir kısmı pabucun pahalı olduğunu anlamıştır. “Look Up” (Yukarıya Bak) kampanyası başlatılır. Ve tabii siyaset ve sermayenin çıkarlarının birleştiği noktada, kuyruklu yıldızın karnını deşip trilyonlarca doları cebe indirme ihtimalinin cazibesiyle derhal karşı propaganda da başlatılır: “Don’t Look Up!” (Yukarıya Bakma!)
Bakma, çünkü bu kuyruklu yıldız yalanı “hürriyetmizi ve silahlarımızı elimizden almak isteyen Yahudi milyarderler tarafından icat edilmiştir…”
Bakma, çünkü yukarı bakmanızı isteyenler milyonlarca Şililinin sınırlarımıza dayanmasını isteyenlerdir… Yukarı bakma! Yukarı bakma! Yukarı bakma!
Son 20 yılın popülist liderlerini ve onları destekleyen kitleleri tecrübe etmeseydik bu filme inanmazdık
Başkan, mitingde kendisini dinleyen kalabalığa hitap ederken, kalabalık onay hıçkırıklarına boğulur:
“Niye yukarı bakmanızı istiyorlar biliyor musunuz? Biliyor musunuz neden? Çünkü korkmanızı istiyorlar. Çünkü size yukarıdan bakıyorlar. Kendilerini sizden üstün görüyorlar. Önündeki yoldan gözünü ayırma, yukarı bakma! Bakma! Bakma!”
Toptan yok oluş gibi bir tehlike karşısında bile demagog bir başkanın “fakirliği ilelebet bitirecek kuyruklu yıldız madenleri” masalına inanan, inanmakla kalmayıp aksine inananları düşman belleyen milyonlarca insanın varlığını anlatan bir film sanmam ki mesela 20 yıl önce inandırıcı bulunsun. Fakat artık inandırıcı buluyoruz, çünkü gerçek hayatta da oluyor.
Bu filmi yapanlar bize asıl ‘kitleler’i anlatmak istiyor
Filmin derdine gelince… Birkaç tema var öne çıkan. Bunlardan birincisi medyanın hali… Magazin de gazeteciliğin meşru-doğal bir parçası fakat burada problem başka. Burada artık ‘ciddi’ye yer yoktur. O da ancak magazinleştirilmeyi kabul ederse kendine yer bulabilmektedir.
Siyasetin iki yüzlülüğü ve mide bulandırıcı pragmatizmi, sermayenin sınır tanımazlığı, siyaset ve sermaye arasındaki vıcık vıcık ilişkiler de gözümüzün önüne seriliyor filmde…
Fakat bence bu filmi yapanlar bize asıl ‘kitleler’i anlatmak istiyor. Demagog liderlere nasıl bu kadar kolayca inanıyorlar, akıl neden devrede değil, duygular neden bu kadar önde?
Bunların cevabı yok tabii ki filmde, bir film bunu yapamaz fakat bu soruları sordurtması yetmez mi?
Yine bence filmin en önemli mesajlarından birini ‘yasaklama’nın olmayışında görüyoruz. Yöneticiler ‘hakikat’i yasaklamıyorlar. Onun yerine televizyonu, sosyal medyayı, dijital oyunları, komplo teorilerini kullanarak kitlelerin hakikati umursamamalarını, giderek de ‘huzurlarını bozacak’ hakikate düşman olmalarını sağlıyorlar.
Ben bu filmi izlerken aklımın bir köşesinden, kitlelerin buradakinin tam tersi yöntemlerle denetlendiği 1984 filmi geçiyordu.
Bu filmi seyrettikten sonra, klasik Orwell-Huxley karşılaştırmasını hatırlamamak mümkün mü:
Kitle iletişim kuramcısı Neil Postman, televizyonu konu edindiği Öldüren Eğlence adlı kitabında, bazı distopyaların (kara ütopya), ‘insanın eğlence açlığını hesaba katamadıkları için’ zamanla hükümsüzleştiğini anlatır.
Postman, sözünü ettiğim kitabında, 1984’ün yazarı Orwell ile Cesur Yeni Dünya’nın yazarı Huxley’in distopyalarını karşılaştırır ve mealen şöyle der: Orwell, gelecekte kitleleri denetlemek için iktidarların yasaklara ‘başvuracağını söylüyordu. Oysa bu, ‘kitlelerin doymak bilmez eğlence açlığı’nı hesaba katmadığı için geçersiz bir gelecek tasarımıydı. Huxley bunu anlamıştı ve bu nedenle gelecekte iktidarların kitleleri eğlendirerek, oyalayarak denetleyeceğini öne sürerken tamamen haklıydı.
Neil Postman, tam olarak şöyle yazmıştı:
“Neydi iki romancı arasındaki temel fark? Orwell, gelecekte toplumların ‘yasaklar ve enformasyonsuz bırakma’ marifetiyle denetim altında tutulacağına inanıyordu… Huxley ise ‘bizi pasifliğe sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlar’dan korkuyordu. Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu…”
Don’t Look Up’ta işte tam böyle eğlenmeyi-oyalanmayı hayatının merkezine yerleştirmiş, bireysel-kamusal sorumluluk duygusundan uzaklaşmış kitlelerin popülist liderlerle mutlu dansını izliyoruz: Kendi hayatları üzerine düşünmeyen, sadece çalışan, tüketen ve eğlenen; bu anlamda yurttaş olmaktan çıkmış, sadece tüketici kimlikleri canlı kalmış ‘yeni insan’lar… Fakat o kadar da pasif değiller; çok güçlü milliyetçi ve ırkçı ideolojilerle güçlendirilmiş ‘yeni insan’lardan söz ediyoruz.
Bitirirken, yazının başlangıç kısmında dile getirdiğim sorulara da cevap vereyim… Hatırlarsanız, Özgür Demirtaş’ın filmin “sanatsal yönü”nü zayıf bulması hakkındaydı o sorular:
“’Sanatsal yönden’ güçlü bir film olmadığını, evet, söyleyebiliriz belki ama, bu sakın senaristlerin ve yönetmenin bir tercihi olmasın? Son cümledeki gizemi biraz daha koyulaştırayım: Sakın bu ‘zayıflık,’ filmi kotaranların, filmlerinde vermek istedikleri mesajın bir parçası (ve yansıması) olmasın?”
Bu soruların cevabı, yazının birkaç yerinde düştüğüm “burası çok önemli” notlarında gizli. Hatırlarsanız o notların hepsi, filmdeki “eğlenme, eğlendirme” vurgularına göndermeydi. Evet, filmin en önemli vurgusu buydu bence: 21. Yüzyıl dünyasında -söz konusu olan kendi hayatları bile olsa- insanların dikkatini bir şeye çekmenin yolu, o şeyi bir yolunu bulup eğlenceli kılmaktan geçiyordu.
Eh, böyle bir dünyada, dünyanın sonunu ‘ciddiyetle’, ‘sanatla’ anlatan bir filme alıcı bulmak zor olurdu. Filmi kotaranlar da o nedenle dünyanın sonunu, sanatsal kaygıları boş verip “eğlenceli” bir tarzda anlatmışlar.
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları






































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025