Berrin Sönmez
Kadın Bakanlığı'nın ilgasından bu yana AKP kadın politikası, kadının adını yönetim şemasından silmek üzerine gelişti. Öyle ki Kadın Bakanlığı yerine ihdas edilen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ismi bile sürekli olamadı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına dönüştürüldü. Aradaki temel fark, sosyal politikanın ayrılmaz parçası olan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nün işlev ve işleyişini izleyerek görülebilir. Vaktiyle en aktif Genel Müdürlüklerinden birisiydi Bakanlığın. Sosyal hizmet kavramı, bakanlık isminde yer aldığından bu yana Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ismi var cismi yok denecek kadar âtıl hale getirildi. Laf ola beri gele misali uygulanmamak üzere hazırlanan beş yıllık Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı hazırlanırken akla gelir. Yine beş yıllık Kalkınma Planı hazırlanırken kadın bölümü için hareketlenir oldu. Özellikle bakanlığın ismi Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olarak değiştirilip iki bakanlık birleştirildiğinde genel müdürlük yeni bir işleve büründü. Bütün resmi metinlerden toplumsal cinsiyet kavramını silmek; eşitlik, cinsiyet eşitliği kavramlarının yerine adalet ve cinsiyet adaleti kavramlarını yazmak gibi ağır bir yük üstlendi. Ağır yük diyorum çünkü bu genel müdürlükte çalışanların pek çoğu toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesini önemseyen, kadının toplumsal statüsünü geliştirmek için çalışmaya hevesli insanlardı. Ancak sarı öküz misali toplumsal cinsiyet kavramını feda etmeyi kabullendiği andan itibaren Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü varoluşsal bir açmaza sürüklendi. Artık ismi var cismi yok, işlevsiz bir yapı halinde can çekişiyor. Ki, genel müdürlük isminin değişmesi de eli kulağında denilebilecek kadar yakındır sanırım. Zira Mahinur Özdemir’in bakan oluşuyla birlikte bakanlık çalışmalarında ‘kadının adı yok’ genel müdürlük isminde niye dursun deniliyordur muhtemelen.
Erdoğan, hukuku arkadan dolanan ayak oyunlarıyla 3’üncü kez Cumhurbaşkanı olup, kamu kaynaklarını, kamu gücünü sınırsızca kullanarak oluşturduğu adaletsiz seçim yarışını kazandığı bu dönemin son iktidarı olduğunu biliyor. Bu bilgiyle 2010 yılında dile getirdiği “kimse bana kadınla erkek eşittir dedirtemez” sözünü bu ülkenin toplumsal ve siyasal düzeni haline dönüştürmek için son şansı olarak kabul ediyor, bu yılı ve önümüzdeki yılları. Aile Bakanları da Erdoğan’ın planlarını zamanlama pratiği ile uyumlu çalışabilecek isimlerden seçildi yıllardır. Şimdi Mahinur Özdemir bakan ve bu durum KADEM’in dahi aile bakanları üzerindeki etki gücünün kırıldığı anlamına gelebilir. Ki yeni bakanın ayağının tozuyla, eski bakanların “cıss” olarak görüp ölçülü konuştukları bir konuda, nafaka karşıtı söylemi destekleyen sözleri pervasızca ağzına alabilmesi bu durumu işaret ediyordu.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü kendi varoluş nedenini yok etmeyi kabul ettiğinde işlevini yitirmişti ya bunun gibi Aile Bakanı olan kadın politikacılar da kurguladıkları ve az sonra yazacağım Aile çalıştayları ile kendi varoluşsal açmazlarına ilerlediklerini bir gün anlarlar belki. Umarım bütün kadın politikacılar, kadınların hepsi çok geç olmadan, yakınlarda bir gün anlasınlar: Kadının adı yoksa sizlerin karar verici konumlarınıza ihtiyacın kalmayacağı günler yakındır.
Aile Çalıştayına gelmeden biraz da toplumsal cinsiyet kavramından söz etmek iyi olabilir. Aileyi yıktığı, toplumu cinsiyetsizleştirdiği, dış kaynaklı proje olduğu gibi safsatalarla korku nesnesine dönüştürülen toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi, iki boyutludur. İlki kadın erkek eşitliği anlamı taşır. Kadınların ve erkeklerin geleneksel cinsiyet rolleri ile oluşturulan eşitsiz konumlarının eşitliğe doğru evrilmesini amaçlar. Örneğin ‘kadın erkeğin elinin kiri’ gibi kalıp yargılarla kurulmuş eşitsizlik, ‘göster oğlum, ört kızım’ şeklindeki çocuk yetiştirme yöntemleriyle bastırılmış kadınlık ve kışkırtılmış erkeklik algısının hakim olduğu bir toplum düzeni yaratıyordu. En basitleştirilmiş haliyle toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi, kadını değersizleştirip erkeği üstün kılan bu yaklaşımların yaratılıştan/doğuştan gelmediğini kabul etmektir.
Kurgulanmış, öğretilmiş cinsiyet rollerinin geleneksel kalıp yargılarla nesilden nesile aktarılması, toplumsal ve siyasal düzenlerde görülen patrimonyal ilişkilerle mümkün oldu. Babadan ve dededen, geniş anlamıyla atadan kalma usullerle eşitsizlik bugün de sürdürülmek isteniyor. Ataerkinin kuruluşundan günümüze sürdürülen bu kadın erkek eşitsizliği anlayışı, bizim dinimiz de değildir kültürümüz de. Çünkü bütün inançlar ve kültürlerde, farklı coğrafyalarda aynı şekilde görülür. Eski çağların küreselliğidir kısacası. Modern zamanlarda insan haklarının gelişmesi ve yüzlerce yıl süren kadın eşitlik mücadelesiyle dünyanın her yerinde kabul ettirilen kadının insan hakları kavramı toplum düzenine egemen olduğunda kırılmaya başladı ataerkil cinsiyet rollerinin etkisi. Hukuk sistemlerine kadının insan hakları kanun önünde eşitlik ilkesi kapsamında girdi. Kağıt üzerinde kalan kadının insan haklarının gündelik yaşama yansıması için toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin yerleşik hale getirilmesi için de çok uzun ve zorlu mücadele halen sürüyor.
Kağıt üzerinde haklarımız var ancak hayatımızda bu hakları kullanmamızı önleyen engeller de var. Bu engellerin adı ataerkil cinsiyet rolleri. Ataerkil sistemin kurguladığı bu cinsiyet rollerinin doğal değil toplumsal olduğu bilinciyle doğumda ve ölümde eşitlik varsa yaşamda eşitlik kaçınılmazdır diyerek yıkmak gerekiyordu. Kısacası toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi toplum tarafından kurgulanan rollerle şekillendirilmiş cinsiyet rollerinin yarattığı eşitsizlik karşısında durmaktan ibaret. Allah’ın yarattığı ya da doğanın ürettiği değil ataların kurguladığı eşitsizlik karşısında eşitliği ana akım haline getirmektir, toplumsal cinsiyet eşitliği.
Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının iki boyutlu olduğu bilinir. Birisi kadın erkek eşitliği ise diğeri heteroseksist cinsiyet ilişkisinin tek tip cinsiyet ilişkisi kabulüne karşı çıkanların toplum hayatında eşit kabule erişmesi mücadelesidir. Kadın erkek cinsiyet kimlikleri standart cinsiyet kimlikleri değil, ortalama cinsiyet kimlikleri olarak kabul edilmeli. Örneğin insanı tanımlarken beş duyudan söz edilir. Ya da hareket kabiliyetini sağlayan organlardan söz edilir. İki ayak üzerinde yürüyen (Kur’anî, Arapça kavramla racul) gibi tanımlar gerçeğe aykırı değil ama gerçekliğin tümünü kapsamakta yetersizdir ve bu nedenle ortalama insan tanımıdır. İstisnaların sayılmayışı istisnaların yokluğu anlamına gelmez malum. Buna göre kadın-erkek cinsiyet kimlikleri ortalamadır ve ortalamanın istisnası olarak farklı cinsiyet kimlikleri ya da cinsel yönelimin, doğuştan veya yaratılıştan olmadığı anlamına gelmez. Fakat binlerce yıl boyunca patriarkal düzen kadınları ikincil konumda, eksik insan sayarken homoseksüelleri de köleleştirmişti. Kölelik yasaklandı, insanlık çağ atladı. Ancak eşcinsellere yönelik gizli kölelik hala sürüyor. Dolayısıyla erkek egemen sistemlerin ürettiği iki ezilmişlik, kadınlar ve LGBTİ+lar iki ezilen unsur olarak erkek egemenliğinin karşısında, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi içerisinde bir aradalar. Ataerkil erkekler tarafından cinsiyetçi politikayla ezilenlerin, aynı hukuki ve sosyolojik kavramla hak arayışı ve eşitlik mücadelesi yürütmesi son derece doğaldır.
Aile Çalıştayı ise Aile Bakanlığının, kadın ve LGBTİ+ karşıtı ataerkillerin sosyal mühendislik girişimine hizmet etme aracı olarak kurgulanmış durumda. Ataerkil sistemi sürdürecek politikaları yerli ve milli zannedenlerin ürettiği, hak gaspını meşrulaştırma amaçlı çalıştaylar yapıldı. Yapıldı diyorum ama bakanlık sitesinde 81 ilde yapıldığı söylenen bu çalıştaylarla ilgili açıklama, çalıştaylar tamamlanmak üzereyken yayınlandı. Toplum geneline duyurulmadan, iktidar ve iktidar yandaşlarının birbirlerini ağırladığı toplantılar yapılmış. Toplantıların içeriği de gayet muğlak başlıklarla, gizlenmeye devam ediliyor:
Genel Müzakere oturumu sonrası Tematik Tartışmalar başlıklı paralel oturumların tartışma konu başlıkları:
-Aile, Eşitlik ve Adalet
-Aile, Sosyal Kalkınma ve Refah
-Aile, Hayat Boyu Gelişim ve Öğrenme
-Aile, Çevre ve İklim
-Aile, Teknoloji ve Dijitalleşme
-Aile Odaklı Sosyal Hizmetler
Hak temelli oturumlar olduğunu düşündürecek açıklık yok bu başlıklarda. Üstelik kadın-erkek eşitliği karşıtı söylemin yükseldiğini iddia edebileceğimiz konuşmalar yapıldığına da kuşku yok. Her oturumun, her çalıştay tartışmasının LGBTİ+ düşmanlığı ile yoğrulduğunu bilmek için müneccim olmaya da gerek yok. Çünkü hak temelli olsaydı, eşitlik ilkesine sadık kalınır ve her toplumsal kesimin oturumlarda temsiliyeti sağlanırdı. Ki katılımcılar böylesi demokratik ve çoğulcu yöntemle davet edilmiş olsa, haftalar öncesinden bu çalıştayların yapılacağını bilirdik. Ancak şunu da biliyoruz ki katılımcıların görüş ve önerileri iktidarın iltifatına tabi tutuluyor bu toplantılarda. Yani kim ne söylerse söylesin peşinen tespit edilmiş görüşler seçilerek öneri listesine yazılıyor. Yıllar boyu denenmiş, defalarca şahit olunmuş AKP yöntemi böyle. Erdoğan, oluşturduğu paralel sivil toplum dünyasına duymak istediğini söyletir, duymak istemedikleri söylenirse kayda geçirmez, durum budur.
Bağımsız kadın örgütleri, feministler neden yoktu soruları bu çerçevede fazla anlam taşımıyor. Davet edilip gidilince bile o sözler o kağıtlara yazılmazdı. Diğer yandan es kaza davet edilenler de olabilir. İktidara yakın veya uzak kimi örgütler 81 ilden bazılarında o il müdürlerinin inisiyatifiyle eşitlik mücadelesi yürüten bazı örgütler veya kişiler katılmış olabilir. Toptan, katılan herkesi yandaş olarak isimlendirmem yine rahatsız edici gelecek, kategorize etme olarak eleştirilecektir. Fakat sonuçta çalıştay çıktılarını gördüklerinde, kendi sözlerinin yer almadığını anlayıp hak vereceklerdir sanırım. Hadi bir ihtimal payı bırakıp eğer çalıştay raporunda eşitlikçi görüşlere yer verilmişse, göndersinler inceleyip gerekirse özrümü dilerim.
Bu çalıştayların “aile hukukunu sil baştan yazma” girişimine altlık döşemek için yapıldığı besbelli. Laik Medeni Yasanın bir bölümünü oluşturan Aile Hukukunu sil baştan yeniden yazma hevesinin laik aile hukukunu eşitlikçi hükümlerle düzenleme amacı taşımadığı aşikar. Tersine aile hukukundan laiklik ilkesini silmek istediklerini herkes biliyor. Laik hukuk yerine dini hukuk zannettikleri veya topluma, kadınlara bu şekilde yutturmaya kalkıştıkları erkek egemenliğini yeniden aile hukukunda ikame etmek istedikleri ortada. Aile çalıştaylarının hizmet ettiği yer sonucu itibariyle ailenin güçlendirilmesi değil ataerkil sistemin aile içinde tahkim edilmesi olacaktır. Düzenleyen, katılan, erkek egemenliğine bilerek veya bilmeyerek hizmet eden kadınlara peşinen söylemiş olayım.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları






























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.10.2025
12.10.2025
4.10.2025
21.09.2025
23.08.2025
17.08.2025
10.08.2025
10.08.2025
28.02.2025
31.01.2025