Hakan AKSAY
Birkaç saat kıvrandıktan sonra oturdum yazıyı yazmaya.
Ama oturduktan sonra da başlayamadım.
Ne yazacaksın, nasıl yazacaksın?
Hani “bugün pazar” diyerek suni coşku sosuyla yazıyı renklendirmek var tabii, var olmasına ama...
Baksanıza ortalığa!
Savaş, tehdit ve korku atmosferi... Yalan, soygun ve ahlaksızlık diz boyu... Olağanlaşmış terör ve cinayetler... Alışılagelmiş kurbanlar, ölümlerine karşı çıkılması tehlikeli semboller haline getirilmiş olan çocuklar... Artık neredeyse sıradanlaşmış umursamamaklar, itiraz edememekler, en ufak bir başkaldırmada haddini bildirmeler...
Galiba şu sıralarda okuyup izlediğimiz haberlerin en iyisi “kötü hava”dan bahsedeni...
Bu durumda belki de en içteni, bütün bir yazıyı silme küfürle doldurmak... Ama işte, olmuyor ki... Yanlış anlaşılırsa kötü... Doğru anlaşılırsa daha da kötü...
Bir ay daha geçti, bir hafta daha, bir gün daha... Sonuç hep aynı:Elde var mutsuzluk!..
Zaten birçok zorlukla dolu olan hayatı nasıl en çekilmez hale getiririz diye sanki özel bir çaba harcıyoruz...
* * *

Hayattan söz ediyorum, evet.
Yani yaşadığımız zamandan.
Sonuçta sermaye sınırlı, çünkü ölümlüsün.
Doğduğun andan itibaren yaklaştığın bir tek yer var: Ölüm!
En fazla ne kadar yaşayabilirsin ki?
70 yıl? 80? Haydi - bugün cömert günümdeyim - 100 yıl yaşayacaksın diyelim.
Eee?..
Sonra ölmeyecek misin?
O kadarcık ömrün var işte; onun da epeyce bir kısmını tükettin.
Peki, eldeki zamanı nasıl değerlendirmeli?
Para mı lazım en çok? Mal-mülk mü?
Güçlü iktidar mı?
Aşk mı ya da?
Seks mi?
Eğlence mi?
Veya dostluk mu?
Gezmek mi?
Okumak mı?
Yoksa “hayatın anlamı, durmadan o anlamı aramakta” mı?
Ne? Ne? Ne?..
Bir ara bunu düşünmeli, bir zahmet!
Sonuçta kum saati işliyor.
* * *

Kum saati herkes için işliyor.
Ama ona hiç aldırmayanlar var; en başta da iktidardakiler.
Galiba istediğin her şeyi yapabileceğini düşünmeye başlamak, insanın giderek kendini Tanrı’yla kıyaslamasına yol açıyor.
Tanrı ki onca yüce ve sınırsız ölçüde muktedir...
Ama bir dezavantajı var, “görünmüyor”.
Kulların en büyüğü ki, her zaman görünüyor, her konuda konuşuyor, her şeye karışıyor, herkese emrediyor...
Zamanla belki de acaba ben de o kadar büyük değil miyim, hissine kapılıyor.
Bu hisle baş etmek kolay olmasa gerek.
Her türlü iktidarla Tanrı fikri arasındaki en önemli ayrımlardan biri, zaman ölçüsünde yatıyor: Birinin ölümsüz olduğu peşinen kabul ediliyor; ötekinin ise hüküm süresi ne kadar uzun olursa olsun, sonsuzluğun karşısında aciz kalacak kadar kısa.
Bunu kabullenmek çok zor; kafayı takarsan ölümcül bir yara almış kadar acı çekebilirsin.
Onun için de düşünmüyorlar bunu. Hiç ölmeyecek ve hiç gitmeyecek gibi yaşıyorlar.
Hiç gitmemek ve böylelikle ölümsüzlük izlenimine mümkün olduğunca yaklaşabilmek için herkesi ve her şeyi feda etmeye hazırlar.
Ellerinde olsa yasamayı, yürütmeyi, yargıyı, medyayı vs., - artık ne kadar araç varsa heybede - kullanarak bir emir daha verecekler:
“Tez kum saati durdurulsun! Emre itaat etmeyip de aşağı düşmeye çalışan kumlar 'vatan hainliği' gerekçesiyle tutuklansın!”
Ne var ki kum saati bu!
Kürt değil, solcu değil, “paralelci” değil, Alevi değil, LGBTİ değil,“aydın müsveddesi” bile değil...
Değil ki beynine vurduğun gibi hizaya getiresin, gelmeyeni de ezesin!
Kumlar akmaya devam ediyor; aşağıdaki kum tepeciği giderek şişmanlarken yukarısı iyice zayıflıyor.
* * *
Farkında mısınız, herkes sıkıştı kaldı bu ülkede.
Bu zamana, son dönemde her daim tekrarlanan açmazlara, sürekli şiddet girdabına ve bu yolun geleceğinin olmamasına sıkıştı.
Kum saati işliyor.
Her gün aynı çıkmaz senaryoya göre debelenip duruyoruz hep birlikte, hiçbir şeyi değiştiremeden yarın aynı günü tekrar yaşamak üzere umutsuzca kıvrılıyoruz yatağımızda.
Bugünümüz öylesine bir bataklığa dönüştü ki, dünümüzü kaybettik, yarınımızı bulamıyoruz.
Zamanı unuttuk aslında.
Ölümsüzlük adına değil, yaşarken ölmek adına unuttuk zamanı.
Dünyayı unuttuk.
Evreni unuttuk.
Tarihi unuttuk.
Yaşadığımız derin acılar içinde, bugün, artık “sonsuz”muş ve hiç bitmeyecekmiş gibi gelmeye başladı bize.
Unuttuklarımızı hatırlamaya çalışalım o zaman.
Önümüzdeki kum saatinin arkasında, ondan çok daha büyük olan öteki kum saatlerine bir bakalım.
Nereden gelip nereye gidiyor bu hayat?
* * *
Evrenin yaşının yaklaşık 14 milyar yıl olduğu sanılıyor.
Dünya ise aşağı yukarı 4,5 milyar yıllık geçmişe dayanıyor.
Canlı organizmalar tahminen 3,8 milyar yıl önce ortaya çıkmış.
Homo sapiens denilen insan türünün sahnede belirmesi ise 200 bin yıl kadar öncesine dayanıyor.
Lütfen bu dört cümleyi yavaş yavaş ve düşünerek birer kez daha okuyun.
Okudunuz mu?
Bu devasa rakamları şimdi gündelik hayatta en çok kullandığınız başka zaman dilimleriyle karşılaştırın.
Mesela, 13-14 yılla... Ya da 3-4 yılla... Veya son 223 günle...
Aradaki fark size geçmişi hatırlattı mı? Hiç değilse biraz da olsa gelecek fikrini çağrıştırdı mı?
Evet, biliyorum, hayatta her şey göreceli ve zaman bazen hızlı bazen çok yavaş akıyor.
Ne diyordu Nâzım:
“Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ona sorarsanız: ‘Lafı bile edilemez, mikroskobik bir zaman…’
Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün…’
Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene.
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
Ona sorarsanız: ‘Bütün bir hayat…’
Bana sorarsanız: ‘Adam sen de, bir hafta…”
* * *
Dünya kadar uzun bir geçmişimiz yok bizim.
Ama kurşun kaleminkine de benzememeli ömrümüz.
Bir hayatımız var yaşamamız gereken. İçinde aşk mı olur artık, dostluk mu, gezmek mi, eğlence mi... Onu yaşamalıyız.
Ve bu karanlık tiyatronun bugünkü sahnesi sanki “bir hayat nasıl yaşanmamalı” ve “bir ülke nasıl yönetilmemeli” üzerine kurgulanmış.
Bu kurgu bozulacak.
Çünkü hiçbir şey ölümsüz değil.
Kurgular da, iktidarlar da, insanlar da.
Hepsi zamanın içinde...
Kum saati bu!
Kimse durduramıyor akıp giden kumları.
O kumlar ki kimseyi dinlemezler.
Kürt değil, solcu değil, “paralelci” değil, Alevi değil, LGBTİ değil,“aydın müsveddesi” bile değil onlar...
Değiller ki beyinlerine vurduğun gibi hizaya getiresin, gelmeyeni de ezesin!
Kum saati işliyor...
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları













































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.08.2025
17.07.2025
26.06.2025
22.06.2025
11.05.2025
10.05.2025
13.04.2025
29.03.2025
20.03.2025
6.03.2025