Namık ÇINAR

Namık ÇINAR
Namık ÇINAR
Haberdar Tüm Yazıları
Son Moğol istilası
8.02.2016
2035

 Yahu arkadaş, biz neden demokratik bir toplum olamıyoruz, bir türlü?

Bakıyorsun, bazen tam öyle bir eşiğe geldiğimizi sanıyorsun.

Bu sefer oldu galiba, diyorsun.

Haydaaa!

Tekrar gerisin geriye!

Hattâ eskisinden de geriye!

Belli ki bir halt var bizde.

Bizi biz yapan, en azından bizi bu yanımızla gelişmiş ülkelerden ayıran bir şeyler var.

Galiba varoluş hikâyemiz farklı onlardan.

Bu tabii, çok boyutlu, ciltler dolusu, karmaşık bir konu.

Ama ne kadar çetrefil olursa olsun, bu tarz “maddi hayat”, böyle bir toplum üretiyor, demek ki neticede.

İşte o yapıtaşlarının şifrelerini çözemediğimiz sürece de, istesek de bir önlem alamayacağız, bu gidişle.

Ben bir yerden başlamayı deneyeyim, dilerseniz:

Meselâ, hiç unutmuyorum.

20. yy’ın son çeyreğinde, biten “soğuk savaş” yıllarının bize yansıyan yüzü, biraz öncesinde Turgut Özal’la, biraz sonrasında Yeni Demokrasi Hareketi ile kendini gösterirken, her şey son derece dinamik işliyor, dünyadaki gidişat da nispeten doğru okunuyordu.

Dinamizm, doğası gereği ilericidir.

O yüzden, hemen hemen tüm muhalif hareketler ve yeni söylemler, tözlerindeki müteharrikliğin sihri sayesinde genellikle ilerlemeci bir karakter sergilerler.

Çünkü sosyal olayların patlak verdiğindeki ilk dinamizmler, ezilmişlik ve mağdurluk hissiyatlarının da katkısıyla, adalet düşkünü hakperest bir kilit taşı malzemesinden imal edilmişlerdir.

Bu safhada ileri sürülebilecek yeterince birikmiş haklılıklar var olduğundan, ideolojik savlar adına bahaneler uydurmaya, nalıncı keseri gibi kendine yontmaya, çarpıtma ya da kıvırtmaya henüz ihtiyaç yoktur.

O noktaya geldiğinde, toplumsal devinimler hep böyledir.

Erdem yağmurları bir yağmaya başladı mı, her yerlere yağarlar.

İnsanlar akıl ve izanla düşünür, parlak öneriler getirirler.

Ne zaman ki iktidarlaşma başlar veya insanların altın varaklı koltukları dolduracak yerlerini kaşıntılar tutar, toplumun genlerindeki huylar da saklandıkları yuvalardan yeniden sökün ederler.

Örneğin, hiç ummadığım ve yakıştıramadığım Yeni Demokrasi Hareketi’nde dahi, o yılların henüz fikir platformu olduğu aşamasında iki sene boyunca imrenilecek ölçülerde çağdaş performanslar sergilenmiş idiyken, partileşmeye karar verildiği andan itibaren tıpkı Red Kid’in “altına hücum”undaki gibi, topu topu iki gün içinde sanki o insanların hepsi gitmiş, yerlerine at hırsızları gelerek şaşılası bir koltuk kapma yarışı sahnelenmişti.

Bu hâllerin bin misli, milyon misli neredeyse herkes için, meselâ AKP’nin hayat hikâyesi için de geçerlidir ki, hem de ne geçerlidir!

Nitekim soğuk savaşın bitimini müteakip dünya dengelerinin yeniden ele alındığı süreçlerde, Türkiye’de de bürokratik askerî vesayet ilişkilerinin iktidar meşruiyetleri geniş halk kitlelerince sorgulanmaya başlamış, bunun neticesinde de tıpkı diğer sosyolojik olgularda olageldiği şekilde, ne kadar birikmiş haklılıklar varsa onların elektriğiyle yüklü bir AKP inisiyatifi doğmuş, lâkin iktidar olanakları ele geçirildikten sonra Erdoğan’ın “tek adam” otoriterliği baş göstererek tüm demokratik hevesleri kursaklarda bırakmış ve yabancısı olmadığımız bir faşizm, öncekilere rahmet okutacak şiddetiyle toplumsal yaşamımıza alıcı kuş gibi tünemiştir.

O eşiği bir türlü aşamamak nasıl bir kaderdir ki?

Kader midir gerçekten?

Bütün bu hareketlerdeki ortak payda, iktidarların, devlet ele geçirildiği andan itibaren yozlaştığı yönündedir.

Çünkü koskoca dünyada kolektivist kalmış birkaç ülkeden biridir Türkiye ve bütün zenginlikler halkın değil, hâlâ devletindir.

Hâlbuki gelişmiş ülkelerde sermaye birikimi, neredeyse sadece özel sermayeden ibarettir.

Örneğin İngiltere’de kamu sermayesi, milli servetin yüzde biri, Fransa’da ise yüzde beşi kadardır.

2010 tarihi itibariyle özel kesim servetleri, İngiltere’de milli servetin yüzde doksan dokuzdan fazlasına,Fransa’da da yüzde doksan beşine tekabül ediyordu.

Kamu varlığı, son üç yüzyıl boyunca her iki ülkede de özel kesimlerin ulaştığı düzeylere kıyasla, daima sınırlı seviyelerde kalmıştır.

Yeryüzündeki bütün gelişmiş ülkelerin ortak özelliği, her zaman için özel mülkiyet ve özel girişimler üzerinde kurulu oldukları ve hiçbir vakit halkın servet ve sermayesinin kamu gücü denetimine girmediği gerçeğinde saklıdır.

Ve gene, o ülkelerden hiçbiri, iktidarların özel servetlere çökerek kolektivist yaşam biçimi peydahlamalarına yol açacak büyüklükte bir kamu borcuna sürüklenmelerine de izin vermemiştir.

Bizde ise her şey, bunun tam tersinedir.

Hastalık buradadır.

Devlet, “toplumsal artık”ın büyük bölümüne el koymakta ve üleşimini de “piyasa” değil, kendisi yapmaktadır.

O yüzden, devleti ele geçirmek, her şeye egemen olmakla aynı şeydir.

Her şeyi ele geçirenden demokratik olmasını beklemek ise, boş bir hayaldir.

Demek ki, iktidara geldiğinde “kurt adamalaşma”ya yol açan bu devlet yapısını tasfiye etmek, ilk yapılacak işlerden olmalıdır.

Ama ondan da önce, “güçlü devlet” diye çığrışanlar, nasıl bir bilinçsizlikte olduklarının ayırtına varmalıdırlar.

Tabii, dert hiç bununla biter mi?

Bu, bin sorundan sadece bir tanesi.

[email protected]

twitter@cinarnamik

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar