Orhan MİROĞLU-Taraf yazıları
Kürt meselesi ve çözüm söz konusu olduğunda, aklımıza nasıl eserse öyle takılıyoruz.
Bazen akil adamlar bu işi çözer diyoruz, bazen çok seyahat edebilen arkadaşlarımızın seyahatten döndükten sonra önümüze koydukları bilgilere güvenip, dünya deneyimlerini tartışıyoruz.
Ama bu bilgiler ve deneyimler, çoğu kez Türkiye’de yaşananlarla pek benzerlik göstermeyince, arızanın aslında Türkiye “deneyimini” öğrenmeden, İrlanda’ya bakmaktan geçtiğini fark edemiyor ve yanlış sonuçlara yol açacak yanlış önermelerde bulunuyoruz.
Bir kısmımız, Başbakan’ın bir Tony Blair, Gonzáles veya de Klerk kadar cesur olmadığı için ülkeye barış gelmediğini düşünüyor.
Bir kısmımız, Kürt hareketinin kendine özgü dinamiklerini ve koşullarını gözardı ediyor, “Şu Kürtler’in bir Gerry Adams”ları bile yok, Öcalan da Mandela’ya pek benzemiyor” diye kestirip atıyor.
Tartışmalar şimdi de Leyla Zana’nın girişimiyle, “Başbakan çok güçlü, isterse çözer” noktasına gelip takıldı.
İrlanda’ya Güney Afrika’ya gitmedim, ama dünyadaki kimi etnik sorunları ve bu sorunların çözümü için ortaya konan çabaları, acaba bizde yolunda gitmeyen nedir diye merak ettiğim için, öğrenmeye epey gayret ettim.
İrlanda barış sürecinde İrlandalıların çıkıp ta, “bu sorunu isterse Tony Blair çözer” gibi siyasi manada hiçbir şey ifade etmeyen bir söylemin gölgesinde, “barış rehavetine” çekilmiş görünüp aslında savaşla meşgul olmaya devam ettikleri bir dönemi hatırlamıyorum.
Böyle bir görevi, yani barış misyonunu Basklıların da sadece Felipe Gonzáles’e yüklemediklerini, Güney Afrikalıların da, de Klerk isterse Güney Afrika’ya barış gelir demediklerini biliyorum.
Barış, bir lider bir sabah vakti uyandığında, “benim ülkem bu savaşa doydu artık, sevgili yurttaşlarım, bu sabahtan geçerli olmak üzere barış ilan ediyorum!” dediği için gelmez.
Barış bir ülkeye, bastırılmış, yok sayılmış, inkâr edilmiş siyasi ve kültürel haklarını; silahlı mücadeleyle elde edebileceğine inanmış, bu inancının gereği olarak yıllarca savaşmış grupların ve bu hak taleplerini yine silahla ve şiddetle bastırabileceğine güvenen devletlerin, karşılıklı olarak artık silahlı mücadele ve silahlı bastırma yöntemlerine inanmaktan vazgeçmeleriyle gelir.
Derin mezhep çatışmalarının tetiklediği İrlanda sorununda, barış hayal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştüyse, İngiliz devlet adamları tek başlarına barışı istedikleri için değil, ama onlarla beraber İrlandalılar da barışı istediği için oldu.
Güney Afrika’da barış olduysa, ırkçı yönetimin lideri, salt de Klerk istediği ve çok güçlü olduğu için değil, siyahların lideri Mandela da barışı istediği ve hayatının yarısını cezaevinde geçirmiş bir lider olarak, “günün dehşetine kapılmadan, ileriye bakmayı” başardığı ve bu düşünceyi halkına tavsiye ettiği için oldu.
Nitekim dünya her iki liderin hem Mandela hem de Klerk’in barış için gösterdikleri çabayı takdir etti ve barışın gerçekleştiği yıllarda, Nobel Barış Ödülü her ne kadar Mandela bundan pek memnun kalmadıysa da, her iki lidere birden verildi.
Güney Afrikalı siyahlar, kuşkusuz barış için bir muhatapları olduğunu biliyorlardı. Muhatapları barışa ikna olmadan, muhataplarına barış için güven vermeden, Güney Afrika’ya barışın gelmeyeceğini de biliyorlardı.
Ama barışın, uğruna hâlâ savaşın göze alındığı uygun talepleri ihtiva eden bir çeşit dilekçeyle ve “güçlü bir lidere müracaat” yoluyla gerçekleşmeyeceğinin de farkındaydılar.
Dünyanın çeşitli barış deneyimleri, eğer gerçek bir barışla sonuçlanmışsa, bunun sebebi, savaşan tarafların, artık savaşla elde edilebilecek bir şeyin olmadığını samimiyetle görmüş olmalarıdır.
Ama bunu görmek de yetmez. Değişen şartların bir gereği olarak bu gerçeği muhatabınızın açıkça anlayabileceği bir barış diliyle ifade etmeniz de gerekir. Muhatabınızın barış için sizinle oturacağı masadan, eğer sonuç alınmazsa, ona yeniden savaş açmayacağınızdan, onun askerini, polisini, gerillasını öldürmeyeceğinizden emin olması gerekir.
Tabii ki barış tek taraflı bir siyasi iradeden geçmez.
Uzun sürmüş çözümsüzlük ve çatışma yıllarından kalma etnik hınç ve öfkenin dinmesi gerekir.
Tarafların, bu maziye ait siyasi deneyimin ve kültürün bir sonucu olarak oluşmuş grupları, “kanımızın son damlasına kadar..” diyen grupların tehditlerini ve savaş çığlıklarını etkisizleştirmeyi bilmesi ve bu inanca sahip grupları durdurması gerekir.
Hem İrlanda’da hem Güney Afrika’da hem İspanya’da, tam da barış ikliminin oluştuğu, barışmaktan başka yolun kalmadığının herkes tarafından görüldüğü bir zamanda, “kanımızın son damlasına kadar..” diyen grupların sayısı hiç de azımsanacak gibi değildi.
İrlanda’da “Gerçek İRA” diye bir oluşum bile vardı.
Savaşan tarafların barışa hazır olmadığı bir süreçte, tarafları barışa ikna edebilecek olağanüstü bir siyasi irade veya tek başına ve “istediği için” barışı tesis edecek bir muktedir lider aramak boşunadır.
Bir ülkeye barış ancak savaşan tarafların barışa inanmasıyla gelir.
Dünya deneyimleri, savaşan grupların bu inanca telkin yoluyla değil, ancak kendi savaş tecrübeleriyle yüzleşmeleri ve yeni bir durum muhasebesi yapmalarıyla ulaşabileceklerini gösteriyor.
Bu muhasebeyi henüz yapmaktan çok uzak olan grupların ve onlara karşı “savaşmaktan başka çare yok” inancını koruyan devletlerin barış yapması mümkün değildir.
Kıssadan hisseyi de, yaşananlara bakıp siz çıkarın lütfen..[email protected]
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.10.2012
3.09.2012
1.09.2012
30.08.2012
27.08.2012
25.08.2012
23.08.2012
20.08.2012
18.08.2012
16.08.2012