Sezin ÖNEY
Acı, insanı işler; kaybın acısı da ağır işler insanı. Kayıp acısı, hasretle zırhlarken insanı, intikam değil, adalet peşinde koşturur. Çünkü sevgiye zarafet yakışır, adaletin zarafeti-kinin çürütücülüğü değil. Cumartesi Anneleri, kayıplarını anmak, adalet taleplerini dile getirmek için 600. kez Beyoğlu’nda buluşuyor. Onların bu eylemleri, Türkiye’de unutmaya, hafızasızlığa, geçmişin çarpıtılarak tarihin bir tahakküm aracı olarak kullanılmasına, adaletin önüne duvar örülmesine karşı, akıntıya karşı kürek çekme başarısı. 600 haftalık çabaları ile Türkiye siyasi kültüründe, dantel gibi nâzenin işlenmiş ama onuruyla bir o kadar da sağlam, dirayetli bir direniş nakşedildi. Biz değiştik sayelerinde; her ne olursa olsun, en karanlık ve kâbus zamanlarda dahi yol gösterecek bir kutup yıldızı, 600 haftada dokunan bir safi onur ümidimiz var.
Bir insanı son kez gördüğünüz zaman ne zamandır?
Bazen bilirsiniz son kez olduğunu, bazen de günlerden bir gün; beklenmedik biçimde kayıp gider…
Her hâlükârda, zihinde sonsuz kere volta atan sorular geriye kalır. Bir müebbet hasretin, havalandırma alanı zamanları.
Dönüp baktı mı son kez?
Sarıldı mı?
Bir işaret var mıydı, bir emare? Gidip de gelmeyeceğine dair bir ipucu?
Zihnin tuzakları bitmez: sorular, sorular sorular; bir solgunlaşıp bir keskinleşen anılar; kâh neşe ile serinleten kâh hüzünle yıkayan geçmişin izleri sürekli kalbi zırh gibi çeker ince ince.
Başkalarına hayat devam ederken, kaybı olan insan her gün bir günü yaşar; kaybını sadece kaybını.
Sonraki günler hep aynı hikâye; yer yarılıp da içinde düşermiş gibi hissedilen zamanlar-sokaklar, yollar adeta birden açılır, bir karanlık yarık olur, içine çeker insanı. Aniden, habersiz, yerin dibine çeker yutan bataklıklar gibi bir ağırlık, bir karanlık; bitmez bitmez bitmez.
Bitmeyen Acıdan Bitmeyen Direnişe
24 Eylül 2016’da Cumartesi Anneleri, 600. haftalarında; yine Beyoğlu’nda, Galatasaray Meydanı’nda toplanıyorlar. Sadece kayıplarının resimleri ve kırmızı karanfilleriyle donanmış…
Onlar ve Cumartesileri onlarla toplanmaya gidenler, hiç öyle büyük organizasyonlar, yatırımlarla değil; yağmura çamura, yazın kavuruculuğu kışın donduruculuğu, diğer iş gücün bağlamalarına rağmen Beyoğlu’nda buluşuyor.
27 Mayıs 1995’te başlayan, bu sessiz, pankartsız, sadece kayıpların hikâyelerinin konuştuğu oturma eylemi, zaman içinde değişti elbet. Bazen azaldı bazen çoğaldı. “Cumartesi Anneleri”, sonradan yakıştırılan; medyanın taktığı bir isim oldu. “Cumartesi İnsanları mı” denmeli sadece annelerden oluşmayan bu topluluğa tartışıldı da…
Ama meğer onlar iyi zamanlarmış; zira Cumartesi direnişçileri üzerine haber yapabilen bir medya varmış tüm günahlarına rağmen 1990’larda ve sonra 2000’lerin sonlarına doğru. Aktüel dergisinin 5. yıl kutlaması için, 1996’da Sezen Aksu’nun “Cumartesi Türküsü” kaydı dağıtılabiliyormuş. Şunları söyleyen bir şarkı yapılabiliyormuş:
“Bekleye bekleye geçiyor günler
Gün sağır dilsiz sustu bülbüller
Kemiğim etim kapı önlerinde
Can kayıp can kayıp
Allah’ım bu nasıl dünya
Bu nasıl ayıp”
Değişmeyen varsa o zamandan bu yana, hoyrat ve kindar bir zihniyet. Üstelik de sadece devletin zihniyeti değil bu. En sert ve gaddar haliyle iktidar sahiplerinde vücut bulan ama toplumda karşılığını bazı insanlarda, kesimlerde de fazlasıyla bulan bir hoyratlık…
Nedense, kan davalarını seviyoruz. Toplum olarak, masumların canlarını yakınca, adalet ve nizamın sağlanacağına dair inancı olan karanlık bir yanımız var. Cumartesi Anneleri eylemcileri de, hem devlet şiddetinin gadrine uğradı, hem de çeşitli siyasi grupların “terörist”, “burjuva”, “hain” yaftalarına maruz kaldı.
1998 yılına gelindiğinde, Cumartesi Anneleri eylemcilerinin neredeyse kendilerinin “kayıp”, “faili meçhul” haline gelmesini sağlayacak bir baskı oluştu. Her Cumartesi, oturma eylemine katılan sessiz direnişçilerin sayısı azalırken, tepelerinde dikilen polislerin ve polis megafonundan yapılan bağrış çağrış duyuruların sesi arttı.
15 Ağustos 1998’de, Cumartesi buluşmalarının, 170. haftasına gelindiğinde, eylem toptan engellendi. 30 hafta, sırf oturma eyleminin yerine ulaşmak için çaba gösterilir, dayaklar yenir oldu.
Sonunda, 13 Mart 1999’da buluşmalara “bir süre ara verilmesine” karar verildiği açıklandı.
O zaman veya öncesinde baskılar artarken, belki Türkiye, oluk oluk aksaydı Cumartesi Anneleri’nin yanına, belki bugün bambaşka bir ülke olacaktı burası. Son bir yılı aşkın süredir içi iyice kararan, barıştan iyice uzaklaşan, darbelerin, ölümcül askeri kaprislerin ülkesi değil başka bir iklimin ülkesi olacak; son yılın binlerce insanı aramızdan alan şiddet dolu tablosu söz konusu olmayacaktı.
Ama yapılamayan değil, “yapılabilen” var elimizde. 31 Ocak 2009’da buluşmalar tekrar başladı. Ve hâlâ devam ediyor, edecek de; çünkü akıntıya kürek çekildi ve her bir kaybın anısı, hafızası kayda geçti, nesilden nesle aktarıldı.
Cumartesi Anneleri’nin bu eylemleri, Türkiye’de unutmaya, hafızasızlığa, geçmişin çarpıtılarak tarihin bir tahakküm aracı olarak kullanılmasına, adaletin önüne duvar örülmesine karşı, akıntıya karşı kürek çekme başarısını gösterdi.
Hatırlıyoruz ve beraberiz.
İnadına rağmen BE-RA-BE-RİZ.
Her acının farklı bir tonu, farklı bir yakışı, ağrısı var.
Ve acıları birbiriyle karşılaştırmak, birini diğerinden üstün tutmak da mümkün değil.
Gerçek acı, insanı işler; ince ince, bir zanaatkârın oyması, bir oyanın nakşedilmesi gibi. Dantel gibi incecik iğneden geçirir. İşler insanı gerçek acı.
Ve ayrılık gibi, ayrı düşürülmek; sevdiğinin insandan koparılıp alınması gibi bir acı da ağır işler, derin işler insanı.
Cumartesi Anneleri de, kinle değil sevgiyle, hasretle, dirayetle bir çelik dantel dokudu 600 haftada; şunu biliyoruz ki, hiçbir şeyimiz kalmasa, direnişimiz var.
Yazarlar
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.02.2025
29.01.2025
17.01.2025
7.11.2024
6.11.2024
24.10.2024
27.06.2024
7.06.2024
26.05.2024
20.05.2024