Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Xewn/Rüya
12.07.2012
4104

 Bugün benim doğum günüm. Tam da denk geldiği için, kendimden yola çıkarak hayatla ilgili, dillerle, sözcüklerle ilgili yazıyorum bugün biraz da çekinerek. Neticede kendiyle ilgili yazmayı tabu kabul eden bir gazetecilik ekolünden yetiştim. Gazetecinin kendisinin haber olması, haberdeki bilgilerin yanlış olması kadar büyük bir kâbustu bizim için.

Doğum günüm için bir hayal kuruyorum.

Tümümüzün çocuklarının bütün bu ülkede, sınavlarda dirsek çürüterek değil, bu toprağım tüm dillerini öğrenerek büyüdüğü, dillerin en büyük ilgileri ve meraklarından olduğu, ders diye öğrendikleri bir sürü saçmalık yerine, farklı dillerden konuşmayı öğrenebildikleri bir yaşamı.

Aynı dilden konuştuğumuzda bile birbirimizi anlamadığımız bu dünyada, acaba ayrı dillerden konuşurken birbirimizi anlayabilir miyiz?

Sözlerin de canı, başlı başına dünyaları yok mu?

Kelimelerin, kendi başlarına karakter ve dünyaları?

Dil, yaratıcılık demek.

Amazonlardaki Pirahã kabilesinin dilinde ise, kelimeler bile yok.

Hiçbir başka dille akrabalığı olmayan bu dil, sekiz sessiz harf ve üç sesli harften oluşuyor. Tamamen tonlamalar, vurgulamalar, ıslıklar gibi seslere dayanan bir dil Pirahã. Sayılar, renkler için “mavi”, “kırmızı” gibi değişmeyen kelimeler bu dilde yer almıyor.

Kabile üyeleri de, dilleriyle o kadar gurur duyuyor ki, başka dilleri konuşanlara, “Çatlak kafalar” diyorlar.

“Eskimoların”, “farklı kar türlerini tasvir için yüzden fazla kelimesi var” dendiğini duymuşsunuzdur belki.

“Eskimo” sözcüğünün, aşağılayıcı anlamlar içerdiğine dair tartışma bir yana, Princeton Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olan çevirmen ve yazar David Bellos, çok yinelenen bu iddianın kendisinin, diller arasında bir hiyerarşi kurma kaygısından ortaya atıldığını söylüyor.

Bellos’a göre, “Eskimolar” (yani kendilerinin anılmayı tercih ettiği biçimde İnuitler), sanki kardan ibaret bir dünyada yaşıyormuş gibi, “medeniyet dillerinde olduğu üzere”, “pudra gibi kar”, “yumuşak kar”, “ıslak kar”, “kuru kar” gibi sofistike betimlemeler yaratacaklarına, farklı kelimeler üretiyorlar gibi bir tasavvur var bu çok yinelenen hikayenin ardında.

Bellos, “Biz kendi kültürümüze bakalım; Amerika’da, kahve için kaç farklı sözcük türetilmiş durumda” diyor.

Bellos’un çok eğlenceli kitabı, “Is That a Fish in Your Ear? Translation and The Meaning of Everything” (Kulağınızdaki Şey Balık Mı?: Çeviri ve Herşeyin Anlamı), dillerin farklılığının, insanlığın en büyük kazançlarından biri olduğu tezi üzerine kurulu.

Bellos, milliyetçiliğin dilleri tek tipleştirme dayatmasının, tüm dünyada kültürel zenginliği yok ettiğini savunuyor.

Bellos, “Biz, farklı olmak için yaratıldık. İnsanlık, hep farklı diller konuşageldi, ki bu da farklı düşünme biçimleri, yaklaşımlar, düşünüş biçimlerinin varlığından kaynaklandı” diyor.

Stanford Üniversitesi’nden psikolog Lera Broditsky, araştırmaların, dilin insanların düşünüş biçimlerini etkilediğini, konuşanları şekillendirdiğini söylüyor.

Mesela, Rusça’da mavi rengin, başka dillerde bulunmayan, birçok farklı tonlamalarını anlatan kelime var. Yapılan araştırmalar, Rusça konuşanların, renk farklarını ayırt etmekte daha başarılı olduğunu gösteriyor. Gene Pirahã’lara dönersek, dillerinde, “miktar” anlatan kelimelerin bulunmaması, onları “maddiyattan” çok uzak kılıyor.

Farklı diller, farklı dünyalarsa, 145 dilin konuşulduğu Toronto gibi bir kent mi zengin, çoğunluğun tek dilli olduğu bir yer mi?

Kanada’da, doktorların doğru teşhis koyabilmesi, mahkemelerde adaletin tam yerine gelebilmesi için ülkede konuşulan dillerde mümkün olduğunca kapsayıcı şekilde, çevirmenlik hizmetleri verilmesine çalışılıyor.

Üstelik de, “en doğru çeviri nasıl olur”, “devlet görevlisi çevirmenler, doğru çeviri yapıyor mu” diye de fena halde titizleniliyor.

Sivil toplum örgütü Language Industry Association (Dil Endüstrisi Derneği) Başkanı Gonzalo Peralta, “tercüme” konusunun Kanada devletinin en öncelikli politik meselelerinden biri haline dönüştüğünü söylüyor ve çok da önemli bir vurguda bulunuyor; “İnsanların hayatları söz konusu burada, daha ne olsun?”.

Ben, şahsen, “sözün bittiği”, “bilinmeyen dillerin” memleketi bu ülkede, kelimelere, sözlere çok inanıyorum. Oğlum Ali Cem Hazar’ın, isimlerinin her birisini, barış, huzur ve adalet imgeleri nedeniyle seçmiştim. Ancak, niyet ve kısmet de, farklı şeyler! Hazar’ın kendisi, küçük bir delifişek olarak, barış ve huzur ile çok da alakalı bir yapıya sahip değil.

Geçenlerde, Hazar’ın arkadaşlarından Hilal, bir şarkı söylüyordu; “yanıyorum, ölüyorum” gibi sözleri olan bir şarkı...

Şarkının adını sorunca da, “Bu bir aşk şarkısı” dedi. Hazar ise, “Aşkı ve romantik şeyleri hiiiiç sevmem” diye söze katıldı.

Herhalde, bu farklı yaklaşımları da, ömür boyu sürecek; farklı dünyalar olarak

Onların komik aşk şarkısı çekişmesi, aklıma Kürt şair ve müzisyen Ömer Dizeyî’nin bestelediği ve sözlerini yazdığı, Aynur’un da çok güzel seslendirdiği Xewn/Rüya’yı getirdi .

Dizeyî’nin topraklarından uzakta geçen yaşamında, ismi “Homer Dizeyee”, “Omar Dizee” diye de anılır olmuş.

Soranî ve Türkçe; bu muhteşem aşk şarkısının başı şöyle...

Diwênê şew bînîm le xewê
Le ser cêy ber mangeşewê
Xom Xizande ser cêy fênik
Nemhişt ber henasem kewê

Rüyamda gördüm dün gece
Ayışığı altındaki döşeğinde
Süründüm serin yere doğru
İzin vermedim soluğumu duymasına...

Devamını siz şarkıdan dinleyin; bir de benden bir rica, şunu bir düşünün, bu sözlerin çevirisi aslına adil mi, değil mi bilebilecek çok kişi olsaydık nasıl olurdu bu topraklar acaba?

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar