Vedat Bilgin

Cumhuriyet elitlerinin dramı
10.01.2019
909

 Yakından bakıldığı zaman hepsi köklü ailelerden gelmeseler de iyi okullarda eğitim aldıkları devletin sunduğu üst düzey imkânlardan faydalanan zümreden geldikleri gayet açıktır. Belki de onların sorununun en az bir parçası, devletle bu kadar içli-dışlı bir geleneğe dayanmış olmalarıyla ilgilidir.

Burada sorun ne midir? Bir ülkenin resmi aydınları akademik hayatından sanat hayatına kadar resmi ideolojiyi bu düzeyde içselleştirmiş elitleri, kendi halklarına neden bu kadar uzaktırlar; halk gibi düşünmelerini inanmalarını beklemek gerekmez fakat kendi halklarının kültürüne saygı duymalarını beklemek onlardan çok şey istemek mi olur?

Geçtiğimiz günlerde kamuoyu, bir sanatçının hayatını kaybettiğini, ölümünden sonra değil vasiyeti üzerine defin işlemi gerçekleştikten sonra öğrendi; çünkü sanatçı cenaze töreni yapılmamasını vasiyet etmişti. Yine bir başka sanatçı da kendisi için cenaze namazı kılınmasını değil ‘cesedinin yakılmasını’ yakınlarından istediğini söylemişti.

Bu ve benzeri haberler tek başına bir şey ifade etmeyebilirler fakat aydın, sanatçı akademisyen gibi sıfatlara sahip olan bir zümrenin, bilhassa kendi halkından onun geleneklerinden hatta ölümle ilgili törenlerinden dahi nefret edercesine uzak olduğunu göstermek istemesi bu tepkisel tavır onların yaşlılık veya benzeri şahsi durumlarıyla açıklanabilecek gibi görünmemektedir. Kendisini ‘ateist’ değil ‘ate’ diye tanımlayan bir meslektaşım, ‘ezanı duyunca kendi evimde, yurdumda yaşadığımı hissediyorum, o benim adım gibi, soyadım gibi varlığımın bir parçasıdır, göstergesidir’ derken aslında bu topraklarla bu ülkenin insanlarıyla kurduğu bağı ifade etmekten öteye ‘yabancılaşmadan’ özgür bir insan olmanın varoluşunu dile getirmekte olduğunun da elbette bilincindeydi.

Sanırım burada sorun bilinç düzeyinde aydın sorumluluğu içinde muhalif bir tavır geliştirmekle yaşanan sorundadır. Mesele kültürel yabancılaşmanın sosyal psikolojisiyle zümresel bir tepkiden başka bir şeyi ortaya koyacak özgürlüğe sahip olup olmama meselesidir. Resmi aydınların sorununu bir 19 yüzyıl travması olarak tanımlamak da mümkündür. Şunun altını çizmek isterim ki ‘19. Yüzyıl pozitivizmi’ bizim aydınlarımızın düşünce biçimlerini felç etmiş onları kimlik krizi de dâhil içinden çıkamayacakları bir duruma sokarak düşünemez hale getirmiştir.

Onlar için varsa yoksa Batı uygarlığının ürünlerine/görüntülerine sahip olmaktır, onun manasını kavrayacak birikimden uzak oldukları için de onu taklit etmek ‘kutsal’ bir amaç haline gelmiştir. İmparatorluğun son döneminde Batıya mühendislik, iktisat ya da siyaset bilimleri okumaya gidenlerin çoğunun tiyatrocu, şair vb. olarak dönmeleri, hayran kaldıkları Batı’nın yaşadığı dönüşümü anlamaktan uzak bir zihniyet dünyasına hapsolduklarını göstermektedir.

Bu zümre, Cumhuriyetten sonra, bilhassa Tek Parti döneminde her alanda ‘mutlaklaştırmaya’ çalıştıkları bir ‘iktidara’ sahip olmuştur. Onların dramının tam da bu noktada ortaya çıkmasının sebeplerinden birincisi, neredeyse ‘tapındıkları’ pozitivizmin bilim değil artık çökmüş bir felsefi yöntem olduğunu kavrayamayışları; diğeri ise ‘devlet merkezli’ bir anlayıştan, demokrasi yoluyla ‘toplum merkezli’ bir dünyaya geçilmiş olmasıdır. Demokrasiye duydukları öfkeyi, demokratik sürecin ortaya çıkardığı siyasetçilere duydukları kinin, marazi halin kökleri de buralarda aranmalıdır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar