Alper GÖRMÜŞ
Tarihteki bütün büyük ‘dava’lar, ister bir milletin büyük idealleriyle, isterse de bütün bir insanlığın büyük idealleriyle bağlantılı olsun, daima otoriter siyasi sistemleri beslediler, onlara kaynaklık ettiler.
Çünkü büyük davalar büyük (“aşırı”?) haklılık duygusuyla birlikte yürürler ve bu duygu, büyük davanın iktidardaki sahiplerine, davanın hedefleriyle uyumlu olmayanları susturmada esaslı bir meşruiyet kaynağı sağlar.
Peki, toplumsal talepleri ve halkının refahını geri plana atıp bütün enerjisini ‘kutsal dava’nın hedefleri uğruna harcayan bir iktidar, ‘dava’ etrafında bir de toplumsal rıza üretirse ne olur? Ortaya nasıl bir insan çıkar?
Okumayı yeni bitirdiğim bir kitap, işte bu soruya cevap veriyor... Kitabın adı, İkinci El Zaman: Kızıl İnsanın Sonu... Sovyetler Birliği’nin ve Rusya’nın önde gelen gazetecilerinden Svetlana Aleksiyeviç’e 2015 Nobel Edebiyat Ödülü’ni kazandıran kitap, Aleksiyeviç’in, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinin başladığı 1980’lerin sonundan 2012’ye kadar geçen dönemde, olan bitene fiilen tanıklık etmiş sıradan ‘Sovyet insanları’yla gerçekleştirdiği söyleşilere dayanıyor.
Aleksiyeviç’in kitabında, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde, zincirlerinden kopmuş milliyetçiliklerin insanları ne hale getirdiğine dair çok sarsıcı tanıklıklar da var. Bir sonraki yazıyı bu tanıklıklara ayıracağım; çünkü bunlar, “bizde milliyetçi boğazlaşma olmaz” iyimserliğine çok da fazla güvenmemek gerektiğini gösteriyor.
Fakat kitapta beni, insanların nasıl olup da milliyetçilik üzerinden bu kadar vahşileşebildiklerinden çok, insanların nasıl olup da kardeşlik ve hümanizm duygularıyla dopdoluyken Stalin ve devamcılarının on yıllar boyunca aralarında kendi anne-babalarının, kardeşlerinin, akrabalarının da olduğu insanlara karşı reva gördükleri zalimliği ‘kabul edilebilir’ bulduğuydu.
Şimdi sizi kitaptan seçtiğim iki tanıklıkla başbaşa bırakıyorum; Ardından, bu tanıklıklardan yola çıkarak yukarıda sorduğum sorunun cevabını vermeye çalışacağım. (Soruyu bir daha hatırlatayım: “Toplumsal talepleri ve halkının refahını geri plana atıp bütün enerjisini ‘kutsal dava’nın hedefleri uğruna harcayan bir iktidar, ‘dava’ etrafında bir de toplumsal rıza üretirse ne olur? Ortaya nasıl bir insan çıkar?”).
Margarita Pogrebitskaya, doktor, 57 yaşında
Benim bayramım... 7 Kasım... Büyük, parlak... Çocukluğumdan kalan en parlak iz; Kızıl Meydan’daki askeri geçit töreni...
Babamın omuzlarındayım, elimde kırmızı bir balon var. Gökyüzünde, sütunların üzerinde devasa Lenin ve Stalin... Marx portreleri asılmış... Kırmızı, mavi, sarı balonlardan çelenk ve buketler. Kırmızı renk. Sevdiğim, en sevdiğim. Devrimin rengi, onun adına dökülen kanın rengi... Büyük Ekim Devrimi! (...) Hayatım boyunca şu inançla yaşadım: En mutlu kişiler biziz, görülmemiş ve mükemmel bir ülkede doğduk. Böyle başka bir ülke yok. (...) Neşeliydik! Yarının bugünden iyi olacağına inanırdık, yarından sonrası yarından da güzel olacaktı. Geleceğimiz vardı. Geçmişimiz de. Her şeyimiz vardı! (...) İnanç! İnanç! İnanç! Akıldan yüce olan bir şey. (...) Belki de o bir hapishaneydi, ama içim daha sıcaktı bu hapiste. Öyle alışmışım... (...) Ve, evet! Evet! En büyük hayal, ölmek! Kendini feda etmek. Vermek. Komsomol yemini: “Gerektiğinde hayatımı halkıma vermeye hazırım.” Ve bunlar sözden ibaret değildi, gerçekten böyle yetişmiştik.
Bir sorun... Sormanız lazım, nasıl böyle şeyler yan yana var olabildi: Bir yandan bizim mutluluğumuz, bir yandan da geceleri gelip birilerini almaları, götürmeleri? Kimi kayboldu, kapının ardında hıçkırdı. Bunu nedense hatırlamıyorum! Bahar vakti leylak nasıl kokardı, topluca nasıl gezilirdi, ahşap, güneşle ısınmış kaldırımlar nasıldı onu hatırlıyorum. Güneşin kokusunu hatırlıyorum. Jimnastikçilerin göz kamaştırıcı geçit törenlerini ve Kızıl Meydan’daki jimnastikçilerin vücutları kullanılarak yazılmış, rengârenk çiçekli isimleri hatırlıyorum: Lenin-Stalin. Anneme de sormuştum bu soruyu...
Beriya hakkında ne hatırlıyoruz? Lubyanka hakkında? Annem pek konuşmazdı... Bir keresinde yazın, tatilden sonra babamla Kırım’dan dönüşlerini hatırlamıştı. Ukrayna’ya gitmişlerdi. Otuzlu yıllardı... Kolektifleştirme... Ukrayna’da büyük bir açlık vardı, Ukraynaca, holodomor. (Holodomor: Açlıktan ölüm. 1932-33 yıllarında Ukrayna’da milyonlarca kişinin ölümüne neden olan açlık. Kolektifleştirmeye karşı çıkan Ukrayna köylüsü, aç bırakılarak cezalandırılmıştır. – Yazarın notu.)
Milyonlarca insan öldü. Köydeki herkes ölüyordu... Gömecek kimse yoktu... Ukraynalılar kolhozlara gitmek istemedikleri için öldürüldü. Aç bırakılarak öldürüldüler. Şimdi bunları biliyorum... Orada öyle bir toprak var ki, kazık çaksan ağaç olur. Ama onlar öldüler... Hayvanlar gibi öldürüldüler. Her şeyi aldılar onlardan, evlerin kubbelerine kadar. Toplama kampındaki gibi çevirdi askerler çevrelerini. Şimdi biliyorum... İşyerinde Ukraynalı bir arkadaşım var, ninesinden duymuş... Onların köyünde annesi bir çocuğu baltayla kesmiş, pişirip diğerlerini beslemek için. Kendi çocuğunu... Bunların hepsi olmuş...
(...)
Uzun süre Stalin kızı oldum. Çok uzun süre. Çok... Evet, bu oldu! Benim başımdan geçti... Bizim başımızdan... O yaşam olmayınca ellerim boş kalacak. Hiçbir şeyim olmayacak...
Vasili Petroviç N., 1992 yılından beri parti üyesi, 87 yaşında
Bizim zamanımız... Benim zamanım... Büyük bir zamandı! Kimse kendisi için yaşamazdı. Bu yüzden güceniyorum işte... Geçende kibar bir hanımefendi bir görüşme yaptı benimle. Beni “aydınlatmaya” başladı, o zamanlar ne korkunç bir dönem yaşadığımız konusunda. O kitaplardan okumuştu, bense orada yaşamıştım. Orada doğmuştum. O yıllarda. Ve bana “Siz köleydiniz,” diye anlatıyor. “Stalin köleleri.” Bacaksız! Köle değildim ben! Değildim! Şimdi de kendimi şüphelerden kurtaramıyorum... Ama köle değildim.
(...)
Orenburg yakınlarındaki Orsk şehri. Gece gündüz yük trenleriyle kulaklar gönderiliyor.(Kulak: Toprak sahibi zengin Rus köylüleri – A. G.). Sibirya’ya. İstasyonu koruyoruz biz. Bir vagonu açıyorum: Köşede yarı çıplak bir adam kemerle asmış kendini. Anne kollarında bir bebeği sallıyor, biraz daha büyük bir çocuk da yanında oturuyor. Elleriyle kendi bokunu yiyor, lapa gibi. “Kapat” diye bağırıyor bana komiser. “Bunlar kulak pislikleri! Yeni hayata layık değil bunlar!” Gelecek... O güzel olacaktı... Sonra güzel olacak.
(...)
Önce karımı tutukladılar... Tiyatroya gitti ve eve dönmedi. Ayakkabı fabrikasında çalışıyordu. Kızıl mühendisti. “Anlaşılmaz bir şeyler oluyor” demişti, “Bütün arkadaşlarımızı götürdüler, bir değişiklik var...”
(...)
Üç gün sonra benim için geldiler. (...) İçeri tıkmalar artık kitlesel oluyordu. Her gün birilerini alıp götürüyorlardı. Korkunç bir durum. Birini alıp götürüyorlar, etraftaki herkes susuyor. Sormak boşuna. İlk sorguda sorgucu bana açıkladı: “Siz öncelikle karınızı ihbar etmemekle suçlusunuz.” Yo, bu hapisteykendi... O sırada hafızamdaki her şeyi gözden geçirdim. Her şeyi... Bir tek şeyi hatırlıyordum... Şehirdeki son parti konferansını hatırlıyordum... Yoldaş Stalin’in selamını okumuştuk ve bütün salon ayağa kalkmıştı. Bağırmıştı hatip: “Yaşasın yoldaş Stalin, zaferimizin organizatörü ve esin kaynağı!” “Yaşasın Stalin!” “Yaşasın lider!” On beş dakika... Yarım saat... Herkes birbirine bakıyor ama kimse ilk oturan olmuyor. Herkes duruyor ayakta. Ben nedense oturdum. Mekanik bir biçimde. Sivil giyimli iki kişi yanıma geldi: “Yoldaş, neden oturuyorsunuz?” Fırladım ayağa! Kurulmuş gibi sıçradım. Ara olunca sürekli etrafıma bakındım. Biri gelip tutuklayacak diye bekledim.
(...)
Sabaha doğru arama sona erdi. Emir verildi: “Toplanın!” Dadı oğlumu uyandırdı... Gitmeden önce onun kulağına fısıldamayı başardım: “Kimseye annen, baban hakkında bir şey söyleme.” Böyle hayatta kaldı işte.
(...)
Bir ay tecritte kaldım. Taştan bir tabut, baş kısmı daha geniş, ayak kısmı daha dar. (...) Ortak hücre... Hücrede elli kişi. Tuvalete günde iki kez çıkarıyorlar. Geri kalan zamanda? Bir kadına nasıl açıklarsın? Girişte kocaman tahta bir kova vardı... Oturup herkesin içinde sıçmayı bir deneyin! Tuzlu balık yediriyorlar ve su vermiyorlardı. Elli kişi... İngiliz... Japon casusları... Köylü bir ihtiyar, cahil. Anlattığı fıkra yüzünden gelen bir öğrenci vardı... “Duvarda Stalin portresi var. Konuşmacı Stalin hakkında bir yazı okuyor. Koro bir Stalin şarkısı söylüyor. Sanatçı Stalin şiirini okuyor. Bu da ne böyle? Puşkin’in yüzüncü ölüm yıldönümü için yapılan bir akşam toplantısı...” Bu öğrenci 10 yıl kampta kaldı, mektuplaşma hakkı olmadan. Stalin’e benzediği için tutuklanan bir şoför vardı. Gerçekten de benziyordu.
(...)
Hapiste eski bir yoldaşımla karşılaştım...Nikolay Verhovtsev, 1924 yılından beri parti üyesiydi. İşçi fakültesinde ders veriyordu. Herkes tanıdık... Yakın bir çevre... Birisi yüksek sesle Pravda gazetesini okuyormuş ve orada şöyle bir bilgi varmış: Merkez Komitesi toplantısında atların döllenmesi sorunu ele alındı. Bizimki de kalkıp ”Merkez Komitesi’nin başka işi kalmamış, atların nasıl dölleneceğini düşünüyor” demiş. Gündüz söylemiş bunu, akşam onu alıp götürmüşler. Parmaklarını kapının arasına sıkıştırıp kurşun kalem gibi kırmışlar. Bugün bunu nasıl anlatıyorum, bilemiyorum... Barbarlıktı bunlar. Aşağılayıcı şeyler. Bir et parçasısın... Çişin içinde yatıyorsun.
(...)
Hapiste en azından bir yıl kaldım. Bir yıl sonra beni yeni sorgucu çağırdı... Davamı gözden geçirmeye karar vermişler. Beni bıraktılar, bütün suçlamaları kaldırdılar. Yani bir hataymış. Parti bana inanıyormuş!
(...)
Verhovtsev’le vedalaştım... Bana kırık parmaklarını gösteriyor: “Burada on dokuz ay yedi gün yattım. Kimse beni buradan çıkarmayacak. Korkuyorlar.” Nikolay Verhovtsev... 1924 yılından beri parti üyesiydi... Kırk bir yılında kurşuna dizildi, Almanlar şehre girince... NKVD’ciler tahliye edemedikleri bütün mahkûmları kurşuna dizdiler.
(...)
Kırk bir yılı. Herkes ağlıyordu... Ben ise mutluluktan şakıyordum; savaş! Savaşa gidiyorum! Bana bunun için izin veriyorlar. Gönderiyorlar. (...) Eve iki yarayla döndüm. Üç madalya ve nişanla. Parti bölge komitesinden çağırdılar: “Ne yazık ki karınızı size geri getiremeyeceğiz. Karınız öldü. Ama onurunuzu geri verebiliriz...” Parti kimliğimi verdiler bana. Ve mutlu oldum! Mutlu oldum...”
‘Dava’sız hayatı hayat saymayanlar
Svetlana Aleksiyeviç, böyle bir hayatın sonunda parti kimliği kendisine verildiğinde mutlu olan Vasili Petroviç’in sözünü kesip, “bunu anlayamadığını, hiç anlayamayacağını” söylediğinde büyük bir öfke patlamasına maruz kalıyor:
“Mantık kurallarıyla yargılayamazsınız bizi. Muhasebeciler sizi! Anlasanıza! Bizi ancak dini kurallara göre yargılayabilirsiniz! İnanç kurallarına göre! İnancımız sizi kıskandırır bile! Yüce olan neyiniz var sizin? Hiç. Bir tek konfor. Her şey mide için... On iki parmak bağırsağı için... Göbeğini şişiririsin ve keyiflerle çevrelenirsin...”
Aleksiyeviç’in kitabında, ‘yüce’ bir davaya bağlanmamış bir hayatın hayat sayılmayacağına dair çok sayıda başka tanıklık da var.
Toplumsal talepler ve halkın refahı yerine ‘yüce’ bir davanın hedeflerine odaklanmanın kaçınılmaz olarak otoriterlik ürettiğini biliyoruz... Svetlana Aleksiyeviç’in kitabı ise, bu hat üzerinden oluşturulmuş totaliter bir iktidarın, kendi ‘yüce’ davasına ikna ettiği insanların kimyasını ortaya sermede emsalsiz dersler içeriyor.
Bence kitabın bize söylediği esas fikir şu: Bir insan bir fikir için, ‘yüce’ bir dava için canını verecek kıvama gelmişse, o uğurda başka insanların başına gelecek felaketlere aldırmamasına da şaşırmamalıyız.
Eski yazılarımdan birinde IŞİD şiddetini açıklamaya çalışırken başvurduğum izâhın, rejimin ürettiği şiddeti, onun vaat ettiği ‘cennet’in dürbününden gördüğü için ‘kabul edilebilir’ bulan Rus komünistleri için de geçerli olduğunu düşünüyorum:
“Bütün insanlar için ebedi kurtuluş vadeden bir ideolojiniz varsa, bir canavara dönüşmeniz işten bile değildir. Çünkü o kadar yüksek bir toplumsal ideale inanıyorsunuz ki, o idealin bir an önce kuvveden fiile çıkması için engel teşkil edebilecek tek tek bütün bireyler, sizin için üzerine basılıp geçilecek bir nesneden başka bir şey değildir. Size katılsalardı, şiddetsiz, sonsuz bir barış döneminin kutlu kurucuları payesine erişeceklerdi, fakat şimdi şiddete son verecek o ‘son şiddet’in kurbanları haline geldiler.”
İnsanoğlu’nun kurtuluş saplantısı
Peki, ‘yüce’ davaların devlet düzleminde otoriter-totaliter iktidarlar, toplum düzleminde ise onların ürettiği şiddete katılan ya da sessizce onaylayan bireyler ürettiği yaşanan bunca örnekle sabitken, ‘yüce’ davalar neden insanlara cazip gelmeye devam ediyor?
Rumen felsefeci Emil Cioran’a göre bunun nedeni “insanın selâmet (kurtuluş) saplantısı...”
Ona göre yaşadığımız dünya, “insanın selâmet saplantısının hayatı soluksuz bıraktığı bir yer”, toplum ise bir “kurtarıcılar cehennemi”dir.
Cioran’a göre, insandaki “selâmet saplantısı” neredeyse doğamızın bir parçası... Çünkü insan, “kendisini zamanın merkezi, nedeni ve sonucu zannetmeye bilinçsizce meyilli”dir ve bu insan için bir savunma mekanizmasıdır:
“Reflekslerimiz ve gururumuz, teşkil ettiğimiz et ve bilinç parçasını bir gezegene dönüştürür. Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilseydik; eğer kıyaslamak, yaşamaktan ayrılmaz olsaydı, mevcudiyetimizin ufaklığının açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak, kendi boyutlarına karşı körleşmektir.”
Cioran’a göre, insanoğlundaki “selâmet saplantısı”, tarihin çeşitli dönemlerinde milyonlarca insanı etkisi altına alan kurtuluş ideolojilerine dönüşür; ve her seferinde aynı korkunç sonuçlar doğursa da insanlar kurtuluş ideolojilerinden vazgeçmezler; çünkü bu bir saplantıdır.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025