Alper GÖRMÜŞ
“Konfor bozan derinlik...”
Bu, Dücane Cündioğlu için yıllar önce kaleme aldığım portrenin başlığıydı... Başlığın devamında, spotta da şöyle yazmıştım:
“O artık, hangi ‘kesim’den olurlarsa olsunlar, bu ülkenin bütün okumuş-yazmışlarının karşısında duran bir ayna, ve o aynadan yansıyan derinlik herkesin, hepimizin konforunu bozuyor. Her ‘kesim’den diyorum, çünkü rahatsız edici olan, fikirlerinin şu veya bu olması değil, o fikirleri savunurken karşımıza çıkan derinlik bozuyor konforumuzu. Öyle bir ölçü koyuyor ki ortaya, ona erişmek imkânsız; eh, bu da rahatsızlık yaratıyor doğal olarak.”
Yıldıray Oğur’un geçtiğimiz cuma günü TV5’te kendisiyle yaptığı söyleşiyi izlediyseniz, bu değerlendirmede hiçbir abartının olmadığını siz de görmüşsünüzdür...
Peki, ben teyit.org’u konu alan bir yazının girişinde onu neden anıyorum? Anıyorum, çünkü okumakta olduğunuz yazının başlığı, Cündioğlu’nun o söyleşide bilimi ve dini (inancı) karşılaştırdığı cümlelerinden mülhem: “Bilim aydınlatır ama ısıtmaz, din (inanç) aydınlatmaz ama ısıtır.”
Bu cümlenin açılımını ve onun üzerinden benim “sahte haberlere neden inanıyoruz” sorusuna cevabımı yazının sonuna bırakıyorum.
Ondan önce, teyit.org’dan ve sitede geçtiğimiz hafta yayına konan “sahte haberlere neden inanıyoruz” başlıklı videodan söz edelim biraz...
Teyit.org nedir?
Sitede, “nedir” başlığının altında teyit.org’un işlevi şöyle tarif ediliyor:
“teyit.org yaygın bilinen yanlışlardan, sosyal medyanın gündemine oturan şüpheli bilgilere, medyanın gündeme getirdiği iddialardan, şehir efsanelerine birçok alanda doğrulama yaparak internet kullanıcılarının doğru bilgiye ulaşmasını sağlamak için çalışıyor.
“teyit.org böylece birincil haber kaynağı olarak interneti kullanan yurttaşların ve sivil toplum örgütlerinin çevrimiçi platformlarda hangi bilginin doğru, hangisinin yanlış olduğunu öğrenmesini sağlıyor. teyit.org eleştirel düşünme alışkanlığını kazandırmayı ve yeni medya okuryazarlığını artırmayı amaçlıyor.”
Sitenin bu amaç doğrultusunda ne kadar önemli bir işlev gördüğünü anlayabilmek için, içinde 8-10 dakikalık bir tur atmak bile yeterli. Yıl sonu olması itibariyle site yöneticilerinin yaptığı özetlemeler ve toparlamalar, bu izlenime çabucak ulaşılmasını mümkün kılıyor.
Daha önce tanışmadıysanız, siteye girip incelemenizi hararetle öneriyorum.
Şimdi artık “Sahte haberlere neden inanıyoruz” başlıklı videoya gelebiliriz...
Basın özgürlüğü ile sahte haberler arasındaki ters orantı
Dokuz dakikalık videonun başlarında Türkiye için can sıkıcı olgusal bir bilgi yer alıyor (geçerken belirtelim, videonun seslendirmesini has bir gazeteci olan Ayşe Karabat’ın yapmış olması da hoş bir tevafuk olmuş):
“Reuters Enstitüsü’nün 37 ülkede 2018 yılında yaptığı araştırmaya göre en fazla sahte habere maruz kaldığını söyleyen okurlar Türkiye’de... Türkiye’de her iki internet kullanıcısından biri haftada en az bir kez uydurma haberle karşılaştığını söylüyor.”
Doç. Dr. Akın Ünver, neden bu kadar fazla sahte habere maruz kaldığımız sorusunu, Türkiye’deki medya ortamının temel özelliğini hatırlatarak cevaplıyor:
“Eğer enformasyon ekosistemi, yani bir ülkedeki medya hür değilse, o ülke dezenformasyona çok açık.”
Çok doğru. Eskiden, “Basın baskı altındaysa gazete satışları düşer, fısıltı gazetesinin tirajı patlar” denirdi, onun gibi düşünün...
Türkiye açısından videoda can sıkıcı başka bilgiler de var:
“Türkiye, Dünya Basın Özgürlüğü 2018 Endeksi’nde 180 ülke arasında 157. sırada.”
Ve:
“Açık Toplum Enstitüsü 2018 Medya Okur Yazarlığı Endeksi’ne göre 35 Avrupa ülkesi arasında, Makedonya’nın ardından sahte habere karşı en az dirençli ülke konumundayız.”
Raporlarda, bu kötü sicille ülkedeki kutuplaşma arasında doğrudan bir ilişki kuruluyormuş ki, bu da bizi “asıl mesele”ye getiriyor:
“Her iki raporda da Türkiye’deki kutuplaşmanın bu sonuçların ortaya çıkmasında rol oynamış olabileceğinin altı kalınca çiziliyor.”
Kutuplaşma ve dezenformasyonun gönüllü alıcıları
Aslında sahte haber piyasası da tıpkı öteki piyasalar gibi arz-talep kanununa tâbidir. Yani sahte haber “mal”ı, alıcısı yoksa piyasaya sürülmez. Peki, Türkiye’de bu “mal”ın alıcılarının sayısı neden bu kadar yüksek?
Bunu sağlayan şey kutuplaşma işte. Araştırmacı Bekir Ağırdır, videoda kendi araştırmalarına dayanarak bunu güzelce anlatıyor:
“Nedir kutuplaşma? Herhangi bir problemi, o problemin kendi aktörleri, dinamikleri üzerinden muhakeme ederek bir kanaat oluşturmak değil, içerisinde bulunduğu kutbun pozisyonuna göre kategorik pozisyon almak. Ya da o kanaati oluşturmak. Özü itibariyle tanımı bu.
“Türkiye’de de bizim tespitimize göre, aşağı yukarı yüzde 64 insan, herhangi bir siyasi ve toplumsal meseleyi tartışırken böyle bir kutuplaşma pozisyonundan düşünerek davranıyor. (...) Dolayısıyla ne oluyor, herkes kendi akvaryumuna kapanıyor. Kendi akvaryumunuza kapandığınız zaman da öbür tarafa yüklediğiniz zanlara dair her türlü habere veya manipülasyona açık hale geliyorsunuz.”
Peki, neden böyleyiz? Neden kendi dünya görüşümüzü destekleyen, tahkim eden haberlere yaklaşırken bizi yalan haberlerden koruyacak kalkanlarımızı yere bırakıyoruz da yalan haber gollerini böyle kolaylıkla yiyiveriyoruz?
“Bilişsel çelişki”ye maruz kalmanın yükü
Yalansavar sitesinde yazan, insan davranışları üzerine dersler de veren Tevfik Uyar, bunun nedenini açıklarken şöyle diyor:
“İnsan sürekli olarak kendi fikirlerine yatırım halindedir. Bir düşünceye inanıyorsanız, o düşünceyi dile getirmeye, o düşünce için bir emek harcamaya, o düşüncenin yayılmasına katkı sağlamaya başladığınız zaman o düşünceye bir yatırımda bulunmuş oluyorsunuz. Yani sizin halihazırda yatırım yapmış olduğunuz düşünceye karşıt bir düşünceyle karşılaştığınız zaman, o karşı düşüncenin doğru olma ihtimali, sizin yatırımlarınızn boşa gitme ihtimaline denk oluyor.
“Dolayısıyla burada ‘bilişsel çelişki’ dediğimiz bir evreye ulaşıyoruz. Yani karşımızda bir şekilde, bizim halihazırdaki düşünce, tutum ve davranışlarımıza uymayan bir fikir var. Eğer o doğruysa, bizim yatırımımız boşa gidecek. Hatta bunu kitleler önünde dile getirdiysek, aptal konumuna düşmek gibi risklerimiz dahi var.
“Bir şekilde beni teyit eden haberler, benim halihazırdaki düşüncemi teyit eden haberler, benim o güne kadar yapmış olduğum yatırımların doğru olduğunu, fikir ve davranış açısından tutarlı bir durumda bulunduğumun bilgisini veriyor bana. Bu, bir insanın içinde bulunmak istediği rahatlık hali zaten.”
Üşüten doğrular, ısıtan yalanlar
“Bir insanın içinde bulunmak istediği rahatlık hali...”
Bu cümle, bizi hem insanların hangi ihtiyaçla yalan haberlere inanma eğilimi içinde olduğuna, hem de bu yazının başlığına taşıyor: “Sahte haberlere neden inanıyoruz? Çünkü aydınlatmıyorlar ama ısıtıyorlar...”
Yalan haberlerin “aydınlatmayan fakat ısıtan” vasfını, Dücane Cündioğlu’nun bilimi ve dini (inancı) karşılaştırdığı cümlelerine nazireyle türettiğimi söylemiştim. Cündioğlu, bu yazının girişinde zikrettiğim mülakatında “Bilim aydınlatır ama ısıtmaz, din (inanç) aydınlatmaz ama ısıtır” diyordu:
“Esas itibariyle inanç (kurumsallaşmış haliyle din), dünyanın çokluğunu birliğe getirme, anlam verme etkinliği olarak kaçınılmaz bir kurumdur. (...) İnanç ne işe yarar? Hiçbir şeyi açıklamaz, ama anlamlandırır. (...) Bu anlam doğru mu, orası tartışılır ama doğru olması gerekmez. Bunun karşısında bilim vardır. Bilim dünyaya anlam verme yeteneğinden mahrumdur. Bilimin sadece açıklama görevi vardır. Bilim aydınlatır, buna mukabil din ısıtır, aydınlatmaz. İnsanlar soğukta yaşayamazlar ama karanlıkta yaşarlar.”
Yani Cündioğlu, insanların içinde kendilerini huzurlu hissedecekleri bir anlam dünyasının ille de “doğru” temellerinin olması gerekmez diyor. Önemli olan, insanın ona inanmasıdır.
Onun söylediklerinden, onun söylemediği fakat itiraz da etmeyeceğini düşündüğüm şu sonucu çıkartıyorum: İnsanların, içinde kendilerini huzurlu hissedecekleri bir anlam dünyasının ille de “doğru” temellerinin olması gerekmediği gibi, o dünyanın içine, huzurunu sarsacak “doğru”ların girmesine de müsaade etmez.
Sözü konumuza getirirsek...
Şöyle diyebiliriz: Sahte haberlere neden inanıyoruz? İnanıyoruz, çünkü onlar bizim içinde huzur bulduğumuz ideolojik pozisyonu tahkim ediyorlar ve öylece huzurumuza katkıda bulunuyorlar.
Alternatifini düşünsenize: Doğruluğuna inandığı haberler sayesinde şahane bir düşünce konforuna sahip birinin zihnine, mazallah, “Bu okuduğum şey düzmece olabilir mi?” sorusunun takıldığını düşünsenize...
Bu kişi için o andan itibaren başlayacak çileli sürecin yükünü tahayyül edebiliyor musunuz?
MÜJDAT GEZEN NOTU: Sanatçı Müjdat gezen, hakkındaki yurtdışı yasağı nedeniyle Hollanda’da kanser tedavisi gören kızının yanına gidemeyecek.
Avukatı, itiraz dilekçesinde, “Müvekkilimiz, kanser tedavisi gören kızı Elif Gözen Öğretir için sürekli Hollanda'ya gitmektedir. Yurtdışına çıkış yasağı müvekkilimizin kızı ile olan iletişimini keseceği için gereksiz, fazla ve müvekkilimize manevi işkence çektirecek yöntem olmuştur” demiş.
Müjdat Gezen’in suçu, ülkenin cumhurbaşkanına “haddini bil” demek... Böyle suç olur mu? Bu suçsa, cumhurbaşkanı o suçu sürekli olarak işliyor.
Bunu hâkimler bilmez mi? Bilirler ama bildikleri başka şeyler de var ve belli ki ellerinden başkası gelmiyor.
Bir insan, yasalarda yazılı bir suçu işlerse karşılığına da katlanır; fakat karar tümüyle keyfi ve burun sürtmeye matuf ise, ona artık adalet değil zalimlik denir.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025