Alper GÖRMÜŞ
İçimizden fışkırıp gelen ve coşkuyla ifade edilen güzel bir duyguya kayıtsız kalındığında, hele hele duygumuza anlayışsız bir tepkiyle cevap verildiğinde kendimizi nasıl da fena hissederiz. Özgüven yüksekliği, insanın içindeki yıkımı dışarıya yansıtmamaya yardımcı oluşunu saymazsak, hiç kâr etmez böyle anlarda
Çocukluk yaşlarında böyle bir tecrübe yaşamış ve bunun bıraktığı kalıcı izlerin etkilerini bilen biri olarak, Yeni Zelandalıların ülkelerindeki terör saldırısı karşısında içlerinden fışkıran iyiliğe Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği tepkinin onları ne büyük bir hayal kırıklığına uğrattığını, ne kadar yaraladığını hissedebiliyorum.
Yarım asır geçti, sızısı hâlâ içimde
12 yaşındaydım, devlet parasız yatılı sınavlarını kazanmıştım ve yolum, altı senelik bir macera için Haydarpaşa Lisesi’ne düşmüştü.
İlk günlerde yaşadığım şey, bir tür ruh yıkımıydı. Buz gibi yatakhaneler, loş ve ıssız koridorlar, moral bozucu kalitesizlikte yemekler...
İlkokulda ve mahallede arkadaş eksikliği çekmemiştim, hatta arkadaş canlısı biri olarak bilinirdim, fakat o koşullarda başlangıçta arkadaş edinmekte çok zorlandım.
Nihayet bir gün sınıftan birini gözüme kestirdim. Sıcakkanlı gibiydi, dost olunabilir gibi görünüyordu. Hatta başlayacak muhtemel bir arkadaşlığın hayat boyu sürme ihtimalini bile sezdirecek kadar dost canlısı görünüyordu. Bir teneffüste sevinçle, coşkuyla yanına gittim ve ortaya, birlikte geliştirebileceğimizi düşündüğüm bir laf attım. Yüzüme baktı, “benim senle bir samimiyetim var mı” dedi ve yürüyüp gitti.
Parça parça olmuştum. İçimde bir şeylerin bir daha birleşmemek üzere kırıldığını hissettim...
Kendisiyle ilgili olarak fazla düşünen biri değilim, hatta bu mesaiye bu yaşımda yeni yeni başladığımı söylesem, bilmem inanır mısınız? Sızısı hep içimdeydi ama bu meseleyle ilgili olarak da düşünmemiştim, işte onu da şimdilerde ele almaya başladım. Doğru mu bilmem ama, yeni insanlarla tanışma, kalabalıklar için girme konusundaki çekingenliğimin bu travmatik olaydan kaynaklandığını düşünme eğilimindeyim şimdilerde.
Şunu da düşünüyorum: O hadiseyi benim için bu kadar travmatik kılan şey muhtemelen benim hesapsız coşkumdu. Mesela, “eh, artık ben de birkaç arkadaş bulayım” güdüsüyle, ya da “bak bu çocuk çalışkan, ilerde işime yarayabilir” düşüncesiyle onunla arkadaş olmaya çalışıp da aynı şekilde refüze edilseydim etkisi çok daha az olurdu diye düşünüyorum.
Erdoğan’ın dili rencide ediciydi
Başta Başbakan Jacinda Ardern olmak üzere Yeni Zelanda hükümeti, devleti ve en önemlisi de halkı, 50 Müslümanın canına mal olan son terör saldırısı karşısında huşû uyandıran hesapsız bir tepki verdiler. Ne var ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, insanın kalbini ısıtan bu diğerkâmlığa mukabele etmek bir yana, sahiplerini rencide edecek bir dil kullandı.
Erdoğan, sanıyorum, içte ve dışta algıladığı (bir kısmını siyaseten abarttığı) tehditler nedeniyle, etkili olmanın güç ve sertlik dışında bir yolunun olmadığını düşünmeye ve bir zaman sonra da bunu refleks haline getirmeye başladı. Oysa etkili olmanın bundan başka yolları da var ve üstelik o yollar, hiçbir işe yaramayacağı düşünülen zor zamanlarda çok daha işlevsel olabilirler; Aliya İzzetbegoviç örneğinde olduğu gibi...
“Gücün yapamadığını âlicenaplık, tutarlılık ve cesur duruş yapar” demişti Aliya İzzetbegoviç, hem de kendisi ve ülkesi hakiki ve çok büyük bir tehdit altındayken...
Yeni Zelanda’daki terör saldırısı karşısında Yeni Zelanda Başbakanı ile TC Cumhurbaşkanı’nın aldıkları tavır, bu bilgece sözü doğrulayan bir test işlevi gördü. Gücün dili âlicenaplığın dili karşısında o kadar etkisiz kaldı ki, dengesizlik, Erdoğan’ın Washington Post makalesine koyduğu son cümleyle giderilmeye çalışıldı.
Ardern’in benzersiz kuşatıcı dili
Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, üzüntüsünü olayın başından itibaren öylesine inandırıcı bir tarzla ortaya koydu ki, hiç kimse bunun pragmatik bir siyasetçinin, yaşananlardan faydalanmak için geliştirdiği planlı bir şov olduğunu öne süremedi, oysa bu birçok siyasetçinin başına gelmişti; Başbakan Ardern’in tavrı işte o kadar sahiciydi.
Keza bu sahicilik olmasaydı, Ardern’in akılda kalma özelliği ve etki gücü çok yüksek “Teröristin adını anmama” tavrı bir “halkla ilişkiler” kurnazlığı olarak damgalanabilirdi... Fakat kimsenin aklından geçmedi böyle şeyler.
Yeni Zelanda Emniyet Müdürü’nün Müslümanların gönlünü kazanan güven verici konuşması, Yeni Zelanda halkının muhtemel yeni saldırıları caydırmak için camilerden çıkmaması ve başka çok sayıda, alışık olduğumuz bütün ölçüleri aşan samimi pratikler...
Bunun karşısında bu mu olmalıydı?
Peki bunlar karşısında ne oldu? Her şeyden önce, Yeni Zalanda hükümetinin bütün ricalarına rağmen saldırı görüntüleri Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hem de miting meydanlarında halka izlettirildi... Erdoğan’ın bu mitinglerdeki sözleri, neredeyse teröristten ve terör eyleminden ziyade Yeni Zelanda ve Avustralya hükümetlerini ve devletlerini kınar bir içerikteydi... Erdoğan, sanki İstanbul’u ele geçirmekten söz eden kişi bizzat saldırgan değil de onlarmış, hatta oranın halklarıymış izlenimini veren bir üslupla konuşuyordu:
“Dedeleriniz geldi, kimi ayaklarının üzerinde kimi tabutla geri döndü. Aynı niyetle gelecekseniz bekleriz. Sizi de dedeleriniz gibi uğurlayacağız.”
Yine, sanki Yeni Zelanda hükümeti saldırganı koruyormuş duygusunu uyandıracak bir üslupla sarf edilmiş “Cezasını vermezseniz biz veririz” şeklindeki sözler...
Nitekim Yeni Zelanda ve Avustralya hükümetleri bunların ikisine de sert tepkiler verdi.
Yeni Zelanda Başbakan Yardımcısı Winston Peters, ülkesinin uğradığı hayal kırıklığını "Ülkemizi ya da insanımızı kötü gösterecek veya olduğundan farklı gösterecek davranışlardan kaçınmak gerekir" sözleriyle ifade etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bütün bunlardan sonra, nihayet Washington Post için kaleme aldığı makalede (20 Mart) Ardern’in sıra dışı performansını överek bir geri adım attı ama o adım çok geç gelmişti:
“Son olarak tüm Batılı liderlerin, Yeni Zelanda Başbakanı Sayın Jacinda Ardern'in cesareti, liderliği ve samimiyetinden ders alarak kendi ülkelerinde yaşayan Müslümanları kucaklaması gerekir."
Dengeleme çabası taşıyan bu son olumlu adıma rağmen, şu soru geçerliliğini koruyor: Bunun karşısında bu mu olmalıydı?
Dün, akşam saatlerinde Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan konuya dair yapılan “Cumhurbaşkanımız yanlış anlaşıldı” içerikli son açıklama ise, âlicenaplığın dilinin gücün dili karşısındaki mutlak üstünlüğünün tescili olarak okunmalı.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025