Alper GÖRMÜŞ
Parodi, bir olay ya da olgudaki bazı nitelikleri vurgulamak için o niteliklerin abartılı versiyonlarının işlenmesi temeline dayanan bir mizah dalı... Fakat bazen gerçek süreçlerin kendileri parodi tadına bürünür ve böyle bir “gerçek-mizah”ın eline hiçbir parodi su dökemez.
Son örneğini Gezi davası ve Osman Kavala münasebetiyle idrak ettiğimiz tuhaf yargı süreçlerini düşünün ve bunlar henüz fiilen yaşanmadan bir tiyatrocunun olayı “abartarak” şöyle bir parodi kurguladığını varsayın: Bir sanık ipe sapa gelmez iddialarla yargılandığı bir davada, üstelik hakkında ağırlaştırılmış müebbet cezası istenmişken, üstelik yaklaşık 900 gündür tutukluyken son celsede beraat ettirilir. (Abartı bu ya, henüz davanın iddianamesi bile yazılmamışken sanığın suçlu olduğunu televizyonlardan ilan eden ülkenin cumhurbaşkanı, beraat kararını da kınar ve kararı “manevra” olarak ilan eder.)
Parodiyi izleyenler, demokrasi olduğunu ilan eden bir sistemde bu kadarının da olamayacağını düşünseler de, ortaya konan abartılı performans, onları ülkedeki -parodide anlatılan kadar olmasa da- sorunlu iktidar-yargı ilişkisi üzerinde düşünmeye sevk eder.
Fakat işte: Dört-beş yıl öncesinde ancak bir parodinin unsurları olabilecek şeyler bugün saf gerçek olarak karşımızda.
Kavala olayı ve bazı başka gerçekler, bence Türkiye’deki otoriterlikle ilgili daha nüanslı bir yaklaşıma ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyor.
Eski dünyanın yalınlığı: Demokratik olan ve olmayan ülkeler
Sovyetler Birliği’nin 1990’ların başlarında çökmesinden önce dünyadaki siyasi rejimleri tanımlamak çok kolaydı. Buna göre ABD’nin de dahil olduğu Batı ülkeleri “demokratik” ülkeler olarak kabul ediliyor, Sovyetler Birliği ve komünist rejimle yönetilen diğer Doğu Bloku ülkeleri “otokratik” ya da “totaliter” rejimler başlığı altında toplanıyordu. Sovyetler Birliği’nin güdümündeki Afrika ve Asya ülkeleri ile ABD’nin yol verip desteklediği Güney Amerika’daki askeri diktatörlükler de keza bu ikinci gruba dahil ediliyordu.
İkinci gruptaki ülkelerin tayin edici özelliği, demokratik hak ve özgürlükleri kategorik olarak reddetmeleri ve rejimi seçimlerle değiştirebilme ihtimalini tümüyle dışlayacak bir siyasi sisteme sahip olmalarıydı.
Hibrid rejimlerin arz-ı endamı
1990’lardan itibaren dünyada tam olarak ne demokratik ne de otoriter olarak tanımlanabilecek hibrid rejimler ortaya çıkmaya başladı. Bu rejimler demokratik rejimlerin bütün lafzını benimsemiş görünmekle yetinmiyorlar, demokratik ülkelerdeki kurumların kurulmasına da izin veriyorlardı. Fakat problem şuradaydı ki, bu kurumların işletim sistemleri Batı ülkelerindeki kurumların işletim sistemlerine hiç benzemiyordu.
Mesela görünüşte demokrasinin üç kuvvetine ve bu kuvvetler arasındaki “ayrılık” ilkesine herhangi bir itiraz söz konusu değildi, fakat pratikte yürütme (hükümet ya da -çoğunlukla- başkan), yasamayı ve yargıyı yönlendirebilme yeteneğini haiz olacak şekilde donatılıyordu.
Yine de bu otoriter rejimlerin bir bölümü, iktidar ve rejim değişikliğini mümkün kılacak ölçüde işleyen seçim mekanizmalarına sahip olmaları nedeniyle, bu mekanizmaya sahip olmayan rejimlerden ayrılıyor ve onlara “rekabetçi otoriter rejimler” deniyor. Bu ayrım çerçevesinde mesela Çin ve Kuzey Kore gibi ülkeler “otokratik” ya da tam otoriter ülkeler sayılırken Türkiye, Rusya, Macaristan gibi ülkeler “rekabetçi otoriter” sayılıyor.
Tarz ve üslupla gelen parodiye dönüşmüş otoriterlik
Bana öyle geliyor ki, özellikle Türkiye örneğine baktığımızda rekabetçi otoriter rejimler arasında da bir ayrım yapma gereği ortaya çıkıyor. Özleri arasında ciddi bir fark olmasa da, otoriterliğin yürütülmesindeki tarza ve ona eşlik eden üsluba bakarak bazı rekabetçi otoriter rejimleri “parodi gibi otoriter rejimler” olarak vasıflandırmak daha doğru olacaktır.
Ciddi bir otoriterlik, erk kullandığı varsayılan öbür güçlerin saygınlığını tümüyle berhava edecek tarzda davranmaz, çünkü böyle davranırsa kendisinin zaten iskontoya uğramış saygınlığının da berhava olacağını, böylece kendisini kendi eliyle bir karikatür derekesine indirgeyeceğini bilir.
Mesela Türkiye’de iktidarın yasama ve yargıyla ve "dördüncü kuvvet" medyayla kurduğu ilişkiye baktığımızda gördüğümüz şey bundan başka bir şey değildir. Ciddi bir otoriterlik, bu güçleri normal bir demokrasideki işlevlerinden soyundurma operasyonunu yürütürken çok ince bir işçilik uygular; öyle ki dışarıdan bakan birçok insan o kurumların “demokratik” işlevlerini sahiden yerine getiriyormuş zanneder.
Buna karşılık parodi gibi bir otoriterlik, kendisinden başka bütün kurumları itibarsızlaştırmakta bir sakınca görmez, hatta bunu iktidar hazzının önemli bir parçası sayar. Türkiye’de Erdoğan’ın kuvvetler ayrılığı prensibini her çiğneyişini göstere göstere yapması bu fasıldandır.
Çok açıklayıcı bir örnek olarak Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sistemindeki değişikliğin nasıl yapıldığını hatırlayabiliriz. Ortada hiçbir tartışma yokken Erdoğan bir televizyon kanalında “TEOG’u yanlış bulduğunu” açıklamış bu sistemden vazgeçileceğini duyurmuştu. Bu iradeyi başta milli eğitim bakanı olmak üzere bütün bakanlar herhangi bir yurttaş gibi o gece televizyondan öğrenmiş, ertesi günden itibaren de dar zamanda yeni sistemi oluşturmak için çalışmalara başlanmıştı.
Şimdi normal ve “ciddi” bir otoriter rejimde kararı yine lider verir ve Meclis’teki gücünü kullanarak iradesini kuvveden fiile çıkarır. Fakat bunu televizyondan ilan etmez, mesela düşüncesini kabine toplantısında açar ve dikte eder. Sonrasında da değişiklik başta milli eğitim bakanlığı olmak üzere kabinenin çalışmasıyla hayata geçirilir.
Bu örnek bize parodi gibi otoriterliğin en temel vasıflarından birini bütün açıklığıyla gösteriyor: Bu tür rejimlerde tek adamın iradesi birtakım perdelerle kamufle edilmez, karar alma süreçlerinin demokratik olmayan nitelikleri gizlenmeye çalışılmaz.
Benzer bir durumu yürütmenin yasamayla ilişkisinde de görebiliriz. Normal ve “ciddi” bir otoriter rejimde hangi yasanın çıkartılacağına esasen lider karar verse de, sanki bunlar parlamento iradesiyle hayata geçiriliyormuş duygusunun oluşması için azami gayret sarf edilir. Oysa porodi gibi otoriter bir rejimde yürütme, hazırladığı yasaları birkaç milletvekilinin imzasıyla teklif haline getirir; daha da önemlisi, bunun böyle yapıldığı özellikle gösterilir ya da böyle olmadığı yönünde bir gayret sarfı lüzumsuz bir enerji israfı sayılır.
“Parodi gibi”liğin en fazla kristalize olduğu alan: Yargı
Parodi gibi otoriter rejimlerin bu vasfı en fazla yürütmenin yargıyla kurduğu ilişkide ortaya çıkar.
Normal ve “ciddi” otoriter rejimlerde iktidarın yargıyı yönlendirmesi ve gerektiğinde ayar vermesi vaka-yı âdiyedendir. Fakat parodi gibi otoriter rejimlerde bunun tarzı ve üslubu çok farklıdır. Diyelim bir davaya müdahil olmak istiyor iktidar, bu iki biçimde yapılabilir: Ya el altından, sahne arkasından bir faaliyet yürütülür, gerekli telkinler yapılır ve sonuç alınır... Ya da yargıya müdahale göstere göstere yapılır, daha iddianame bile yazılmamışken bir savcı gibi konuşulur ve yargıya ne yapması gerektiği açık açık söylenir.
Osman Kavala ile ilgili yargı süreci, yargıya müdahalede parodi gibi bir otoriterlikle “ciddi” bir otoriterlik arasında nasıl bir fark olduğunu açık bir biçimde gösterdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha ilk andan itibaren Kavala’yı “Türkiye’nin Soros’u” ilan etti. Nihayet, 900 güne yaklaşan tutukluluk döneminden sonra beraatine karar verildiğinde de “bir manevra ile beraat ettirmeye kalktılar” diyerek bundan sonra mahkemelerin ne yapmaları gerektiğini de açıkça söyleyiverdi.
Deniyor ki Kavala’nın da yargılandığı Gezi davasının “toplu beraat”le sonuçlanması Erdoğan’ın iradesi hilafına gerçekleşmiş olamaz, fakat beraatten sonra Erdoğan fikrini yeniden değiştirdi ve böylece Kavala bir başka davadan yeniden tutuklandı.
Bu bir varsayım, doğru olma ihtimali yüksek bir varsayım, fakat bu bile rejimimizin otoriterliğinin parodiye ne kadar benzediğini göstermiyor mu?
Yazarlar
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025